26 Aralık 2006

Uzaklar (çok da degil)

Yeni yilin alti günü bitti. Sonunda düzenli bilgisayar baglantisina kavustum. Bir de canlar cani Maya'ma. En güzel sürprizi o yeni yilin. Sürpriz degil de iste en güzel sevinci, heyecani, mutlulugu, aski. Uzun yollar asip gelince, kafayi toparlamak da zor oluyor haliyle. Yeni bir yazi (yilbasini geçirdigim Fethiye Yanıklar Köyü'ne ve Pastoral Vadi'ye dair) yarina...
*
Yeni yila girdik de 3 günü bitti bile. Ne garip. Insan kus misali. Bense yilin ilk gününü yollarda geçirdim. Varacagim yere vardim ama. Dönüste yazacagim. Internet kafe köselerinde olmuyor. Insan kafasini toparlayamiyor. Umarim hepiniz yeni yila dilediginizce girmissinizdir. Ben yeni yila on kala odun sobami besliyordum, atesi sönmesin, gece beni isitsin diye. Metaforik olarak baktigimizda (eger ki yeni yila nasil girerseniz öyle geçerse) benim için yasam atesini beslemekle geçecek diye yorumlayabilirim. Tabii 1 Ocak gününü yolda geçirdigimden dolayi yine yollarda geçecegi varsayiminda da bulunabilirim. Kismet. Saglik ve agiz tadi olsun da gerisi olur. Degil mi?
*
Ben dilekleri bir güne sıkıştırmayı sevenlerden degilim. Tüm yil bekleyip bekleyip bir günde (hadi bilemediniz bir haftada) iletmek dilekleri, ne kadar çok farkli yol bulursaniz bulun insani bunaltabiliyor. Ben yüreginde iyilik olan herkes için tüm yil boyunca diliyorum dileklerimi. Günesli günler diliyorum, agiz tadi diliyorum, renkli günler diliyorum, farkindalikla geçen anlar diliyorum... Dolayisiyla bu sefer de gelenegi bozmayip tüm yila yaymak arzusundayim dilek dileme seanslarini. Su an için ise bol bol sevinç ve kucaklasma dileyecegim. Sevginiz daim olsun.
*
Biraz önce Lezzet degisinin Ocak 2007 sayisini aldim. Ooo neler yok ki. Bayram tatlilari, helvalar, ayvali, pazili, narli tarifler, Selanik mutfagina dair bir söylesi. Bir Selanik yemegi olan (mantisi demeli belki) 'farfur'un adini tasiyan bir restoran oldugunu biliyor muydunuz Istanbul'da? Üç nesil bir arada çalisan hos bir aile isletiyor. Besiktas'ta imis yeri. Telefonlari (212) 227 08 10. Galiba en kisa zamanda yolumu düsürmek için çaba gösterecegim. Bir diger haber de dergi yazarlarindan Fisun Kalaycı'nin Montreal'de açtigi Türk lokantasi. Adi Su. www.restaurantsu.com
Ben de Kars'ta geçirdigim güzel günleri anlatmistim. Karsli dostlarimiza ve Kars'i sevenlere (tabii merak edenlere de) duyurulur.

Metro Cash&Carry mağazalarının onuncusu geçtigimiz haftasonu Gaziantep'te açildi. Metro Group Türkiye'ye bundan tam 16 yil önce gelmis. Ilk magazanin açildigi zamanlari hatirliyorum. O zamanlar Istanbul'da yasiyordum ve bize uzak olmasina ragmen gidip alisveris yapar, çesitlilige hayran kalirdik. Tek sorun fiyat etiketlerinde KDV'nin yazili olmamasiydi. Artik raflarda fiyatlar KDV'li ve KDV'siz olarak yaziliymis. Uzun yillardir pek gitme sansim olamadi Metro'ya. Ancak pek çok arkadasimdan özellikle sarap kavinin ne kadar kapsamli ve makul fiyatli oldugunu duydugumdan beri merak etmiyor degilim. Bir süredir Metro-Gastro dergisinin yazarlari arasindayim, biliyorsunuz. Bu vesileyle Metro'nun çalismalarindan zaman zaman haberdar oluyorum. Geçtigimiz yil da ilki düzenlenen Metro-Gastro bulusmasina gitmis, yazarligini yaptigim ve Metro Group sponsorlugunda yayinlanan Yurdumun Yenilebilir Otları kitabini ilk orada görmüs, tek yazari oldugum halde dört yazarli gibi yayinlandigini (hazirlayanlar basligi altinda) görüp çok üzülmüstüm. (Elbette bunun sorumlusu Metro grubu degil, onlar sadece sponsorlugunu üstlendiler kitabin.) Neyse, bunu geride biraktik çoktan. Bu yil bulusmanin 2.si gerçeklesecek. Bu sefer Lütfi Kirdar'da, 18-20 Ocak 2007 tarihlerinde. Vakit yaklastiginda bana gelen bilgileri sizinle paylasacagim. Simdiden heyecani sardi desem?

Metro Cash&Carry Türkiye Genel Müdürü Hakan Ergin açilis dolayisiyla yaptigi kisa konusmada Gaziantep'in kendileri için çok önemli oldugunu söyledi. Bunda haksiz sayilmaz çünkü Antepliler bildiginiz gibi damak tadina oldukça düskünler ve her seyin iyisini almayi severler. Bu yüzden de olabildigince yerel ürünleri ürün listemize eklemeye çalistik, hatta Gaziantep'ten alacagimiz özel, yöresel ürünleri de diger magazalarimizda satmak için çalismalar yapiyoruz dedi Hakan Bey. Metro geçtigimiz yil yerel pirinç çesitlerimizi yerel adlariyla paketlenmis olarak satarak bir ilke imza atmisti. Bugün baska markalarin da benzer sekilde yerel pirinç cinslerini öne çikardiklarini görüyoruz. Bakalim 2. Metro-Gastro Buluşması'nda neler ögrenecegiz?

Gaziantep magazasi için düzenlenen basin gezisinin bir ayagi da Halep'ti. Bir günlügüne de olsa yeniden Halep'e ayak basmak çok heyecan verici idi dogrusu. Ne yazik ki gümrük islemleri, otele varis, ögle yemegi derken gün isiginin çogunu kaçirdik. Böylece de kaleyi aksam görme sansimiz oldu. Her iste vardir bir hayir derler, bu manzaranin güzelligini hiç unutmayacagim. Altindan bir esermiscesine parildiyordu.

Önceki gidisimde Suriye mutfagindan izlenimlerimi anlatmistim. Yukaridaki resim Suriye mutfaginda hemen her zaman sunulan mezelerden biri, tabule. Aslinda bizim kisirimiza benziyor ancak özelligi bol yesillikli olmasi. Bulgur, yesillik ve eksi. Ana özellikleri. Bunlarin disinda muhammara, humus, patlicanli mezeler, peynirli fattus salatasi gibi mezelerle Antep ve Antakya mutfaklarinin benzeri olan içli köfteler, yine Güneydogu mutfaginin benzeri kebaplar var.

Bu fotografi Halep Kapalı Çarşı'sında çektim. Sadece iki saat gezebildigim çarsida bütün gün vakit geçirebilirdim. Bu renkli sekerler ve arkadaki kurabiye Suriye mutfaginin renklerinden sadece iki tanesi.
Bu geziye katilmami saglayan Metro Group yöneticilerine, bizim için çok güzel bir program hazirladiklari, ayrica dostluk ve paylasimlari için çok tesekkür ederim. Benim için gezinin bir baska anlamli yani çok degerli dostum Gonca Tokuz'u görebilmek oldu. Onunla konusacak, paylasacak o kadar çok seyimiz var ki günler, günler boyunca konussak bikmayiz gibi geliyor. Gonca'cigim bana Antep ve Kilis mutfaklarindan güzel lezzetler tattirdi. Etyemezligim Antep'te bir dert ama Gonca her zaman et içermeyen lezzetlerden bir demet sunarak yöre mutfagini daha iyi tanimami sagliyor. Sagol canim arkadasim, öyle güzel yürekli bir ev sahibisin ki. Iyi ki varsin!

19 Aralık 2006

Pazardan aldim on tane


*** Bu çiçekler o kadar güzel ve buraya da o kadar yakistilar ki, onlari geriye itmeye gönlüm razi olmadi. Varsin bir kaç gün daha dursunlar burada. Tadini çikarsinlar biricikliklerinin. Benim de sesim çikmayiversin bir kaç gün. Onlarin günü oluversin. Ne çikar? ***
Pazardan bir tane aldiginiz nar, eve gelince bin tane olur belki ya pazardan on tane aldiginiz nergis demeti, sizi daha çok mutlu eder. Müjde nergisler 50 kurusa düstü. Herkes öyle mi satiyor bilmem ama ilk sordugum delikanli "geçen hafta 75 kurusa veriyorduk ama bu hafta 50 kurusa düsürdük" deyince basladim demetleri toplamaya. Bir, iki, üç, dört... Sekiz tane alayim dedim. Aaa o da ne hashas otu çikmis. Kaça kilosu? 2 lira. Tüh pek de güzel olur, çitir çitirdir ama yarim kilosu da çok gelir. E 250 gram vereyim abla. Olur hadi öyle yapalim. Sonra bir hesap. O eder 50 kurus, sekiz demet çiçek 4 lira. Bari bir demet daha alayim olsun yuvarlak hesap. Etti mi bir kucak dolusu çiçek. Koklaya koklaya yürürüm artik. Baska ne alsam? Kemer mandalinalari pek sulu. Iki kilo ondan, Gazipasa muzundan bir kilo, brokoliler pek güzel, tamam anlastik. Turplara ne demeli? Annem turba as eriyor bugünlerde. Söyle havuçla birlikte rendelesek de salatasini yapsak. Kaça kilosu? 50 kurus. Bir kilo da turp alalim. Yerelmasi almadan olmaz, bir kilo da ondan. Sonra yolda yürürken bir teyzenin kucaginda lisianthuslar. Aaa nereden aldiniz teyze onlari? Kizim bilmem ki? Sedaaaa nerden aldik biz bunlari? Alacak misiniz? Tabii alacagim, bu pazarda hiç görmemistim. Çarsambada bir adam satar, o mu acaba? Yok ben bir kadindan aldim. Ot da satiyordu. Surdan saga dönün o sokakta. E saptik. Yooook? Bir saga daha sapayim. Vallahi var. Kaça demeti? Bir lira. Bak sen benim adam 2 liraya satiyordu. Renkleri de öyle güzel ki. Beyazi var, pembesi, eflatunu, moru, alacalisi. Kaç demet kalmis? Bes. Hepsini ver sen bana. Oldu mu size iki kucak dolusu çiçek. Eve getirirsin, baglarini çözersin. Vazolara yerlestirirsin. Lisianthuslarin yarisi Ayser'e. Bizim tatli mi tatli komsumuza. Nergisler benim. Nergislerimi paylasamam. Odam misler gibi kokuyor. Bugün benden mutlusu yok!

Merak edenler için bu da hashasotu. Yabani bir ot degil. Iç Akdeniz'de bildiginiz gibi hashas yetistiriciligi yapilir. Hashasin ayni zamanda bir uyusturucu olmasi nedeniyle kontrollü ve izinlere tabi olarak yapilir bu üretim. Olaganüstü güzel çiçekleri vardir hashasin. Laleye benzerler uzaktan baktiginizda. Issiz tarlalarda, rüzgarda salinirlar, beyaz beyaz, bordo bordo. Iste baharda çiçege dönüsecek olan hashaslar simdilerde bilemediniz 15-20 santim uzunlugunda tarlalarda. Sıkça dikilirler ya büyümeye basladiklarinda seyreltilmeleri gerekir. Iste seyreltirken söktüklerini toplar pazara getirir bizim köylüler. Neden mi? Çitir çitir ve pek lezizdirler de ondan. Nefis salatalar yapilir onlardan. Iste yukarida bahsettigim, azicik da olsa satin aldigim hashasotunun görüntüsü.

13 Aralık 2006

Kabak tatlisini kim sevmez?


Unutansoylardan Tijen yine bir blog'da görüp aaa zamani gelmis dedi. Oysa kabakgilleri pek sever. Asagida tatlisinin tarifi vardir ya o kabaktan pek çok sey yapar. Sadece yesiliyle degil, balkabagiyla da. Ne bileyim çorbasini yapar, bulgur pilavini yapar, sebze kavurmalarina koyar... Oysa arsivini taramaya basladiginda aradadigi fotograflari bulamamistir. Burada size anlatmaktan zevk duyacaktir elbet. Aslinda ilginçtir, Lezzet dergisinin bu ayki sayisinda bol miktarda balkabakli tarif var. Ben de tesadüf bu ya, Cadilar Bayrami yazisi yazmis ve sonuna kabakli tarifler eklemistim. Kisaca buraya aliyorum o kismi ama önce bu etkinligin evsahibesi Vildan'a tesekkürler. Vildan yayinlamaya baslamis bile harika kabakli tarifleri. Hemen ziyaretlere baslayabilirsiniz. Ben basladim bile. Önce Lezzet dergisinde yer alan yazinin balkabakli tariflerle ilgili bölümünü buraya aktariyorum. Yazinin tamami ve diger muhtesem kabakli tarifler için hala dergiyi alabilirsiniz, bayinizde tükenmediyse tabii:
"Bu çok lezzetli cennet meyvesini (ona sebze demeye dilim varmıyor) çorbada kullanmayı seviyorum mesela. Balkabağı ve patatesi haşlayıp eziyor, krema, tuz, karabiber, muskat ekliyorum. Doğranmış taze soğan sadece renk vermiyor, çorbanın lezzetini de katlıyor. Ufacık doğradığım balkabaklarıyla pişirdiğim ve yine bol taze soğan eklediğim bulgur pilavı çok farklı oluyor. Arkadaşım Şükran’dan öğrendiğim ve severek yaptığım balkabaklı pizza da aklımın baş köşesindeki tariflerden. Böreklerde, kek, kurabiye, tart ve ekmeklerde (tatlı veya tuzu olarak) kullanabileceğiniz balkabağını makarna sosu olarak da değerlendirebilir, İtalyanların ‘ravioli’sinde, rahmetli anneannemin ‘kulak mantısı’ dediği, bir adı da ‘piruhi’ olan haşlanarak yenen iri mantıda, sebze kavurmalarında yer verebilirsiniz. Rahmetli Mestan Yapıcı hocanın Kabak Yemekleri adlı kitabında okuduğum Coraz Geceleri ise Anadolu topraklarında kutlanan Cadılar Bayramı bir bakıma. Ödemiş-Beydağ yöresinde zemherinin 27'sinden itibaren üç gün (18-20 Ocak) 'Coraz Geceleri' olarak kabul edilirmiş. Çeşme’de de 'Karakoncolos Geceleri' adıyla anılan yılın bu en soğuk gecelerinde ‘coraz’ denen buruşuk yüzlü korkunç cadının bacadan inip evdeki kızların saçlarını çekeceğine, su kaplarına tüküreceğine inanılırmış eski zamanlarda. Kızlar o günlerde cadıya yakalanmamak için erkenden eve kapanırlarmış. Bu geceler boyunca yörede kabaklı yemek ve tatlılar yapılır, bu günlerde kabak yiyenlerin yıl boyunca boğazının ağrımayacağına inanılırmış."

En yukaridaki fotografi bir kaç yil önce bir sempozyumun yemeginde çekmistim. Tarif Feriye Lokantası'nin sefi Vedat Başaran'a ait. Tam tarifini de bilmiyorum zaten ancak hatirladigim kadariyla çok zengin bir malzeme listesi vardi. O koca balkabaginin üst kismi kesilip çekirdekli kismi oyulmus, içine bol miktarda dogranmis kuru incir, kuru kayisi, badem, antep fistigi vs yemis ve kuru meyveler doldurulup kapagi kapatilip firinlanmisti. Seker var miydi hatirlamiyorum. Sanirim firindan çiktiktan sonra balkabagi da pistigi için güzelce karistirilip öylece sofraya getirilmisti. O kadar lezzetliydi ki ikinci tabagi aldigimi hatirliyorum!
Bir sonraki feci fotografi da evvelki yil yazlikta çekmisim. En eski makinemle ve en beceriksiz halimle. Buraya koymayabilirdim ama yine de fikir vermesi için koydum. Pazardan orta boy bir kabak almistim. Balkabagi formundaki yesil kabaklardan. Onunla denedigim tarifti bu. Ancak Boston'da yasarken ev arkadaslarimla oradaki mini balkabaklariyla yapar ve pek severdik. Oradayken kabaklari ortadan ikiye keser, çekirdekli kisimlari temizler, içine esmer seker koyup firinlar, sonra da kasikla yerdik. Bu sefer birine pekmez ve elma kurusu, ötekine ise sadece seker koyarak yaptimdi. Fena degildi ancak balkabagi kadar lezzetli de olmamisti. Koca bir kabakla denemek istersiniz belki ama deneyecekseniz bence Vedat Basaran'in tarifini deneyin. Gerçekten olaganüstü!

Bu da balkabakli bulgur pilavimin fotografi. Herhalde çekeli 3 yil olmali. Yapimi çok kolay. Kuru sogan kullaniyorsaniz önce onu zeytinyaginda biraz kavuruyor, küp seklinde dogradiginiz balkabaklariyla bir dakika çevirdikten onra bulgurunu, suyunu, tuzunu falan koyup pisiriyorsunuz. Atesten aldiktan sonra da bol taze sogan, servis sirasinda isterseniz benimki gibi susam. Hepsi bu. Ilk duydugunuzda burun kiviracaksiniz eminim ama en burun kiviranlar bile begenecektir. Söz yahu! Deneyin, pisman olmayacaksiniz. Vildan'a ve emek verip muhtesem tarifler yaratan, deneyen, sunan tüm arkadaslara tesekkürler.

Sahi var midir sevmeyen? Vardir belki kimbilir. Dün pazara gitmisim, gitmisken alti demet nergis alip (abarttim biliyorum ama ne yapayim dayanamiyorum. Hem nereden çiktiysa alti demet!) bir de kabakçida çok çok güzel bir Adapazari balkabagi görmüs, ondan da tarttirmisken ve eve gelip onu pisirmisken... Aslina bakarsaniz bir de firinlayayim diyordum her zamanki gibi ya bir baktim bütün suyunu çekmis ve dagilmaya baslamis, vazgeçtim bu sevdadan. Ceviz kirdim biraz, dövdüm hafifçe ve üzerine serpeleyip... Hmmmm. Koca bir tencereyi yiyebilirim!

Neyse ki daha saglikli aliskanliklarim da var. (hos kabak tatlisini olabilecek en az sekerle pisirdim. Diger alternatifleri de gözden geçirmedim degil. Pekmezle yahut balla veya stevia ile de pisirebilirdim belki ya onun o güzelim turuncusunu, kabuklarin dibindeki yesil kismini seyretmeyi pek sevdigimden mecbur sekere gitti elim.) Iste o saglikli aliskanliklardan biri de bu resimdeki yaratik. Geçen gün, hem de NTV'de bana göre korkunç bir çeviri hatasi yapildi. Orhan Pamuk serefine verilen Nobel yemeginde sunulan mönü aktarilirken yemekte 'Kudüs enginari' da servis edildigi söylendi. Oysa Kudüs enginari denen sey yerelmasından baska bir sey degil. Ingilizce'de 'Jerusalem artichoke' adiyla bilinen bu leziz kök bitki bizde de bol bol yetisiyor. Isveç'te ne sekilde pisirdiklerini bilmiyorum ama ben onu çig çig yemeye bayiliyorum. Her gün ögle saatlerinde -tam bu saatlerde- dolaptan 7-8 tane yerelmasi çikarip isinmaya birakiyor, sonra meyve seansinda (bu hafta bizde yerli muz, çitir elma, yemyesil kiviler, komsumuzun bahçesinden portakallar ve yine bu civarlarin kokulu mandalinasi var) soyup çitir çitir yemeye doyum olmuyor. Bana kalirsa en güzel meyvelerden biri yerelmasi!

11 Aralık 2006

Yemek yapmak

Dün Atlas dergisini okurken özellikle Mevlana Yolu dosyasindaki fotograflardan ve yazilardan alamadim gözlerimi. Bir süre devam edecek büyük bir proje bu. Mevlana ve ailesinin Konya'ya gelene kadar yaptiklari yolculugun izlerini sürmüs Atlas ekibi. Yazi içinde geçen su sözler (elbette Mevlana'nin) biraz daha açti gözlerimi:

Etmesin tek söz dilin, üç sey için;
Bir yolun, bir altunun, bir mezhebin.
Celbeder daima bu üç sey düsmani,
Bir tuzak bekler düsüp av olmani.
Söylesen bir sirri birkaç ferde sen,
Dinle artik ummadik dillerde sen.

07 Aralık 2006

Kaçak yuvaya döndü


Bu sefer kaçak olmayi seçtigimi söylesem? Yogun bir Izmir gezisinden sonra tek arzum yalniz kalabilecegim bir ortamdi. Kisacik bir Istanbul seyahati için pek çok dostuma söz vermistim. Hepsini göremeyecegimi bile bile. Ben de sessiz kalmayi, kendimi zamanin akisina birakmayi seçtim ve karsima çikan firsatlari degerlendirdim. Bu aslina bakarsaniz biraz is agirlikli bir gezi oldu. Nicedir planda olan sey gerçeklestirildi mesela. Atlas'tan Gökhan Tan'in (bu sayida çok özel bir haberi var Gökhan'in. 'Üsküdar'ın Saklı Limanı' baslikli bu haberi okumanizi dilerim.) çabasiyla Istanbul'un bir ucundaki Hürriyet binasina gidebildim. Böylece neredeyse iki yildir yazarligini yaptigim halde ekibiyle tanisamadigim Formsante dergisine ve bir yildir yazdigim (Emine'cigimi kaç yildir taniyorum gerçi ama) Lezzet dergisine de ugrama sansim oldu. Güzel yürekli insanlarla tanistim, zenginlestim. Dostlarimin beni simartmasina izin verdim bu gezide. Yukaridaki gezi ilk simariklik günümde, Wagamama'da çekildi. Resimdekileri ördekli oldugu için ben yiyemediysem de bana özel gelen sebzeli mantiyi, özel bir yöntemle pisirilmis çerezlik fasulyeleri, yanlislikla önce tavuklu gelen ancak sonra düzeltilip etsizine kavustugum japon makarnalarini sevdim. Gerçi bir de hata yaptim. O en kalin 'soba' noodle'lari seçmek, hem de kuru yemekte, pek akillica degil. Çubuklari tutarken acemilesiyor insan, çubugundan kayip giden makarnalarla eglenmeyi becerebiliyorsaniz ne ala tabii. Bana göre oldukça eglenceliydi. Orada saatlerce oturup insanlarin gelis gidisini seyretmek eglenceli olabilirdi. Her ne kadar çabucak yiyip kalkman tercih edilir olsa da (sonuçta orasi bir fast-food restorani ve özellikle ögle saatlerinde çalisan insanlarin çokça geldigi bir yer) ben sakince çayimi yudumlayip o hizin disinda kalmayi seçebilirdim.

Açilali aylar olsa da ben ilk kez gidebildim Ekolojik Pazar'a. Bugday Dernegi'nin çabalari, Şişli Belediyesi, Milupa ve Pınar'in katkilariyla yasamini sürdüren ekolojik pazarin biraz daha merkezi, biraz daha eli yüzü düzgün bir yerde olmasini dilerdim. New York'ta gittigim ekolojik pazarlar öyle merkezi, öyle kolay ulasilir yerlerdeydi ve öyle rahat, aydinlik, ferahti ki bizdekinin de öyle olmasini diledim. Insallah bir sonraki asama pazarin yerini (mesela) Taksim Parki gibi insanlarin kolay ulasabilecegi (aksi takdirde ille de arabaniz olmali ya da taksiye ihtiyaç duyuyorsunuz. Saatte bir Mecidiyeköy metroya kadar giden bir otobüs servisi var ancak bu koskoca kentte yasayan insanlari oraya çekmeye yeterli mi bilmiyorum. Ben yillardir görmedigim dostlarimi gördüm orada. Sonra Bugday ekibinden çok sevdigim insanlari, Victor'u, Oya'yi, Günesin'i, derginin yazarlarindan Uygar'i, dernek ekibinin tatlilarindan Leyla'yi... Oradaki her üreticiyle ayri ayri söylesmeyi, her birinden alisveris yapabilmeyi isterdim ya seferiydim. Birazcik beni sevgiyle agirlayan Sibel'cigime, birazcik ziyaretine gidecegim bir dosta derken yine de eli kolu bos çikamadim oradan. Ne olur gidin, kendi gözlerinizle görün. Tadlarin tadina varin. Lütfen.

Bu nefis likörler Giritli'de çekildi. Bir Ayşe Şensılay var ki orada insanin ona cani feda olsun. O güzelim kadin yillar yili büyük emekler verdigi Giritli'yi her gün biraz daha ileriye tasiyor. Bir kere gittiginizde önünüze tabaklar dolusu meze geliyor. Neler yok ki aralarinda. Otlar, kirma zeytinli, peynirli salatalar, tütsülü baliklar, lakerdalar, zeytinyaglilar... Sonra sira geliyor ahtapotla kalamara. Lavas hamurundan yapilmis otlu kapali pide misali bir börek damaginizi zenginlestirirken soruyorlar "balik?" Ne baligi diyorsunuz yer mi kaldi? Ayse de diyor ki e herkes rahatlikla yiyebiliyor, hayatta olmaz. Ayse yapma allahaskina yiyecek yer mi kaldi bizde? Öyleyse tatli, likör ve kahveye geldi sira diyor. Firinlanmis tahin pekmez muhtesem. Bir de onun minicik Girit börekleri var ki tadina doyulmaz. Likörleri sayiyor, gül, sakiz, karadut, mandalina, karisik narenciye, ahududu... Seçmekte zorlaniyorsunuz. O bunu bildiginden tonla temiz likör kadehi getirtmis. Birer yudum tadiyorsunuz. Yaninizda da Sema Temizkan gibi bir rahatlatici dost varsa eger, midenizi rahatlatmak için Sultanahmet'in gecesine daliyor, sakin sakin yürüyorsunuz tramvaya dogru.

Yolum Beyoglu'na düserse, ki her zaman düser, ugramadan ayrilamadigim bir baska huzur mekanim vardir. Üçyıldız Şekercisi. Feridun Bey'in o kibar sesini duymadan, azicik da olsa tattirmalik badem ezmesi almadan, o insani içine alan ortami tatmadan ayrilmak olur mu? Son saatlerde biraz anneye biraz Ayfer'e derken iki ufak paket badem ezmesi çantada yerini aliyor.

Ayfer de Ayfer'dir. O da beni simartan dostlarimdan biridir. Beyoglu'na çiktigimda yemek yedigim iki mekandan birini isletir. Orada yedigim kiremitte pazi sarmasi var ya insani topraklayan, yasama baglayan tatlardandir. Ayfer'in Parsifal'inde ben hep sevgiyle karsilanirim. Bu sefer menüye yeni koyduk bir tat diye resimdeki nefis lahana sarmasindan ikram etti. Hafif eksili sosuyla Rumeli usulü gibi bir güzel lezzetti iste. Artik Parsifal'in sitesi daha güncelmis. Tüm güzel yemek severlere duyurulur. Bir girip bakin. Elbet yolunuz Beyoglu'na ya da Taksim'e düsecek. Parsifal, Kurabiye sokakta. Aksanat'in arka sokagi oluyor, bilmeyenler için.
*
Bugün basin emektari bir agabeyimizin sitesinden bahsedecegim. Ona su linkten ulasabilirsiniz. Basinin dünü bugünü ilginizi çekiyorsa içeriden birinin pek çok dersler içeren sözlerini okumalisiniz.

04 Aralık 2006

Kadinlar için


Hülya Kurt’u tanimiyordum. Hala tanimiyorum. Ancak neler yaptigini biliyorum. Birazcik. Hülya Kurt kadinlar için çalisan bir kadin. Bana yazdigi ilk notta sunlari söylemisti: “Çok kisaca söz etmek gerekirse, Basak Kadinlari, Ümraniye Mustafa Kemal mahallesinde yasayan ve hayatlarina sahip çikmaya çalisan 40 kadar kadinin olusturdugu bir kooperatif. İNSEV'le baglantisi, Ümraniye Toplum Merkezimiz’de 8 yildir aldiklari çeşitli egitimlerden bir kollektif yaratmış olmaları. Biz İNSEV olarak sorun sahibi degil, sorun sahiplerine egitim ve saglik konularinda aracilik eden bir sivil toplum kurulusuyuz. Ama Basak Kadinlari ulasabildigimiz kesimin içinde, bizim de destegimizle, kendi sorunlari etrafinda örgütlenen gerçek bir sivil toplum kurulusu. Biz bu nedenle onlara her türlü destegi saglamaya çalisiyoruz. Birlikte Başak Yasam Atölyesi adli projeyi hazirladik. Öncelikli problem ekonomik oldugundan, toplu yemek hizmeti eksenli toplumsal bir kalkinma projesi. Bu proje maliyetinin yarısı, yani kurulum masraflari, Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Destekleme Fonu’ndan karsilaniyor. Ancak geri kalani özellikle egitim masraflari için bu konuya önem veren kisi kurum ve kuruluslarin, ayni, nakdi destegine ihtiyacımız var.”
Mesela bir yemek üretim projeleri var. Istiyorlar ki kadinlari toplu yemek hizmeti vermek üzere egitebilsinler. Böylece em kadinlar gelir saglayacak, hem de yasadiklari Ümraniye bölgesinde yasayanlar annelerinin yemeklerini yiyebilecekler. Ne güzel degil mi? Evlerinde oturan, zamanini televizyon karsisinda bos bos geçiren ne çok kadinimiz var. Düsünsenize onlar yasama katildiklarinda ne güzel seyler olabilir. Bizler ne yapabiliriz kadinlarimiz için? Haydi hepimiz düsünelim ve çözümler üretelim. Diger projelerle ilgili bilgi edinmek için İNSEV’in internet sitesine girer misiniz? Iletisim için proje koordinatörü Nesrin Uçar’a da ulasabilirsiniz. (Yukaridaki fotografin bu projeyle ilgisi yok. Ayse Teyze'cigim sevgili arkadasim Ismet'in annesi. Iki yil önce Burgazada'da bizim için otlu börek yapabilmek için yol boyunca topladigi otlari güzelce yikamis, o güzelim bahçeye kurulmus, dogramaya baslamisti. Iste bu fotograf da o unutulmasi güç günden bir kare.)
*
Su linkte Metro-Gastro dergisinin son sayisinda yer alan yazilardan özet bilgileri bulabilirsiniz. Henüz ben de göremedim ama anlasilan yine harika bilgiler edinecegiz!
*
Yeni yazilar, yeni anilar bir kaç gün içinde...

01 Aralık 2006

Sonra ne olmus

Sonra, yani gezinin ikinci günü Verde'nin ve zeytinyagi sektörünün durumu konusunda bilgilerin verildigi bir basin toplantisi yapilmis, toplantidan sonra ise Urla'ya dogru yola çikilmis. Hava güneslidir. Sicaciktir. Kistan çok ilkbahari andirmaktadir. Ne yazik ki Izmir'in satsuma denen tatli mi tatli, leziz mi leziz ince kabuklu mandalinalari satilmadigi için dallarda çürümeye terkedilmistir. Sahil yolu kalabaliktir. Herkes Urla taraflarina dogru akmaktadir.

Urla Iskele'deki Orkinos Restoran'da denize nazir masalar bizi beklemektedir. Üzerinde mevsimin otlari vardir. Bir tanesi de budur. Ne güzeldir ama. Üzerine tazecik bir zeytinyagi gezdirir, limonla helallestirirsiniz. Ekmeginizi banar banar yersiniz. Baska otlar da vardir. Sonra fava vardir, ahtapot salatasi vardir, hos görünümlü bir patlican salatasi vardir. Ardindan izgara kalamar ve izgara sardalya gelir. Gelir gelmesine ya Tijen'in akli fikri pazardadir. Simdi kimbilir ne güzeldir o renkler!

Sorarim size, bu teyzenin gülüsüyle baslayan bir gün kötü gidebilir mi? Onun hayir duasini aldiysaniz, daglardan topladigi otlardan attiysaniz çantaniza, mutsuz olabilir misiniz? Olunmaz elbet. Bu teyzem (adini unuttum) Figen'cigimin pazarci dostlarindan biri. Onu görür görmez hemen sarilip dur sana ot koyayim diyen bir güzel kadini nasil sevmez insan?

Simdi kocayemis zamani. Kimilerinin deyimiyle dag çilegi. Istanbul'da da adalarda bulunan kocayemis Ege'nin fotojenik meyvelerindendir. Izmir'de pazarlarda ve kimi zaman Kemeralti'nin sokaklarinda satilir. Onu çok fotograflamisligim var. Dalinda da, sepette de, tabakta da. Severiz kendilerini.

Simdi çintarin da zamani. Urlalilar ona 'çam mantarı' diyormus. Dogrudur da. Çamlarin altinda bulunur daha çok. Aralara çamlarin kurumus dikenleri karisir. Lezzetli bir mantardir ya pazardan bol bol mantar alip Istanbul'a goturen basin mensubu genç hanimlardan biri o aksam arayip 'bunlarda kurt var ne yapacagiz' deyince allahallah ben çintarda kurt hiç görmedim ama olabilir, kurt varsa zehirli olmadiginin garantisidir dedim. Eh kurtlari görüp de yemek herkes için mümkün olmadigindan kurtlulari atin isterseniz dedim. Yoksa Karadenizli kadinlar kurtlu olanlari haslayip kurtlarindan arindirir, bir güzel kavurup koyarlar sofraya. Ben de kurt görünce yiyemeyenler familyasindanim.
Iste bir gezi de böyle geçti. Aksamüzeri mandalinlerimizi de alip otobüse yerlestik. Herkes mandalina yiyordu. Mis kokusu kabugun, otobüsün içine yayildi. Havaalani, yolculuk ve güzel bir haftasonunun anilari... Böyle geçti iste bir gezi.