31 Mayıs 2009

Ayağımın tozuyla

İlle de imza günü mü lazım buluşma bahanesi olarak? Diğer kentlere de gideceğim zaman önceden bildiririm, oradaki blog komşularıyla, okurlarla buluşur, birlikte bir şeyler yer/içer, sohbet ederiz. Kitap getiren olursa da renkli kalemlerimi yanımda getirir, sizler için seve seve imzalarım.
*
Ayağımın tozuyla yazayım istedim. Yazayım ki 28 Mayıs günü yazdığım hatırlatma yazısının hükmünün kalmadığını da ilan edeyim. Çünkü gidip geldim İzmir'e. Ne güzel dostlarım varmış benim, bir kez daha gördüm. Beni evinde ağırlayan Yeşim'ciğim ve tatlı çocukları, yeğenlerim kadar sevdiğim Sude ve Batu, güzel yemeklerini yediğim Neşe ve Bora, Figen'ciğimin organizasyonuyla isimleri cisimleriyle buluşan güzel blog komşularım (Zehra, Mübeccel, Özay, Hülya, Umut, Selda, Neslihan, Ülgün, Çiğdem, Sibel), imza gününü organize eden Yapı Kredi Yayıncılık İzmir mağazasının çok zarif elemanları, güzel blog komşularımın dışında da imza gününe gelen harika insanlar (Elvan'cığım, Neşe ve oğulcuğu Can, Kedila'nın Evi'nin zarif sahibesi, Şen'ciğimin arkadaşı Gülfidan ve nice güzel yürek), güzel yemeklerle yolculuk günümü renklendiren Şükran'cığım ve göremediğim halde varlıklarıyla İzmir'i güzelleştiren dostlarım... İzmir'de geçirdiğim her anın kendine göre unutulmaz bir yanı var. Öğlen sıcağında, kalabalıkta Kemeraltı'na gidişimin bile. Alıştığım, sevdiğim lezzetlerle buluşma (Konak Pier'deki Ta-Ze mağazasından aldıklarım, yine Tariş'in incir lokumu, Havra sokaktan peksimet, Değirmen'den deniz tuzu gibi), Konak-Karşıyaka vapuru, Pasaport'ta Nalan'la öğle yemeği, yine Pasaport'da denize nazır bir bardak çay, Küçükyalı'dan Pasaport'a yürümek, deniz kenarına sıralanmış balıkçılar, gevrekçiler, İzmirlilerin deyimiyle darıcılar, çiğdemciler... Bu fotoğraf da necefli maşrapa gibi görüntünün kaybolduğu bir anda durumu kurtarmak için konmuş gibi duruyor farkındayım. Yoksa Figen'ciğim buluşmamızdan ve imza gününden harika fotoğraflar yolladı ama hepsinin özel hayatına saygımdan burada yayınlamıyorum. Bu fotoğraf bir önceki İzmir seyahatinde, yine Kemeraltı'nda çekilmişti. Bu sefer koca makinemi taşıdım ama bir kare bile çekmedim iyi mi?

28 Mayıs 2009

İmza günü-Hatırlatma

Sevgili dostlar,
Yan tarafta bilgiler var ancak bir kere de buradan yazmak, hatırlatmak istedim. Cumartesi günü İzmir'de, Yapı Kredi Yayınları'nın düzenlediği imza günüm var. Daha önce de söyledim, şimdi de söyleyeyim, daha önce satın aldığınız kitaplarımı imzalamamı isterseniz onları da getirin, renkli kalemlerimle geliyorum! Elbette kitap da alın isterim çünkü bir yazar ancak yazdıkları satıldığında geçimini sağlayabiliyor. Başka yerlerden geliri yoksa kitaplarının satılması, yeni baskılar yapması lazım ki araştırmayı, yazmayı sürdürebilsin. (Mutfaktaki Yaban bu ay %25 indirimli, ayrıca ellerinde Her Güne Bir Yemek'ten de bulunacağını zannediyorum.) Ancak satın alamayacaksanız ama yine de bir kaç dakika olsun karşılaşmak, merhabalaşmak isterseniz 14:30'dan itibaren şu adreste olacağım:

30 Mayıs 2009 Cumartesi
15.00-17.00
Yapı Kredi Yayınları
Kıbrıs Şehitleri Caddesi,
1443. Sokak 46, Alsancak, İZMİR

27 Mayıs 2009

Ah bu güzeller...

Bir soru: Adana'da kimler vardı bizim blog komşularından? Bir şeyler sormak istiyorum da, bu notu görürseniz bildirebilir misiniz? Teşekkürler!
*
Ah bizi baştan çıkaran güzeller. Ne yapacağız biz? Ne sizle oluyor ne sizsiz. Bu fotoğraftaki fıstık da (ahududulu fıstık) onsuz olamadığımız güzellerden. Eskiden olsa, bir kilo süte bir bardak suda erittiğim un ve nişastayı, üç kaşık kakaoyu koyar pişirirdim. Koyulaştığında içine iki paket bitter çikolata kırar, biraz da pekmez eklerdim. Pek güzel olurdu, afiyetle yerdim. Diyet macerasına başladığımdan beri yapmamıştım, tatlı yemeyeyim diye. Geçenlerde canım pek istedi, hadi dedim, yeni bir şekilde deneyeyim. Hoş aynı anda hem bunu, hem peynirimi hem de yoğurt için ayırdığım sütü halledeyim derken bir hata yaptım. İki bardak süt ve iki bardak suyla yapacaktım muhallebimi. Öyle ya, ben güzelim köy sütü alıyorum, kaymağı alınmamış. Onu az yağlı süte dönüştürmenin yolu (benim için tabii) suyla karıştırmak. Yanlışlıkla iki bardak sütü kakaosu, unu, nişastası ve ilk iki bardak sütü hazır olan tencereye dökünce ortaya şu tarif çıktı: Dört su bardağı süt, iki su bardağı su, dört çorba kaşığı kakao, yarım su bardağı pekmez. Önce pekmezsiz olarak pişirdim, koyulaşınca pekmezini ekledim. Badem ekstresi ve narenciye çiçeği suyu da koydum, güzel koksun diye. Karıştırıp aldım ateşten. Tadına baktım ııh, yetmemiş. İki çorba kaşığı da bal ekledim, karıştırdım ve kaselere pay ettim. Her birine iki ufak kepçe hesabıyla 11 kase çıktı. Bu kadar şeyi bir haftada yiyemem, yarısını dondurayım dedim. Bisküvili pasta nasıl donuyor, bu da donar elbet. Donar da sonra eriyince berbat bir şey oluyormuş. Dersimi aldım, bir daha aynı hatayı yapmamak üzere buzluktakileri döktüm. Tadı bana yetti. Ahududu mevsimi gelmediği için (e tabii bu fotoğraf 2006 yazından) çilekle yedim. Kalorisini hesapladım, her bir kasede (122 gram) 104 kalori var. Toplam yağ 1.6 gr, doymuş yağ 1 gr, protein 2.7 gr, şeker 14.8 gr (şeker koymadıysam da pekmez ve baldan, hatta sütten aldığı şeker). Dün gidip o çok reklamı yapılan minik kaplardaki pudingimsi şeylere baktım. Benimki onlardan daha düşük kalorili (onlar 100 gramda 120-140 kalori civarında, benimki 100 gramda 85 gibi) ve elbette daha sağlıklı. Hani diyeceğim o ki, ille de yiyecekseniz, onu değil bunu yiyin. (Şu kendini dondurma sanan yoğunlaştırılmış kremalı, bol katkı maddeli, hani bugünlerde blogcuları kullanarak -deyimimi mazur görün ama öyle- reklamı yapılan ürünlere de değineceğiz elbet.)

25 Mayıs 2009

Son yaratım

Deminden beri düşünüyorum. İnsan yarattığı şeye ne der? "Yaratım" denir mi? Belki denmiyordur. Peki desem anlaşılır mı? Anlaşılıp anlaşılmadığını biraz sonra göreceğiz. Saat 8:53. Günlerden pazartesi. Yeni bir haftanın ilk günü. Birazdan kahvaltı edeceğim. Ne mutlu ki Antalya'da tarla salatalığı tezgahlarda boy göstermeye başladı. Ben de çarşambadan beri katır kutur salatalık yiyorum. Bugün kahvaltıda közlenmiş biberlerimden yok. Sonbaharda közleyip buzluğa attığım biberlerden birer poşet çıkartıyorum, buzdolabında eridikten sonra zeytinyağı, sirke, sarımsak ve deniz tuzundan oluşan sosa koyuyorum. Bir gün sonra hazır. Kahvaltıda çok severim bu şık latifeyi. Bugün yok çünkü son postanın son kalan kısmını şu sevgili yaratıya kullandım. Zor olmadı. Deniz börülcesi haşlamıştım. Farklı bir şey denemek istiyordum. Tesadüf bu ya, nohut da haşlamıştım bir gün önce. Ve kırmızılar. Kırmızı çok yakışacaktı yaratacağım lezzete. Hepsi 2 dakika sürdü. Dolaptan soslu biberimi çıkardım, içine 2-3 kaşık nohut koydum, biraz da deniz börülcesi. Başka sosa gerek yok, deniz börülcesi zaten kendinden tuzlu. Eh biberin sosunda yağ ve sirke var. Biraz da sarımsak. Daha ne olsun? Bir güzel oldu ki tarifi mümkünatsız. (Diyeceksiniz ki mümkünatsız diye bir sözcük de yok. Var edemez miyiz?) Bu da yeni haftanın yeni lezzeti oldu. Hepinize iyi haftalar! Bu hafta çooook mutlu olun olur mu?

23 Mayıs 2009

Pazaryerleri

Tipik bir balık kadınıyım ben. Borsa gibi iner çıkar ruhumun halleri. Bir güneşlidir hava, bir bulutlu. Alışıyor tabii insan buna, yaşadıkça. Neyse, nereden çıktı şimdi bu? Diyeceğim odur ki, bugünlerde şu kurs meselesi, sizin istekliliğiniz heyecanlandırdı beni. Hayaller kurmaya başladım. (Tabii balık kadınının bir özelliği de hayalci olmasıdır, balıklar bilir!) Öyle güzel yerlerde buluşuyoruz ki hayal bile edemezsiniz. Doğadayız. Kuşlar cıvıldıyor. Deniz bir adım ötemizde. Pazarlarda, tarlalarda bereket var. Sepetleri takmışız kolumuza alıp gelmişiz herşeyleri, girmişiz mutfağa. Yanımızda da Mehtap, ona en büyük teşekkürümüz capcanlı ve zinde halimiz. Neden olmasın? Ben aslında daha da başka bir şey diyecektim. Ah evet buldum. İncesaz'ı bilir misiniz? Bilmiyorsanız bir girip bakın. Benim harika kadınım neler doğurmuş yine. Doğurmuş diyorum çünkü gerçek bir doğum onunki. Sözler öyle bir çıkıyor ki ağzından. Ümit mi lazım size? Okuyun Didi'ciğimi. Bir de pazaryerleri var tabii, başlığa konu olan. Fotoğraf da bir pazaryerinden, pek çaktırmasa da. Derya'nın bıraktığı güzel yorumu görünce pazaryeri fotoğrafı aramaya başladım. Bu fotoğraftı görünce aklıma o gün geldi. Yediğim patates kızartması (Amsterdam'da her köşe başında varlar ne de olsa), tattığım peynirler, şunlar bunlar... İşte öyle bir gündü.

22 Mayıs 2009

Anket

Sevgili dostlar size bir sorum var. Diyelim ki harika bir yerde yemek kursu vereceğim. Siz de koşa koşa geleceksiniz. O kursta neler öğrenmek isterdiniz? Siz de mutfağa girip çalışmak ister miydiniz? Yoksa ben bir kenarda oturayım yapılanları izleyeyim mi derdiniz? Sorularımız bundan ibarettir. Yanıtlarsanız çok mutlu oluruz. Tabii sizin önerilerinizi de duymak isteriz. Sağlıcakla kalınız, güzel bir haftasonu geçiriniz.
*
Sonradan ektir. Öneri ve fikirlere çok çok teşekkürler. İyi ki varsınız! Yemek kursu vermeye 2000 yılında başlamıştım sanırım. İlk kursum "Mutfakta Zen" adını taşıyor. Kitap da zaten o kurstan sonra ortaya çıkan bir fikirdi. Ardından bir gruba ad olmuştu, şimdi de bu siteyle sürüyor. O sene İzmir ve Ankara'da yapmıştım bu kursu. 2003 yılında İstanbul'da kurslar verdim, farklı başlık ve temalarla. Bir kaç tane de Antalya'da yaptım. En son kursun üzerinden de dört sene geçti galiba. Yoksa beş mi? Onu Kazdağı'nda, Zeytinbağı'nda yapmıştım. Herkesin tarzı farklı tabii. Kimi mutfağa girmek istiyor, kimi elimi hamura sokmam diyor. Sizlerin ne beklediğini bilmek güzel bir şey. (Başka fikir belirtmek isteyenlerin düşüncelerini de duymak isterim elbet. Lütfen yazın.)

21 Mayıs 2009

Neden tam pirinç?

Geçen hafta bir fotoğraf ararken arşivi taradım, tararken de bu fotoğrafla karşılaştım. Blog fotoğrafları dosyasına aldım hemen, bugünlerde tam pirinçten (kimi diyet pirinç, kepekli pirinç veya kabuklu pirinç diyor ama benim ağım tam pirince alışkın) bahsedeyim dedim. Dün Mehtap beş günlük enerji diyetini verince (bu diyet 6. haftada olanlar içinmiş öncelikli olarak, belirteyim, ancak benzeri sağlık diyetleri yaptığım günlerden biliyorum, hayvansal gıdaların olmadığı, sebze ve meyve ağırlıklı benzer diyetler bedenimizde harika değişiklikler yapıyor. Niyet ettiyseniz vazgeçmeyin!) tam pirinçten bahsetmenin zamanı dedim ve ekleyiverdim bu güzel fotoğrafı. Sorunun yanıtını da bir zamanlar çevirisine başladığım, ancak tamamlanamamış Makrobiyotik Beslenme* adlı kitaptan alıntıyla vermek istedim:

"Nişastaların şişmanlattığını duyduğunuz için onlardan kaçıyor musunuz? Öyleyse tam pirinç ve kabuklu buğday gibi tahıl ve sebzelerde bulunan kompleks, doğal nişastaların en iyi besinler olduğunu duymak sizi şaşırtacaktır. Kompleks karbonhidratlar içeren doğal besinler enerji besinleridir. Protein ve yağlarla karşılaştırıldığında kompleks karbonhidratlar vücuda kolaylıkla kullanılabilecek ve ardında atık madde bırakmayan enerji yakıtı sağlarlar. Hemen hepimiz her yemekte bir çeşit karbonhidrat yiyoruz. Ancak işlemden geçmiş, rafine gıdaların elimizin altında olduğu modern dünyamızda ortalama bir birey tarafından tüketilen karbonhidratların yaklaşık yarısı basit karbonhidrat formundadır. Buradaki sorun basit, rafine karbonhidratların sağlığımıza zararlı oluşudur.

Sabah kahvaltısında krema ve şekerle birlikte içilen kahve ve yanında yediğimiz tatlı bir çörek, öğleden sonra ağzınıza attığınız bir şekerleme veya çikolata size kısa sürede enerji verebilir. Ancak çabuk enerji veren bu besinlerin içerdiği şeker kanı çabucak terkedecek ve böylece kısa sürede bir yorgunluk hissi duyacaksınız. Şekerin çabuk kandan atılmasını engellemek için insülin düzeyi hızla yükselecek ve böylece kan şekeri daha da düşecektir. Bu da kendinizi gergin hissedip şekere saldırmanızla sonuçlanır. Bu düzen sürdüğü sürece bedeniniz kendini kontrol edilemez bir iniş çıkış içinde bulur ve bu da duygularınızın aynı şekilde iniş çıkışına neden olur.

Makrobiyotik beslenmede basit karbonhidratlar daha kompleks ve yavaş yanan karbonhidratlarla değiştirilir. Örneğin tam pirinç, kana dakikada 2 kalorilik düzenli bir glikoz akışı sağlar. Buna karşın çikolata yediğinizde içinde bulunan şeker bedeniniz tarafından dakikada 30 kalori yakılmak suretiyle, hızla kandan atılır. Bal, rafine sofra şekeri, hatta meyve şekerleri bile hızla yakılır, çünkü bu şekerler pankreas enzimleri kullanılmadan yakılırlar ve uzun süreli enerji sağlayamazlar. Tam tahıllar, bakliyat ve sebzelerle hazırlanmış bir makrobiyotik öğünden sonra enerji yavaş yavaş yakılır ve ne duygusal iniş çıkışlara neden olur, ne de tatlı ihtiyacı hissetmenize."
*The Macrobiotic Way, Michio Kushi, Avery Publishing, USA, 1985, sf. 9-10

20 Mayıs 2009

Tatil sonrası renkleri

Bugün Mehtap yeni listesini vermiş, diyet sınıfındakiler için. Bu sefer beş günlük bir "enerji" listesi. Sabahları yataktan sürünerek kalkıyor, kendinizi halsiz, şişkin hissediyorsanız diyette olmasanız bile bu listeyi beş gün boyunca uygulamaya ne dersiniz?
*
Bugün çarşamba güya ama, haftanın başı gibi pek çoğumuz için. Sanki herşeye sil baştan başlıyor gibiyiz. Acı şeyler yaşandı, 19 Mayıs sevinci gölgelendi belki. Belki de özgürlüğe uçan yorgun bir ruh, bize azim verecek, şevk verecek bundan sonra. Harekete geçirecek bizi. Yaşam için daha çok emek vermek gerektiğini görmedik mi? Ne duruyoruz öyleyse? Geçen gün bir arkadaşım bugünlerde adını sıkça duyduğumuz bir onkologla konuşurken 12-13 yaşındaki kız çocuklarında dahi göğüs kanserine rastlandığını, kanserin salgın hastalık gibi yayıldığını anlattığını söyledi. Domuz gribi sardı gündemimizi peki ya kanser? Neden o yaştaki çocuklar kansere yakalanıyor? Hayatlarımızdaki renkler giderek azaldığından olabilir mi? Sebzelerin, meyvelerin canlı renklerini boyalı gazozların, kızarmış gıdaların, katkı maddeli hazır yiyeceklerin almasından olabilir mi? Kendi mutfaklarına sokmadıkları margarinleri, rafine yağları, içinde bin tane katkı maddesi olan "güya" mutfaktaki işimizi kolaylaştıran yan ürünleri birileri ballandıra ballandıra anlattığı, kadınlar da mutfaklarında bu ürünlerle kuleler yaptığı için olabilir mi? Veya çocuklarımızın sokakta koşup oynamak yerine, spor yapmak yerine bilgisayar karşısında, televizyon karşısında saatlerce oturmasına izin verdiğimiz için olabilir mi? Onlarla birlikte kırlara gitmediğimiz için, hep birlikte popomuzun üzerinde oturduğumuz için olabilir mi? Şimdi renklenme zamanı. Kaybettiğimiz zamanları geri kazanma zamanı dostlar. Haydi.
*
Dilerim kimsenin ihtiyacı olmaz ancak USA Today gazetesinde, kanserli hastaların tedavileri sırasında beslenmelerine de önem verilmeye başlandığını, hastanelerin Ulusal Kanser Enstitüsü diyetisyenlerinin desteğini alarak yemek yapan özel aşçılarla çalıştıklarını anlatan bir yazı var. Yazının sol tarafında kanser tedavisi gören hastalar için sağlıklı beslenme önerileri de var. Bir kısmı zaten sağlıklı olan kişiler için de geçerli öneriler. Üç büyük öğün yerine altı küçük öğün yemek, kabızlığı önlemek için lifli gıdalara ağırlık vermek gibi.

18 Mayıs 2009

Umuda uçmak

Gittiğiniz yerde rahat uyuyun sevgili Türkan hoca. Bir yaşama sığdırdığınız yüzlerce yaşam ne çok yormuş olmalı sizi. Ne çok yüreğe sevinç vermişsiniz, ne çok kız çocuğuna özgürlük hissi tattırmışsınız ve ne çok umut vermişsiniz hastalara, ümidini çoktan yitirmişlere. Ve sizin, siz ve sizin gibi aydınlık umutlar verenlerin hayatlarını karartmaya çalışmış birileri. İstemişler ki yüreğinizdeki aydınlık ulaşamasın gözden ırak yerlere. İstemişler ki oralardaki insanlar umutsuz kalsın, karanlıkta uyusun, uyansın. Sizin aydınlığınızdansa kendi yüreklerinin karanlığını çalmaya çalışmışlar alınlara, dillere. Ve siz, siz onlara karşı hep savaşmışsınız. Ruhunuzun kanatları sizi hep aydınlıklara taşısın.
(Not: Türkan hocanın vasiyeti ÇYDD'nin şu anda 36 bin olan burslu öğrenci sayısını 100 bine çıkarması imiş. Haydi gelin bizler de aydınlık yarınlar için destek verelim hocanın kurumuna.)

İki yöresel yemek kitabı

Biri Bursa'dan, öteki Urfa'dan. İkisi de birbirinden zengin. Bu da Radikal kitap eki için hazırladığım tanıtım yazısı. Vakti olup da okumak isteyenler için:
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=936032&Date=18.05.2009&CategoryID=40

17 Mayıs 2009

Şifası içinde bahar çorbası

Mehtap bugün 6. haftaya başlayanlar için bilgiler vermiş. Son günlerde de renkler ve renkli beslenmenin önemini yazmıştı. Olur da kaçırdıysanız gidip bakın derim. Ellerine sağlık sevgili Mehtap!
*
Bu çorbayı Her Güne Bir Yemek için hazırlamıştım. Bahar mevsimindeydik, elimde taze baklalar, bezelyeler ve körpecik kabaklar vardı. Yeşillikler de eklenince ferah ferah bir bahar çorbası çıkmıştı ortaya. Şimdi kalorisini de hesapladım, eğer bu malzemeyi dört kişiye pay ederseniz adam başı 150 kalori alıyorsunuz. Yağ oranı çok düşük, çünkü sadece bir çorba kaşığı zeytinyağı kullanacaksınız. Bol lif içerdiği için barsakların iyi çalışmasını sağlıyor. Porsiyon başına 6 gr protein içeriyor (bir yumurtaya eşit), A ve C vitaminleri, demir ve kalsiyumdan yana zengin. Bir de lezzetli. Daha iyisine Şam'da kayısı diyorlar biliyorsunuz. Yapacağınız şey gayet basit. Yarım bardak bulguru bolca suda haşlayacak, yumuşamasına yakın doğranmış taze bakla, bezelye ve kabaklarınızı ekleyeceksiniz. Ateşten aldıktan sonra içine bol taze yeşillik, taze soğan, taze sarımsak, nane, dereotu, maydanoz. Afiyetle kaşıklayacaksınız. Şifa bulacaksınız. İsterseniz soğuk için bu çorbayı. Hava çok sıcaksa sizin oralarda da. Bir kaç kaşık da yoğurt ekleyip kaşıklamayı da tercih edebilirsiniz.

15 Mayıs 2009

Çağladan yemek mi olurmuş?

Olur tabii. Hem de fotoğraftaki gibi olur. Ben çağlacılardan değilim. Yeşil erik hayranı da sayılmam. Mevsiminde ikisinden de bir kaç tane yersem ne ala. Şifa olsun diye o da. Tatlı meyvelerden yana sevmediğin var mı derseniz yok derim. Aklıma gelmez. Neyse ki bizim pazar tezgahlarında hala sulu ve tatlı elmalar, yerli muzlar, yaz portakalları var. Ama yenidünyalar da tatlandı, dut bollandı, çilek zaten var bir süredir. Ben de sevdiğim bir kadından alıyorum çileklerimi. Götürdüğüm kaba teker teker seçip koyuyoruz. Bozulmadan, erimeden getiriyorum eve. Meyveden yana şansım bol. Ama istiyorum ki mevsimi geçmeden çağlayı da değerlendireyim. Herşey mevsiminde güzel çünkü. Leziz ve yağlı bademlere dönüşmeden önce bir kez olsun sofraya konuk etmeli. Salı günü pazardan yarım kilo aldım (kilosu 4 tl idi). Resimdeki gibi pişireceğim ama bir avucunu salata için ayıracağım. Bu yemek gayet kolay, soğanlar ve sarımsaklar zeytinyağında hafifçe kavrulur (ki şu anda onlar da pek taze olduklarından çok çabuk pişiyorlar, yani hepsi birlikte de konsa olur), ortadan ikiye kesilmiş çağlalar da eklenir, pişirilir. Bakalım beğenecek misiniz bu tadı?

13 Mayıs 2009

Çıtı pıtı filizler

Bugün Mevsimlerle Gelen Lezzetler'den bir yazıyı paylaşmak istedim. Yıllardır mutfağımda severek kullandığım, vitamin kaynağı filizleri siz de mutfağınızın bir parçası haline getirebilirsiniz:
Tahıl, baklagil ve tohumların besin değerini arttırmak, taze yeşillik bulmanın zor olduğu zamanlarda değerli vitamin kaynakları yaratmak için evde düzenli olarak çimlendirme yapabilirsiniz. Bütün kabuklu tahıl ve baklagiller, ay çekirdeği, hardal, yonca, susam ve kabak çekirdeğini filizlendirerek vitamin içeriklerini %800'e kadar arttırabilirsiniz. Kalorisi düşük ve kolay hazmedilen çimlendirilmiş besinleri aşağıdaki şekillerde kullanabilirsiniz:
Börülce. B1, B2 ve C vitaminleri ile demir kaynağıdır. Salatalarda veya buharda pişirip üzerine sos veya zeytinyağı gezdirilerek yenilebilir.
Nohut. A, B ve C vitaminleri, demir, kalsiyum ve magnezyum içerir. 4-5 dakika buharda pişirdikten sonra makarna veya türlülere ilave edebilirsiniz. Fırında pişirilip sosla yenebilir, salatalara konur ve çeşitli sebzelerle birlikte kavurulabilir.
Maş. A, C ve E vitaminleriyle demir, kalsiyum ve fosfor içerir. Çiğ olarak salatalarda, pişmiş olarak da çin yemeklerinde, çorba ve diğer yemeklerde kullanılabilir.
Soya. B kompleks vitamini, A, C ve E vitaminleri ile kalsiyum, demir ve fosfor deposudur. Çiğ veya buharda pişirilip soğutulduktan sonra salata ve soğuk yemeklerde, sandviçlerde, çorbalarda, kavurmalarda kullanılabilir.
Ayçiçeği. Yapısında C, D ve E vitaminleri ve bol miktarda mineral vardır. Fosfor, kalsiyum, demir, florid, iyot, potasyum ve magnezyum gibi. Çiğ olarak son derece güzel görünümlü ve lezzetlidir. Salata ve soğuk yiyeceklerde, sandviçlerde kullanılır.
Nasıl Filizlendirme Yaparım?
Filizlendirme için sadece yayvan bir cam kapla (ben ufak kaseler kullanıyorum), temiz bir beze ihtiyacınız var. Bir avuç dolusu tohum veya bakliyatı 7-8 saat suda bekletin. Bu sürenin sonunda süzün, sudan geçirin, çimlendirme kabına alın ve üzerini tülbentle kapatın. Sabah ve akşam olmak üzere günde 2 kere kabın içindekileri bir kevgire alıp sudan geçirin ve suyunu süzdürün. Sonra tekrar kaba alıp üzerini kapatın ve eski yerine koyun. Bu işlemi filizler 0.5-1 cm uzunluğa gelene kadar tekrarlayın. Filizleriniz hazır olduğunda tekrar sudan geçirip iyice süzün ve kapaklı bir kaba alıp buzdolabında saklayın ve 4-5 gün içinde kullanın.

11 Mayıs 2009

Yeni haftaya ışıl ışıl başlayalım

Sevgili Mehtap'ın renkli beslenmenin önemine dair yazısını kaçırmayın derim!
*
Aydınlık bir fotoğrafla, iştah açıcı bir yiyecekle ve güzel dileklerle açalım yeni haftayı, ne dersiniz? Daha hafif, daha zinde, daha enerjik, daha mutlu, daha paylaşımcı, daha sağlıklı bir hafta olsun bu. Bol bol yürüyelim, su içelim, hareket fırsatlarını değerlendirelim, sağlıklı, renkli ve leziz yiyeceklerle donatalım sofralarımızı ve baharın bereketine şükran duyalım. Aslında patates diyetin bir parçası değil. Gelin görün ki bugünlerde miniminnacık taze patatesler var bizim pazarda. Gördüğümde hep alsam mı almasam mı diye düşünüyor, sonra bir kaç haftaya kadar zaten bulunmaz olacaklar, bu güzelim mevsimi kaçırmayayım diye seyrek olarak alıyorum. Yeni bir keşfim var, eğer bir kiloyu (daha doğrusu hesaba göre 900 gram, çünkü kalori ölçmek için Amerikan ölçülerini kullanıyorum) dört kişiye pay ederseniz adam başı 188 kalori olarak yansıyor diyetinize. (40 gramlık bir simidin 250 kalori civarında olduğunu da söyleyeyim, karşılaştırma yapmak isterseniz.) Mehtap'tan haftada bir kerelik izin çıkarsa yapın derim: Önce patateslerimizi bir kaç saat suda bekletip fırça yardımıyla iyice temizliyor ve kabuklarıyla elma gibi dilimliyoruz (çok ince olmayacak, uzunlamasına dörde bölebilirsiniz, daha iri olanlar altıya) ve bir kaseye alıyoruz. Üzerine sadece bir çorba kaşığı zeytinyağı gezdirip tuz ve köri ekliyoruz (bir silme tatlı kaşığı kadar), elimizi yıkayıp iyice karıştırıyor ve yağlı kağıt yayılmış tepsiye yayıyoruz. Fırın 200 derecede, taze olduğundan yarım saatten fazla sürmüyor pişmesi. Ama bir de güzel oluyor ki...

10 Mayıs 2009

Yabanıl

Elfun K., Yabanıl adlı sitesinde Mutfaktaki Yaban'ı tanıtmak istediğini söyledi dün. Arkasından hemen tanıtım yazısını eklemiş. Kısaca yazıştık. Doğanın öykülerini dinliyor o da benim gibi. İstedim ki siz doğaseverler de bu zarif siteyle tanışın:
http://yabanil.net/?cat=1
Teşekkürler Elfun!

09 Mayıs 2009

Şeker, Peynir, Et ve Yağlar Üzerine

Prof. Dr. Kenan Demirkol'un adını çoğunuz duymuşsunuzdur sanırım. Kendisi bir cerrah. İstanbul Tıp Fakültesi genel cerrahi bölümü hocalarından. Sağlıklı beslenme ile ilgili pek çok konuşma yaptı, yazı yazdı, soru yanıtladı. Biliyorum, ben huysuz biriyim. Sizler sitelerinizde bol margarinli, bol şekerli tarifler anlattıkça, sera ürünleriyle yemekler pişirip yazdıkça, rafine yağları -son günlerin modası kanola mesela-övdükçe ben toplum polisi gibi çıkıp yapmayın, etmeyin diyorum. Ne siz, ne aileniz hak ediyorsunuz sağlıksız ürünleri, onun için tüm çabam. Madem bu aralar diyetteyiz, sağlıklı ve zinde bedenlere kavuşma çabasındayız, öyleyse bir uzmanın sözlerini dinleyelim, ondan sonra yiyecek seçimlerimizi bir kez daha gözden geçirelim ve ne olur, margarinleri, rafine yağları, rafine şekerleri (esmer şeker dahil, o da bir pazarlama yalanı, esmer şekerin beyaz şekerden tek farkı melasla -pancar küspesi- boyanmış olması, ille de şeker yiyecekseniz beyazını yiyin, boşuna üç katı para vermeyin):

Şeker tatlı yapmaz, hasta yapar:
http://www.demokratikyasam.com/seker_tatli_yapmaz_hasta_yapar.html
*
Gıda Emperyalizmi üzerine söyleşi (video):
http://video.google.com/videoplay?docid=1025859279510875585
*
Omega-3 alırken tuzağa düşmeyin:
http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=103457
*
Şeker, yağ, kolesterol vs:
http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=78658

*
Babam yarı ömrünü margarine hediye etti:
http://www.yeniaktuel.com.tr/top111,150@2100.html

08 Mayıs 2009

Ekmeğe sahip çıkmak

Bu haber hoşunuza gidecek. İstanbul'daysanız, Ekolojik Pazar'ın yolunu biliyorsanız bu cumartesi erken gidin. Böylece Fikir Sahibi Damaklar'ın ekşi mayalı gerçek ekmeklerinden siz de tadabilirsiniz:
http://www.ntvmsnbc.com/id/24964393/#storyContinued

07 Mayıs 2009

Kıtırık pıtırık diyetlik kurabiyeler

Beyza'cığım sormuş, peki bu kurabiye kıtır kıtır oluyor mu? Hayır, dışı hafif sert, içi yumuşak bir kurabiye. Kıtırıklığı veren incirin çekirdekleri, ceviz ve biraz da yulaf ezmesi. Ayrıca muz şart değil, aşağıda da yazdığım gibi, evde vardı, çok yumuşamıştı, ekledim. Elma yerine başka bir meyve de kullanılabilir elbet. Veya hiç taze meyve kullanılmaz, kuru meyveler karışık olarak doğranır, hafifçe pişirilip püre haline getirilir. Püre haline getiriyorum çünkü bu tariflerde başka bir tatlandırıcı yok. Yani bu işlemi yapmazsam meyvelerin olduğu yerler tatlı, diğer yerler tatsız olabilir. Nedeni budur. Yapanlara, yiyenlere (kurabiye veya daha önce verdiğim yağsız, şekersiz kekleri) afiyet olsun.
*
Buyrunuz efendim. İşte kıtırık, pıtırık, diyetlik kurabiyelerimiz. Tabii kendinizi tutamayıp beş, on, hatta onbeş tane yemeye kalkabilirsiniz. Derseniz ki durmayı beceremem, hiç yapmayın daha iyi. Söylemedi demeyin. Bir tanesi 3-4 ısırıklık. Tek başına doyurmuyor tabii. Beheri 35 kalori olduğuna göre artık siz ayarlayın. 3-4 tanesi şık bir çay yanı, öğleden sonra öğünü, mide kazıntısı gibi durumlarda çanta dibinde saklanabilir. Acil durumlarda ihtiyaç duyulan enerji damarlarındaki kanda mevcuttur kendilerinin. Halis kalorilerle donanmıştır: ceviz, kuru üzüm, kuru incir, tam un gibi. Ben yine evdeki malzemeye göre tarif vereceğim, siz dilediğinizce yapınız. Mesela iyice yumuşamış bir muz vardı, o değerlendi, elma iki taneydi, onunla yetinildi ama ortaya leziz bir şey çıktı neticede.
Önce bir adet köy yumurtası (Zengile dost yine köy yumurtası mı kaldı diyecek tabii!) kırılır, çırpılır. Yok yok, ondan da önce iki elma soyulup dilimlenir (kabuğuyla da pişirebilirsiniz, size kalmış), beş kuru incir doğranır, beş çorba kaşığı kuru üzüm ölçülür, üzerine bir çay bardağı su konup hafifçe haşlanır, püre haline getirilir. Ben muzla 2 çorba kaşığı cevizi de koydum üzerlerine, öyle çalıştırdım mini mutfak robotunu. Hafif ılındı, yumurtaya ekledim, karıştırdım. Ayrı bir yerde 1 su bardağı yulaf ezmesi, yarım su bardağı tam buğday unu, 1 çay kaşığı karbonat ve 1 silme tatlı kaşığı tarçını karıştırıp ekledim, hepsini karıştırdım. Tepsiye yağlı kağıt yaydım, kaşıkla hafif aralıklı döktüm. Birer tatlı kaşığı gibi. 43 adet kurabiye çıktı ortaya. Bu beni bir hafta götürür artık. Sizin evde çocuklar varsa ertesi güne kalır mı bilmem. Veya iştahlı bir eş...

Pazar filesine dönüş

Bu siteyi farketmiş miydiniz? Ben etmemişim. Beyking'ciğim ellerin dert görmesin, ne güzel bir site açmışsın. Pazara, markete bez çantaları, fileleri ve zorunlu haller için evden poşetlerle giden, pazarcılardan asla poşet kabul etmeyen (evde bir poşet canavarı var çünkü, annem her alışverişten bol poşetle dönüyor!) biri olarak siteni ve verdiğin mesajı tüm kalbimle destekliyorum:
http://pazarfilesi.blogspot.com/

06 Mayıs 2009

Bizim pazardan haberler

Bugün aslında yağsız şekersiz kurabiyeyi anlatacaktım, fotoğrafıyla. Hep kek mi yapacağız, madem yiyecekleri çeşitlendiriyoruz, değişiklik olsun demiş ve evdeki malzemelerle kotarmıştım bu lezizeyi. Evdeki hesap çarşıya uymadı, pazarın renkleri öne çıktı. Bugün de pazarı anlatalım bari. Adet oldu, her sene dut mevsimini açtığımda burada duyuruyorum. Elimde değil, o kadar severim ki. Diyet miyet gözüm görmez dut arz-ı endam ettiğinde. Neyse ki yaramazlık yapmadım, bir kase aldım (2 tl) ve yarısını yedim. Çilekçim pek şekerdir. Siftahını benimle yaptığı için evden götürdüğüm kabıma teker teker seçip koyarız birlikte. Tezgahtakileri gözü tutmadı, kasadan koyalım dedi (2 tl/kg). Enginarcımı da pek severim. Pazarın en yakışıklısıdır (duymasın!) Ona gidip yahu enginar ucuzlamadı mı imanım gevredi para dökmekten dedim. Güldü, abla büyükler 1.5 lira dedi. Beş tane enginar soydurdum. Aman hatırlatayım, limon tuzu içinde yüzen bembeyaz enginarlara yüz vermeyin. Bekleyin başında, soydurun ve sadece limon sürdürün. Hafif kararsın ne olacak? Hemen limonlu suda haşlarsanız yine beyazlayacaktır. Yenidünyalar gırla. Onu da tanıdığım bir kadından aldım (2.5 tl/kg), haftaya daha tatlanırmış, öyle dedi. Peynirimi yaptım, süzülüyor şimdi; enginarlarımı ayıklayıp haşladım, sadece iki tanesini yedim (beheri 64 kaloriymiş); koca bir kase diyet salatası yedim; cumartesi pazarından aldığım gerçek bezelyeleri (1.5 kg) ayıkladım. Artık onu yarın pişiririm. Pek yorulmuşum. Çayımı demlesem, 35 kalorilik mini kurabiyelerimden bir kaç tane yesem, şükretsem pazarın, topraklarımızın bereketine...

05 Mayıs 2009

İzmirli dostlarla buluşma/Bir hasret hikayesi

Dün bir telefon geldi Yapı Kredi Yayınları'ndan. Mutfaktaki Yaban ayın kitabı seçilmişti ve bir imza günü düzenlemek istiyorlardı. Bunun için İzmir mağazasını uygun görmüşler. İzmirli dost, blog komşusu ve okurlarımla buluşacağım için çok mutlu oldum. Yanda imza gününün afişi var. Gerçi daha vakit var, 30 Mayıs cumartesi günü olacak imza günü ancak şimdiden ilk duyuruyu yapayım istedim. Daha önce aldığınız kitaplardan imzalatmak isterseniz onları da getirin, memnuniyetle imzalarım, her kitabın kapağına uygun renkteki kalemimle. Bir buluşma, sohbet, paylaşım bahanesi olur bizler için de. Ne dersiniz, 30 Mayıs günü vaktiniz olur mu? (Madem kitaptan bahsettik, ben de ondan bir hikaye paylaşayım istedim sizinle. Başka ellerde yaşayan tüm Mutfakta Zen okurlarına armağan olması dileğiyle.)
*
Aşk böyle bir şey işte. İnsanı toprağından, ailesinden, sevdiği herşeyden koparıveriyor. Pişman mısın diye soruyorlar bazen. Yok değilim. Özlem koyuyor bazen ya kocamı çok seviyorum. Onu bunca sevmesem burada işim ne. Tamam çok güzel bir yerde yaşıyoruz. İşimiz, hayatımız iyi. Dostlarımız var. Çarşıya inip gezinmeyi, buradaki esnafla sohbet edip alışveriş etmeyi çok seviyorum. Hem öyle uzak da sayılmam Türkiye’ye. Buradaki insanlar da, adetler de bizimkine çok yakın. Ege’nin iki kıyısı işte. Asırlarca birlikte yaşamışız. Vücut dilimiz de, yemeklerimiz, hatta aile yapılarımız bile aynı. Bu benzerlik beni eğlendiriyor aslına bakarsanız. Bir de söksem şu Yunancayı. Buraya sonbaharda taşındım. Taşınma telaşı, yeni bir yeri öğrenmek, alışmak, çat pat da olsa dilini öğrenmek... Bu telaşın içinde etrafıma çok da dikkat etmemişim. Yaz gelip artık daha bir buralı olduğumda, işlerimi yoluna koyup, evin düzenini de iyice oturttuğumda bir gün tek başına pazara çıktım. Türkiye’deyken de pazara çok gitmezdim aslında. Çalıştığım için o işler hep anneciğimin eline bakardı. Pazarda herşey capcanlı, tazecik. Aaa bir de ne göreyim, sirken yok mu pazarda. En sevdiğim otlardan biridir. Anneciğim pek güzel yapar salatasını. Bakakalmışım. Sirken diye bir bağırdım, pazarcı da, alışveriş yapan hanımlar da şaşırdı. “Vlita?” dedi pazarcı. “Vlita? Yok yok sirken bu,” demişim. Sonra karşılıklı gülüşmeye başladık. Konuşmamızı duyan yaşlıca bir hanım geldi, çat pat Türkçesiyle, “kizim, bu susam otudur. Yani siz öyle der buna. Biz vlita diyor,” dedi. Birden Giritli babaanneciğimi hatırladım. Onun konuşması geliverince aklıma gözlerim bir yaşardı ki. Kadıncağız ellerimi tuttu, “Ah vre, vatan hasreti zor. Bilmez miyim, biz de az mı çektik,” deyip sarıldı, iki yanağımdan öptü. Baktım onun da gözleri dolmuş. Ben de ona babaannemden bahsettim, Girit’ten geldiğinden, konuşmasının bana onu anımsattığından. O gün bugündür Madam Efi’yle sık sık görüşürüz. Ben ona gittiğimde mutlaka zümrüt yeşili bir kaşık tatlısı ikram eder, incirden yaptığı. Kahveler onun evinde de, benimkinde de benim işim. Pek sever köpüklü kahvemi. O beni ziyaret ettiğinde de anacığımın açma böreğinden pişirir, yanına bir güzel çay demlerim. Burada da ailemden biri var artık. Kan bağımız yok ya olsun. O benim Yunanlı babaannem.

04 Mayıs 2009

Bir yeşil daha

Okumak isterseniz (ne yazık ki İngilizce, Hürriyet'in İngilizce gazetesinde yayımlandı) Jane Tuna'nın benimle söyleşi yaparak hazırladığı yabani otlar yazısı:
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=11543912
*
Bahar gelince gözüm hep yeşili görür demiştim. Bugünlerde hem diyetin dayanılmaz hafifliği, hem bahar pazarlarının albenisi beni baştan çıkarmaya devam ediyor. Bu fotoğraf yeni çekilmedi aslında. Sadece bugün için vitamini bol bir öğle/akşam yemeği alternatifi sunayım istediğim için arşivi taradım, bulunca da hemen buraya yapıştırdım. Brokoliyi hafifçe pişirip yemeyi seviyorum. Hem rengini, hem çıtırlığını kaybetmiyor böyle olunca. Tabii vitaminini de öldürmemiş oluyorsunuz. Yazık değil mi içerdiği onca A ve C vitamini ile demir ve kalsiyuma? Bu fotoğraf 2007 sonbaharında çekildiği için içinde etli bir kırmızı biber var. Şimdi mevsimi değil, dolayısıyla sofralarımızda yeri çok yok kendilerinin. En azından benim soframa kırk yılın başı konuk olabilir sera canavarları. Gelelim günlük A vitamini ihtiyacınızın %66'sını, C vitamini ihiyacınızın da %481'ini karşılayan bu basit yemeğin nasıl yapıldığına: Yayvan bir çelik tencereye iki yarım halka halinde doğranmış soğan, bol sarımsak, bir çorba kaşığı zeytinyağı, az tuz ve az karabiber koyup hafifçe kavurun. Şerit halinde doğranmış bir etli kırmızı biberle brokolinin sap kısımlarını ekleyin. Bir kaç dakika da birlikte kavrulsunlar. Sonra da güzelim çiçeklerini koyun tencereye. Kapağını kapatıp kendi suyuyla, çok kısık ateşte 4-5 dakika pişirin ve dumanı tüterken iki tabağa pay edin. Yarısı sizin olsun yarısı da kim talip olursa. 209 kalori almış olacaksınız. Ve kendinizi çoook iyi hissedeceksiniz. (Mehtap'ın diyet sınıfı daha şimdiden toplam 100 kilonun üzerinde verdi bile. Sadece 3. haftasını bitirenler tartıldı, geriye kalanlarımız üç hafta geçirmeyi bekliyor ve kararlılıkla diyetine uyuyor, güzel besleniyor, bol bol yürüyor, bol su içiyor. Tartılmasalar da pantolon ve etekler bollaşmaya başladı. Bir ay sonra dünya çoook daha hafif bir yer olacak ve bu hareketin parçası olanlar kendilerini yeniden doğmuş gibi hissedecekler! Kimse için geç değil. Siz de kilo vermek, yaza sağlıklı ve zinde bir bedenle girmek, zayıflamasanız bile kışın bedeninizde biriken toksinlerden arınmak istiyorsanız bu sağlık hareketinin bir parçası olun.)

03 Mayıs 2009

Güneşköy'den haber var

Aşağıdaki bilgiler Güneşköy web sitesinden:

Sevgili Güneşköy Dostları,
Bahçemiz 2009 başlıyor!
Ailenizi doğal ürünlerle sağlıklı beslemek ister misiniz? Doğaya daha az zarar vermek ister misiniz? Doğal koşullarda yetiştirilen sebzeleri çiftçiden doğrudan almak ister misiniz? Ürünün yetiştiği bahçeyi ziyaret edip çalışmalara katılmak ister misiniz? Ürünlerin haftada bir belirttiğiniz adrese teslim edilmesini ister misiniz?
Evet diyorsanız sizi ‘ Bahçemiz 2009’ projesinin bir parçası olmaya davet ediyoruz!
Ayrıntılar www.guneskoy.org.tr'de...

Yeşil çorba

Aslında bu tarz beslenme bana ters değil. Seviyorum böyle lezzetleri. Dün yeşil çorbanın zamanı geldi demiştim, Mehtap'ın yeşil çorbasının. Daha doğrusu Mehtap'ın çerçevesini çizdiği, benim de evdeki malzemeyle hazırladığım çorbanın. Fotoğraf pek öyle iştah açıcı değil, farkındayım ama oldum olası çorba fotoğrafı çekmeyi beceremem. En azından fikir verir dedim. Tenceremde 250 gr brokoli, 250 gr pazı, 3 taze kelle soğan, arkadaşım Meltem'in bahçesinden körpecik kereviz yaprak ve dalları, 3 çorba kaşığı tam pirinç ve bir çorba kaşığı sızma zeytinyağı var. Biraz tuz biraz da kırmızı pul biber koydum. Pirinçleri önceden haşladım tabii. Onlar yumuşadığında saplarını ekledim. Biraz da birlikte piştiler ve kalanları, yaprak ve çiçek kısımlarını ilave ettim. Yağını indirirken. Mehtap porsiyon başına 1 çorba kaşığı yağ demişti sanki ya ben zaten çorba yaparken tencereye 1 çorba kaşığı yağ koyduğum için bu kadarı bana yetti. Hesapladım, bu miktarı 3 günde yiyecek olursam porsiyon başına kalorisi 150. Sanırım yediğim en düşük kalorili akşam yemeği bu. Üç akşam bu çorbayı içeceğim. Öğlenleri de yeşil tabii sofram. Salatalar, deniz börülcesi, kabuklarını da dişleyeceğim enginarlar var bugünlerde. Yeşil yeşil bakıyorum dünyaya. Zaten bir bahar günü başka ne renk bakar ki insan?

02 Mayıs 2009

Taze iç bakla ve rezeneli bir lezzet

Yeni lezzetler yaratmayı seviyorum, fotoğraftaki gibi. Bazen tesadüfler çok özel tariflerin ortaya çıkmasına yarıyor. Bu da öyle oldu işte. Elimde pazardan aldığım iç bakla vardı. Teker teker kabuklarını ayıklayıp için de içi baklaya ulaştım. Yemyeşil bana bakıyorlardı. Baktım fazla değil. Ne yapsam ne yapsam derken dolaptaki kök rezeneyi hatırladım, içine onu da doğrayayım dedim. Bizim pazarlarda bu ara taze içli sarımsaklar ve taze kök soğanlar da var, onlardan da doğrayınca hacim arttı. Üzerine biraz zeytinyağı gezdirdim, tuz ve karabiber ekledim, tabii biraz da su. Pişirdim hepsi yumuşayana kadar, biraz soğuduktan sonra blenderden geçirdim. Yemyeşil bir güzellik vardı karşımda. O gün Kanadalı misafirim de geliyordu. Sofraya bu kaseyle koydum, tazecik dereotlarıyla süsleyerek. Ekmeklerimizi kızarttım, güzel peynirlerimden çıkardım. Ekmek dilimine bu lezzetten sürüp bir parça da peynir... İlahi bir tat!
*
Bu fettan arkadaş diyete uyar mı diye soracaksınız, biliyorum. Bu güzelliği dörde bölerseniz her bir parçanın 150 kalori olduğunu söyleyebilirim. Fena da sayılmaz değil mi? Yanında bir dilim (40 gr) tam undan yapılmış ekmek (100 kalori) yerseniz o öğünde alacağınız toplam kalori 250 olur. Bu tabağı dörde bölmüyoruz, gördüğünüz tamamı değildi. Kabaca 3-4 çorba kaşığı dolusu diyeyim bir porsiyon için, belki biraz daha fazladır, yapalı 2-3 hafta oldu ne de olsa, göz yanılabilir miktarlar konusunda. Tutmayın pazara gidiyorum, yeşillik sepetimi doldurmam lazım. Deniz börülcelerim yıkandı, haşlanmayı bekliyor. Marullar, varsa yabani otlar, rokalar, tereler alayım, kendimi yeşile bulayayım diyorum bugünlerde. Hem Mehtap'ın yeşil çorbasını da ("Siz hala başlamadınız mı" başlıklı yazıda bulabilirsiniz, bir kaç sayfa geriye gidin sayfasında) yapacağım. Biraz silkeleyeyim metabolizmayı değil mi ama? (Mehtap'ın muhteşem bilgilerinden yararlanan/yararlanmak isteyenler için bir öneri: Lütfen yazıları tarayın, işinize yarayacağını düşündüğünüz tüm bilgileri, notları, diyet önerilerini kopyalayıp bir word dosyası hazırlayın. Sonra da gerektikçe bakarsınız. Bunu neden söyledim? Bırakılan yorumlardan birinde, "ama diyet listesi çok gerilerde kalmış, ayrı bir sayfa olarak yayınlasanız da kolay bulsak" diye bir öneri gördüm ve dayanamayıp kızdım. Bu kadın hem yoğun çalışan bir doktor, hem bir anne, hem eş, hem evlat... Bu işi tamamen gönüllü olarak yapıyor, yani bizleri zayıflatma işini. İşini kolaylaştırmamız ve kendi üzerimize düşen işleri yaparak ona yardımcı olmamız gerekmez mi?)