31 Ağustos 2007

Gökyüzü

İşte ben, böyle göklerin yüzünü seviyorum.
Okşamak istiyorum,
elimi uzatıp.
Yanağına dokunmak,
saçını okşamak.
Şiirler yazmak istiyorum.
Türküler düzmek,
sözcükler haykırmak,
Haneme ay doğmuş gibi oluyorum.
Sanki üç vakte kadar,
güzel bir haber alacakmışım gibi...

30 Ağustos 2007

Güzel projeler/Güzel insanlar

Başkaları için emek veren, çalışan insanları seviyorum. Hele de pırıl pırıl, gözlerinin içi gülenleri, daha da çok seviyorum. Sevgi dolu oluyorlar. Öğrenmeye, paylaşmaya açık oluyorlar. İşte yanda fotoğrafını gördüğünüz genç insanlar da bu gruba giriyor. Başta Arzu tabii. Arzu, 3 yıldır KA-MER'in Kars sorumlusu. Hem projeleri yürütüyor, hem de açılışından beri restoranın tüm idari işleriyle uğraşıyor. KA-MER, özellikle şiddet görmüş veya yardıma ihtiyacı olan kadınlar için projeler geliştiren, eğitim çalışmaları yapan, yardım veren bir vakıf. (Sitesine yukarıda link verdim. Lütfen girip bakın. Belki sizlerin de onlar için yapacağınız bir şeyler vardır, destek olmak istersiniz.) Daha çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yoğunlaşmış çalışmaları. Hem vakfa ve projelere gelir sağlamak, hem de kadınlara istihdam yaratmak için dört ilde (Diyarbakır, Mardin, Batman ve Kars) restoran açmışlar. Başka illerde de devam edecekmiş restoranlar. Ayrıca bugün 11 ilde kreşleri var.

Kars'taki KAMER Restoran'da üç tane pırıl pırıl genç çalışıyor. Bir delikanlı, iki de tertemiz, sevgi dolu genç kız. Hepsi de 19 yaşında. Güzel yemekler yapıyorlar. Yeni şeyler öğreniyorlar, canla başla çalışıp daha iyi hizmet vermeye çabalıyorlar. Hani diyorum, olur da yolunuz Kars'a düşerse, ziyaret edin, yemeklerinden tadın, selam götürün. Bugün ellerinde Mevsimlerle Gelen Lezzetler de var, hepsine imzalanmış. Belki siz geldiğinizde, ondan yemekler de sunuyor olurlar, kim bilir?

28 Ağustos 2007

O ev var ya o ev

Üç Kümbetler'i gezerken, çocuklar yanaştı yanıma. Heroooo! Yok yavrum ben turist değilim. Turistsin. Değilim. Turistsin. İyi peki. Abla şurda bi ev var ya, görmek ister misin? Hadi göreyim. Teyze kapıda zaten, gel yavrum gez içeriyi. Eski ev. Eskiyi anımsatıyor, özletiyor. Ama, parayla. Kaç para istiyorsun? Boynunu büker, eh ne verirsen. Biraz önce kızlar vardı, 10 milyon verdiler, hem de adam başı... Oooo ben o kadar veremem. Amcanla biz yalnız yaşıyoruz. Amcan hasta, ona bakıyorum. Çocuklar ilgilenmiyor hiç. Burada da oturmuyorlar bizle. Peki bu ev kimin? Aileden mi kaldı? Yok kızım, biz köyden geldik. Satın aldık bu evi. Tavanlar işlemeli, eski tip dolaplar, raflar, kocaman, aydınlık bir mutfak. İşte resimdeki pencere, üst kattaki salonun penceresi. Aslında ev karanlık değil. Işığa doğru çekilmiş fotoğraf. Karanlık olması ondan. Pencereden görünen Üç Kümbetler'in ikisi. Gamze bildi. Hiç görmemiş olsa da Erzurum'u. Yorumlarda Safranbolu, Konya Gaziantep... Hiç biri değildi evet. Ama doğru bildiniz, o evde bir hüzün vardı. Ben çıkarken evden, çocuklar da kapıdaydı. Abla sen Çift Minareli Medrese'nin hikayesini biliyor musun, anlatalım mı? Kalenin hikayesini peki? Zeynep olsa şimdi burada, anlattırır, onların güzel güzel fotoğraflarını çeker. Bizi o hayatların içine sokar. Çocuklar yeni turistler getirecekmiş eve. Acaba onlar da pay alıyorlar mı teyzenin istediği paradan? Ne alıyorlar o paralarla? Şeker, gazoz, çikolata mı? Evin ekmeğine katkısı oluyor mu verilen üç beş kuruşun? Amca gerçekten hasta mı? Gerçekten muhtaç oldukları için mi para istiyorlar? Gerçekten o kızlar onar lira mı vermiş? Ne düşüneceğini bilememek, gerçekten zor. Belki de hiç birinin önemi yok. Eski bir evi gezmek, çekilen bir fotoğrafı paylaşmak, bir yerlere dokunmak. Belki rüya devam etmeli. Uyanmamalı, uyandırmamalı. Kimbilir? (Ah tabii, yukarıdaki fotoğraf Erzurum Evleri'nde çekildi. Konuyla ilgili bir sahne olduğu için koydum, evin başka bir fotoğrafını yükleyip büyüyü bozmak yerine. Büyü zaten çoktan bozuldu bozulmasına ya.)

İsimsiz yorum meselesi

Aşağıdaki resimle ilgili hikayeyi anlatacağım ancak kısaca isimsiz yorum meselesine açıklama yazmak istedim. Özellikle de bugün ilk defa isimsiz bir yorumu (uzun zamandan beri) yayınladığım ve yine adını vermeyen bir site okuru "madem isimsiz yorum yayınlamıyordunuz onu neden yayınladınız" dediği için. Haksızlık olmasın istediğim içi bu yazıya bırakılmış tüm isimsiz yorumları yayınladım, bu yazıya mahsus olarak.

Neden yayınlamıyorum isimsiz yorumları? Zaman zaman sitenin amacını aşan yorumlar geldiği için özellikle. Burası bir arkadaş bulma sitesi değil. Yahut ne amaçla gönderildiğini anlayamadığım yorumlara da yer yok burada. Kavga dövüş, öfke, suçlama... Şimdi elimde bir örnek yok. Onun için yazamıyorum. Malum, benim kim olduğum ortada. Adım sanım var burada. Yorum yazanların da adı olsun istiyorum, hiç değilse ilk adı. Kime hitap ettiğimi bilebilmek istiyorum. Hakkım var sanırım buna. Daha söylenecek şeyler var elbet ya şu anda vaktim yok. Affedin ve anlayışla karşılayın. Sözü uzatmadığım için değil, isimsiz ve bu sitenin amacıyla ilgisi olmayan yorumları yayınlamadığım için. Gelip okuyan, yorum yazan tüm dostlara teşekkürler.

27 Ağustos 2007

Bir ev



Bu ev size neler düşündürdü, bilmek isterim.
İlk bakışta, ilk görüşte, ilk hissedişte.

25 Ağustos 2007

Selen senin otçu teyze bu mu?

Selen'ciğim Alaçatı'ya gitmiş.
Pazardaki otçu teyzesinden deniz fasulyesi almış.
Sonra da onu bir güzel salataya dönüştürmüş.
Otçu teyzemden aldım deyince,
kafamda ufak çaplı bir şimşek harekatı başladı.
Dur bakayım yoksa Selen'in otçu teyzesi
fotoğrafını çektiğim otçu teyze olabilir mi
dedim ve fotoğrafı buraya koydu.
Selen'ciğim baksana, bu teyze o teyze mi?
Ellerine sağlık.
Salatan pek güzel görünüyor.
(Yeri gelmişken, bu fotoğrafın 2-3 yıl önce çekildiğini söylemeli. Sevgili Sevim abla davet etmişti Alaçatı'ya. Sevim Gökyıldız. Onu Türk mutfağını Fransa'da tanıtan gönül elçisi olarak tanıyorsunuz. Diğer sevgili dostumuz Gökçen Adar da oradaydı. Birlikte harika günler geçirmiş, Gökçen beyin nefis yemeklerini yemiş, birlikte balık mezatına gitmiş, Sevim ablalara yardıma gelen Hatice'nin elinden Selanik böreği tatmıştık. Sabahları fırından taze simitler almış, mercanköşklü dondurma yemiş, sakızlı kurabiyeler, soğanlı börekler... Üfff konuşmayacağım daha fazla!)

Görmemek engel midir?

İngilizce biliyorsanız, vaktiniz varsa size önereceğim bir kısa yazıyı okuyun derim. Ben okudum. Ufacık hayatlarımızda ufacık şeyleri dert ederken kendimize, bazıları engelleri hiçe sayıp yaşamlarını sürdürüyorlar. Hem de ne yaşamlar! Sabriye Tenberken'in hikayesi böyle bir hikaye. Hepimize vereceği bir ders var Sabriye'nin. Çok yaşayın güzel kadın!
Bu da Amerika'nın ünlü televizyon programcısı Oprah'nın sitesinde yer alan Sabriye Tenberken yazısı. Daha uzun. Yine vakit ayırabiliyorsanız.

24 Ağustos 2007

Elmanın düşündürdükleri

Elmadan gidiyoruz bugünlerde, farkındayım. Aslında bu fotoğrafı yeni çekmiş de değilim. Arşivden. Kasım 2005'te, Antalya pazarlarından birinde çekmiştim. Malum pazar maceralarım boldur. O günlerden birinde çekilmiş bir basit elma fotoğrafı. Fotoğrafın gün yüzüne çıkmasına neden olan şey de annemin bir öğretmen arkadaşının yolladığı elmalı kurabiyeler. Yıllar sonra birbirlerini yazlık komşusu olarak bulunca ne sevinç yaşamışlardı. İşte dün, elinde paketlerle geldi annem. Dedi ki bunları sana Hüsna gönderdi. Biliyorsun seni pek sever, Tijen yer mi dedi, biber dolması, irmik helvası ve elmalı kurabiye gönderdi. Bizim site -yani blog- komşularını gezip gezip yaptıkları geleneksel kurabiyeleri, poğaça ve kekleri görüyor, iç geçiriyor, öte yandan da inat ediyor ve kolları sıvamıyordum. İyi olacak hastanın, ilaç ayağına gelirmiş derler. Buldumcuk oldum. Bir de sevindirik. Ne bileyim birileri düşünmüş, Tijen de tatsın diye güzel şeyler göndermiş. Duygulandım. Ölmüşlerinin ruhuna değsin dedim, yedim. Ondandır bu elma seansının nedeni. Yaz günü bir sürü yaz meyvesi varken niye bunca elma muhabbeti yaptığım anlaşıldı değil mi? (Kars'la ilgili sorumdan sonra yazıp yardımcı olmaya çalışan dostlara çok çok teşekkürler. Adını vermeyen bir okur dostumuz da yıllar önce Kars'a gittiğinde gözlemlediği yöre insanını anlatmış. Yorum çok uzun ve isimsiz olduğu için yayınlamadım ama sonuna kadar okudum.)

21 Ağustos 2007

Deniz kabukları

Bu kabukların fotoğrafını çekeli,
olmuştur dört beş yıl.
Dün gibi sanki.
Plastik bir tabağın üzerindeydiler.
Deniz kenarından toplanmışlardı.
(Başka nereden toplanacaklar ki?)
Bir araya gelmişlerdi.
Çalışma masamın yanında,
sessiz sakin oturmaktaydılar.
Dört beş yıl önce.
Nerede ki şimdi o kabuklar?

19 Ağustos 2007

Kahvaltı etkinliği

Eklenti. Noktalama işaretlerini doğru yer ve zamanda kullanıyor muyuz? Bence kullanmıyoruz. Noktayla ünleme takılmışız. Öyle gidiyoruz. Şimdi bir de gülen ve ağlayan yüzler eklendi dağarcığımıza ya onlar sanal dünyanın armağanları. Uzun sözün özü şu ki, sevgili Ayşem noktalama işaretlerinin kullanım yerlerine dair bilgilerinizi tazeliyor. Okumak için lütfen burayı tıklayın. Sevgili Ayşem sana çok çok teşekkürler.

"Ah kahvaltı" demiştim. Bir kaç yazı önce. Çünkü Ümit güzel güzel kahvaltılar hazırlamıştı bize. Sofranın etrafına oturduk demiştim. Hepimiz. Saatler süren kahvaltıdan sonra ise, kahve-likör keyifleri yapmıştık. Ada günlerinde. Geçen günlerde. Şimdi ise bir başka kahvaltı heyecanı var ya kısaca anneannemi anacağım önce. Şahinde anneanne kanser olmuştu. Yatağa hapsolmuştu. Yatıyordu ya, damak tadından bir şey yitirmemişti. Her akşam aynı şey yaşanıyordu. "Ah" diyordu, "sabah olsa da kahvaltı etsek." "Ama" diyordu, "tereyağlı kızarmış ekmek isterim." Yanında kaymakla bal da olsa bayılacak.

Bu seferki yemek etkinliğinin evsahipleri İrem ve Sahra. Kahvaltı diyorlar. Onlar kahvaltı deyince biz kahvaltı sofrasındaki saatlerimizi anımsıyoruz. Kalabalık sofraları, tatil sofralarını, bayram kahvaltılarını. Hatırlayacak ne çok şey var. Ne çok kahvaltı anımız var. Ben de size arada sırada yaptığım bu basit ancak çok renkli kahvaltı pizzasını sunuyorum. Simit pizzasını. Tarifi Her Güne Bir Yemek'te yer alıyor. İri simitlerle daha iyi. Ortadan kestiniz, içini boşalttınız. Önceden karıştırdığınız ufak doğranmış kaşar peyniri, kırmızı ve yeşil biber, varsa mantar, domates, kekik, zeytinyağı... ne isterseniz, harçtan doldurdunuz. Isıttığınız fırına verdiniz. 200 derece iyidir. 180 de olur, farketmez. Dışı kızaracak, peynirleri eriyecek. Pek güzel olacak. Afiyetle yenecek. Nice sofra anısı yaşamanız dileğiyle bu siteye uğrayan tüm dostlara hediye ediyoruz. Tadını çıkarın ve tabii diğer komşularımızın ağız sulandıran kahvaltı tarifleri için yarından (20 Ağustos) itibaren Lezize'yi ziyaret edin!

18 Ağustos 2007

Asma dalı

Ben bir asma dalıyım.
Bulduğum her yere sarılırım.
Ada rüzgarlarına bakar,
hülyalara dalarım.
Meskenim adanın öte tarafı.
Hamlacıların bahçesi.
Büyür, uzanır, üzüm veririm.
Misafirler gelir,
Ümit onlara kahvaltı hazırlar.
Otururlar bir sofranın etrafına.
Kuşlar cıvıldar,
Ötekiler kuşları izler.
Denize giderler sonra.
Habbele'ye.
Yüzer yüzer gelirler.
Kahvenin yanında ev yapımı vişne likörü ikram eder Ümit. Reçellerin bir kısmını Sedef yapmıştır. İncir reçelini mesela. "Keşke daha çok yapsaydım reçeli" sayesinde, can dost Mine'yi anar dururuz. Öyle ya, tarif Mine'den gelmiştir, Meyve Ağacından Hikayeler'e de Mine'ye referansla girmiştir. Peynir, adanın keçilerinden. Yoksa karşının mı? Zeytinyağına bir kaç sarımsak dişi saklanır. Boyar aromasıyla. Kişniş tohumları yağın üzerine çıkar. Salça kabuklu biberle yapılmıştır. İçine baharatlarla ceviz katılmıştır. Ada öyle bir yerdir işte. Rüzgarını yersin, üzümünü yersin, peynirini, dostların sözlerini. Uyursun, uyanırsın, yine bakarsın adaya. Rüzgar gülleri salına salına sallanırlar, gökteki yıldızları saymaya kalkan uykuya dalar, yıldız yatağında. Yıldızlar kayar, dilek tutarsın. Hepsi gerçekleşecekmiş gibi, gülümseyekalırsın. www.bahane.biz adresi. Şimdi ada çok kalabalık. Siz dilerseniz daha sonra gitmeye niyet edin. Hele de kalabalıklardan kaçıyorsanız.

16 Ağustos 2007

Ah kahvaltı!

Bir iştah açıcı kahvaltı fotoğrafıyla,
geri dönmüş olalım.
Hoşgeldik.
Bu sefer bir muhabbet kuşuyla geldik.
Önce uyumalı.
Sonra yeni bir güne başlamalı.

12 Ağustos 2007

Ayvalık balıkçısı

Bizde balıkçı meselesi biraz karışıktır. Malum.
Balık lokantasına gittiğinde,
ne hesap ödeyeceğini bilemezsin.
Çoğu zaman. İstisnalar var tabii.
Bir tanesi de Çanakkale'de idi.
Daha önce yazmıştım, arşivde olmalı.
Olay şöyle gelişmiştir:
Brigitte ile Ayvalık'ta gezilmektedir.
Gezilirken o mini hale girilmiştir.
Hani merkezde, Güler Pastanesi'nin karşısında,
küçümencik bir sebze-meyve hali vardır.
Bir kaç mandıra, bir kasap, ortasında bir çeşme.
İşte orada gezilirken dört kişiye rastlanmıştır.
İştahla balık yemektedir bu dört kişi.
Sorulmuştur. Nasıl? Biri döner der ki:
"Biz bu işi biliyoruz, inanın." İnanıyoruz elbet.
"Çok güzel." Peki dönüşte geliriz.
Karnımız acıktığında gitmişizdir.
Bir porsiyon sardalya ızgara söylemişizdir.
Porsiyonu küçük, onu baştan söylemeli.
Bir porsiyonda 6 adet temizlenmiş, ayıklanmış, ızgara edilmiş sardalya var. Taze. Temiz. Yanında çoban salata. Tazecik her şey. Bir tabakta pancar mezesi getiriyor ailenin genç kızı. Bir tatlı aile. Baba balıkları ayıklıyor, pişiriyor. Anne salataları yapıyor, kızları serviste. Birer tane de soda. Yediğim en ucuz yemek değil elbet. Simit, kaşar, çayla yemeği keyfe dönüştürmeyi bilince bu pahalıca kaçıyor. Brigitte'e kalırsa çok ucuz. Hesap 16 lira. Telefonu fotoğrafta var.
Ayvalık'ta, çarşı içindeki mini halde, bir minik balıkçı. Aile lokantası. Önünde iki masa. Hepsi bu!

11 Ağustos 2007

Ebru

Ebru'yu isim olarak çok severim.
Sanat olarak da severim.
Adı Ebru olan dostlarım olduğu gibi,
ebru sanatına gönül vermiş dostlarım da var.
Ancak bu kez ebru başka bir şey benim için.
Bir kitap.
Koskocaman bir kitap.
Ağır mı ağır.
Dışı da, içi de ağır.
Fotoğrafçı Attila Durak'ın projesi bu.
Hazırlayan Ayşe Gül Altınay,
Adı Ebru: Kültürel Çeşitlilik Üzerine Yansımalar,
Yayıncısı Metis.
Zaten kapağıyla sizi çekiyor kendine.
Sonra sayfalarını açmaya başlıyorsunuz.
Bir bir.
Her sayfada başka bir yaşam öyküsü var.
Fotoğraf formatında.
Baskısı çok güzel.
Başka isimler de var katkıda bulunan.
Öyküleri, yazılarıyla.
Akif Kurtuluş, Alan Duben, Ara Güler, Aydın Elbasan,
Ayşe Erzan, Ayşe Gül Altınay, Ayşe Öncü, Elif Şafak,
Feryal Öney, Fethiye Çetin, Herkül Millas, İshak Alaton,
John Berger, Leyla Neyzi, Murat Belge, Musa Dağdeviren,
Nebahat Akkoç, Ruşen Çakır, Sezen Aksu, Şeyhmus Diken,
Takuhi Tovmasyan Zaman, Tosun Terzioğlu, Zeynep Türkyılmaz.

Bir de armağanı var. Türkiye mozayiğinin parçaları. Şarkıları yani. Yedi yıllık bir çalışmanın ürünü bu kitap. Az buz değil. Yedi yıl. Burayı tıklarsanız Burcu Aktaş'ın Radikal'in 22 Haziran 2007 günkü kitap ekine kapak olmuş söyleşisini okuyabilirsiniz. (Bu kitabı güzel bir günün anısına armağan eden dost Brigitte Bentele'ye teşekkürler. Bana kalsa yine cimrilik ederdim, biliyorum. Uzaktan sevmeye devam ederdim. Şimdi dilersem her günün sabahında sayfalarında Anadolu'yu gezebilir, güzel insanların öykülerini merak edip o uzak yaşamlara uzatabilirim elimi.)

10 Ağustos 2007

Cunda'nın nefesi

Eklenti. Artun Ünsal'ı zaten biliyorsunuz. Eminim bir çoğunuz hocanın ekmek, zeytinyağı ve peynir kitaplarından en az birine sahipsinizdir. Bu sefer sıra Türkiye'nin yoğurtlarına geldi. Artun hoca ülkeyi adım adım gezmiş, yoğurtlarımıza dair bilgiler toplamış. Ben de kitapla ilgili Radikal kitap ekine bir tanıtım yazısı hazırladım. Bugün (10 Ağustos 2007 Cuma) yayımlandı yazı ya buradaki gazetecilerde kitap eki bulamayınca, mecbur internete düştü yolum. Yazının başında daha önce Türk Mutfak Kültürü Üzerine Araştırmalar dizisinin 2005 yılı cildinde yayımlanmış Refik Halid Karay yazımda yer alan, yazarın Makiyajlı Kadın adlı romanından alınmış bazı cümleler var. Öyle güzel anlatıyor ki İstanbul'a baharın gelişini Refik Halid usta, sözcüklerin, cümlelerin büyüsünde kaybolmamak imkansız. Yazıyı okumak isterseniz burayı tıklayın.

Daha söyleyeceklerim var demiştim.
Evet var.
Ama bir dakika.
Önce incir yemeliyim.
Bu sabah kopmuş dalından.
Tatlı bir oğlan çocuğundan aldım.
Kaça dedim.
İki lira abla dedi.
Bir kilo tarttırdım.
Sevinçle eve taşıdım.
*
Anlatacaklarımdan biri buydu.
Resimde gördüğünüz mekan.
Gazetelerde görmüşsünüzdür belki.
Rahmetli Necdet Kent'in bir düşü varmış.
Adına bir kitaplık.
Tüm kitaplarını bağışlayacağı.
Vefatından sonra, dostu Rahmi Koç bu dileği yerine getirmek istemiş. Necdet beyin oğlu Muhtar Kent de Rahmi beye kitaplar için bir yer bulamadık deyince (hikayenin detaylarını bilmiyorum) Rahmi bey Cunda'nın tepesinde, muhteşem manzaralı bir eski kiliseyi kiralamış, onartmış. Yanında da bir rüzgar değirmeni. O da onarılmış. Sadece Necdet beyin kitapları değil, Yapı Kredi Yayıncılık'ın tüm kitapları da eklenmiş ve kocaman bir kütüphaneye dönüşmüş bu kilise. Öyle güzel ki. Bir baktım Her Güne Bir Yemek de var orada. İster misiniz dedim, imzalayayım. Ben yazarıyım. Şaşkın gözlerle baktı kitaplık sorumlusu Yasemin hanım. İnansam mı inanmasam mı bakışıyla. İsterseniz kimliğimi göstereyim dedim. Çok seviniriz imzalarsanız dedi. Yani şimdi Cunda'da, Cunda'nın tepesinde, Cunda'nın nefesi bir güzel kitaplıkta imzalı bir Her Güne Bir Yemek var. Yolunuz düşerse o güzelim sokaklardan tırmanın tepeye ve kitaplığı gezin. Soluklanın, manzarayı seyredin. Derin nefesler alın. Yaşadığınıza şükredin.

09 Ağustos 2007

Yaz mı, güzellik mi, Cunda mı

Bu yazının başlığı ne olsun bilemedim.
Yaz mı?
Güzellik mi?
Cunda mı?
Geylan Kitabevi mi?
Kitabevinin tatlı mı tatlı sahibesi mi?
İçtiğimiz enfes (ki ben pek limonatacı değilimdir) limonata mı?
Serin bahçe mi?
Birbirinden hoş kitaplar mı?
Akşamüzeri limonataya eklenen votka mı?
Bir kadeh şarap mı?
İncelikler, zerafetler mi?
Bunların hepsi Cunda'nın en zarif mekanında mevcut.
Bu mekanı yaratan ve güzelleştiren, bizi Heves'lendiren
güzel kadına sevgiyle...
(Bu yazının devamı gelecek. Hem de çok yakında.
Çünkü anlatacak başka şeyler de var, hem de pek hoş, pek heyecan verici şeyler.)

08 Ağustos 2007

Biraz da normal hayat

DDD kampanyamızın bu haftaki ev sahibesi Sevda. Konusu "Büyük ve Küçük Ünlü Uyumu". Diyorum ya, dilimizi yeterince bilmiyoruz. Tanıdıkça daha çok sevilen bir sevgili oysa o. Ellerine sağlık sevgili Sevda, hepimiz siteni ziyaret edip bizler için hazırladığın bilgileri okuyacağız. Ben okudum bile! (Siteyi değiştirirken yan taraftaki logolar da bundan nasibini aldı. Sırayla hepsini toparlıyorum. Bu yüzden doğrudan Sevda'nın sitesine yönlendiriyorum sizleri. Önceki yazılar için de Doğru Yazalım, Doğru Konuşalım, Dilimizi Koruyalım kampanya sitesini ziyaret edebilirsiniz.)


Ayvalık'a gidersin.
Ara sokaklarda yürürsün.
Bulursun o fırını.
Hani nohut mayalı ekmek ve peksimet yapıyorlar ya.
Ekmekler henüz soğumamış.
Fırından yeni çıkmış olmalılar.
Dur dur bir dakika.
Dizme camekana.
Bir fotoğraf çekmeliyim.
Bir tane daha.
Akşam eve gelirsin.
Dilimlersin ekmeği.
Sibel'ciği anarsın.
Ah dersin. Sibel'ciğimin annesi ne güzel nohut
mayalı ekmek yapar. Ne de güzel gider kahvaltıya.
Şimdilik bununla yetineceğiz. Kızartacağız bir güzel.
İncecik dilimleyip. Yemeğin yanına katık edeceğiz. Zeytinyağlı patlıcan var, imambayıldı gibi. Annemin yaprak sarmaları. Benim barbunyalı fasulyem, annemin beğenmediği. Az yağlı, az tuzlu, az domatesli. Bir de kabak kavurması. Süzme yoğurtlu. Yanına bahçenin domatesi. Gitmez mi hiç?

07 Ağustos 2007

Ben son numara dedikçe...

Herkese teşekkürler yorumları için. Biliyorum ben sordum herkese fikrini. Gelen yorumların da geliyor olmasına çok seviniyorum ama herkes farklı bir şey söylüyor farkında mısınız? Bu da çok doğal. Çünkü zevkler ve renkler tartışılamaz. Çünkü hepimizin farklı bir zevki vardır. Ne güzel değil mi? Ya hepimiz aynı şeyleri seviyor olsaydık? O zaman felaket olurdu. Yorucu ama çok zevkli bir günden sonra Umut'un yeni tasarımlarını bulmak posta kutumda, şaşırtıcı olmadı. Bu sefer ben de fikrimi söyledim. Acaba dedim, meditasyon yapan biri yerine şöyle saksıda aromatik otlar falan olsa? Umut bir de güzel çaydanlık eklemiş. Eh, çay seven biri için bundan iyisi can sağlığı. Yarın daha bir alıcı gözüyle bakacağım. Bakalım daha neler gelecek? İyice buldumcuk mu oldum ne, şimdi ben de başlayacağım, şunun şurasına şunu koysak demeye. Umut istifa etmeyi düşünmüyorsun değil mi? Her Güne Bir Logo başlıklı bir yarışma düşünüyorum, ne dersin(iz)? (Şaka şaka, o zaman iş falan yapamam ki???)

Bu da son numara...

Umut üretmeye devam ediyor demiştim ya, sahiden devam ediyor. Bu sabah gözümü bir açtım, aa yeni şeyler eklenmiş. Diyorum ya, yaratıcı insanlara bayılıyorum. Kırk yıl düşünsem böyle bir şey çıkaramam ortaya gibi geliyor. Umut çalışıyor, ben eğleniyorum. Olmuyor ama böyle... Ben ne yapayım? Kek, ekmek yapsam, kapını çalsam, sen de çay demlesen, çılgın kızın etrafta koşuştursa, biz kekimizi yiyip çay içsek?

06 Ağustos 2007

Umut devam ediyor üretmeye

Umut harikalar yaratmayı sürdürüyor. Bu nasıl sizce?
İmza at dedim, şöyle bir imzalı logosu olsun Mutfakta Zen'in,
beğendiysen kullan, imzaya ne gerek var dedi. Ben de dedikodusunu
yapıyorum buradan. Çok kötüsün Umut, yani logomu meşhuuur tasarımcı
Umut yaptı diyemeyecek miyim avazım çıktığınca?

Umut'a teşekkürler

Sevgili Umut'cuğum Mutfakta Zen için bir sembol tasarlamış şıp diye. Tabii bu resimdeki gibi bağdaş kurup oturamıyorum. O kadar huzurlu ve "Zen"gin de değilim. İsterdim doğrusu. Umut'un gönderdiği büyüklükte yerleştirdim önce ya neredeyse sayfanın tamamını kapladı. Küçülttüğümde ise sayfanın bir kısmını kapladı. Böyle nasıl görünüyor? Ne düşünüyorsunuz? Umut'cuğum çok çok teşekkür ederim. Onca işin gücün arasında zaman ayırdığın, yüreğinin güzelliğini yansıttığın için. Ellerin dert görmesin.

04 Ağustos 2007

Bir dilek tut

Bir dilek tut,
Sadece kendin için değil ama.
Çocukların,
Annen baban,
Sevdiklerin için de olmasın yalnızca.
Bir dilek tut,
Sonra bağla bir ağaca.
Bozkırda açan bir ahlata mesela,
Yahut göl kenarında bir hayıta,
Tepedeki çam ağacı da olabilir, adada.
Vakti değilse bile,
Mimoza dalına bağla.
Üfle dileğini,
Uçsun.
Kavuşsun evrene.
(Bu fotoğraf Zeytinbağı'nda çekildi. Yine güzellikler yaratan
güzel aileye sevgiyle...)

02 Ağustos 2007

Onlar



Onlar,
bazen gücünü kabul ederler,
rüzgarın.
Bazen.
Bazen onu delerler,
kanat darbeleriyle.

01 Ağustos 2007

Üçü bir yerde

Yanıbaşımda üç kitap var sizinle buluşturmak istediğim. Hepsi de birbirinden değerli. İkisi çok sevdiğim iki insanın elinden çıkma. Birinin yazarını tanımıyorum ancak kıymet verdiğim bir kitap. Bugün, Ağustos'un ilk gününde sizi kitaplarla başbaşa bırakıyorum. Hani derler ya yeni yıla ne yaparak girersen yıl boyu onu yaparsın, ben de yeni aya kitapla girelim, bol bol okuyalım diyorum. Tabii serin, sağlıklı, neşeli, iştahlı, yenilikler ve güzelliklerle dolu bir ay da diliyorum.

Candan'ın kitabın girişindeki özgeçmişi pek hoş. Şöyle diyor: "1969'da İstanbul'da doğdu. Kimya mühendisliği ve işletme okuduktan sonra İstanbul'da bir süre gazetecilik yaptı, bir süre de kafe-restoran işletti. 2003 yılından bu yana Ege'nin bir dağ köyünde köpekleriyle birlikte huzur içinde yaşıyor ve yazmakla iştigal ediyor." Gerçekten de öyle. Yazılarının bal tadında olduğunu (tabii taşlama yazıları da yazıyor arada), yaşamının sade ve huzur dolu olduğunu, bu kitabın onun daha pek çok kitabı için yol açacağını ve Candan'dan tarif okumanın ne kadar eğlenceli olduğunu söyleyeceğim. Yaz sıcağında çorba mı olurmuş demeyin. Soğuk çorbalar da var. Hem yaz dediğiniz nedir ki, göz açıp kapayana kadar geçip gidecek.






İkinci kitap sevgili Nihat abiden. Sitesinden de tanıdığınız Nihat Akkaraca'dan. Onu tanımış olmaktan şeref duyuyorum. Kendi kendini eğiten insanlara en güzel örnektir Nihat abi. Onun elinden çıkma Datça öykülerinin bir kısmını sitesinde yahut üyesi olduğu gruplarda okumuşsunuzdur eminim. Bu kitaptakiler ise bir başka güzel. Hele de yerel ağızlara meraklıysanız, Datçalıların nasıl konuştuğunu, yerel dilde yer etmiş sözcükleri bilmek istiyorsanız bol bol gülümseyerek, hatta arada kahkaha atarak okuyacağınız garantisiyle Datça'da Zaman'ı sunuyorum sizlere. Ellerinize sağlık Nihat abi! (Kitaptan alıntılar ve sipariş bilgileri için şu adresi ziyaret edebilirsiniz.)







Üçüncü kitap ise İletişim Yayınları'ndan çıktı geçtiğimiz haftalarda. Adı Yemek İçin Yaşamak. Yazarı Felipe Fernandez-Armesto. Tarihten bugüne yemekle olan ilişkimizi sekiz devrimle anlatıyor. Henüz sadece bir kaç bölümünü okudum ya okuduğum yerlerde en çok dikkatimi çeken paragrafı paylaşmak istiyorum. Zimbabwe'den yaşlı bir ziraatçinin sözleri bunlar: "Siz, sizler cadısınız. Bizi geriye götürüyorsunuz, bizi geliştirmiyorsunuz. Geçmişte, ailemin hiç sorunu yoktu, çünkü geleneksel küçük taneli buğdayı üretiyordum. Siz bizi öldüren insanlarsınız, bizi geriletiyorsunuz çünkü bize kötü ürünler ürettiğimizi söylüyorsunuz. Sizin sattığınız gübreler bile küçük taneli tahıllar için iyi değil. Biz bir numara ürünün küçük taneli mahsuller olduğuna inanıyoruz. Onlar bizim ata yadigarımız, bizim dayanağımız... Ah, siz yok musunuz, siz bize onları attırıyorsunuz." Size bir şey anımsatıyor mu bu paragraf? (Celal Üster'in geçtiğimiz hafta Radikal kitap ekinde çıkan kitap tanıtım yazısını okumak isterseniz buraya tıklayın.)





Üçü bir yerdeye ek:
Site komşularımızdan sevgili Devletşah güzel bir sürprizle çıktı karşımıza. Ücretsiz, sanal yemek dergisi Yemek.Name ile. Yüz sayfalık bu dergide fotoğraflar, tarifler, yemek fotoğrafçılığı, yine site dostlarımızdan tarifler, yazılar var. Hepinizin ellerine sağlık dostlar. Dergiyle ilgili bilgi almak ve bilgisayarınıza yüklemek için burayı tıklayın.