29 Mart 2012

Tatlı ekmek

Güney Afrikalı ailemin benim için hazırladığı "snoek braai"nin bir parçası: Karamelli ekmek. (Snoek bir tür balık. Güney Afrika'da barbekü yaparken eti tercih ediyorlar daha çok ya bazen balık barbeküsü de yapılabiliyor. Hele de evde benim gibi etyemezler varsa.) Nefis bir şey. Yedikçe yiyesiniz geliyor ama fazla yiyemiyorsunuz. Yememeyi seçtiğinizden yani. Yoksa yenir. Hem de nasıl. Özellikle de çayın yanında. Gerçi onlar barbekü yaptıkları zaman hazırlıyorlar bu ekmeği. Yapılırken izlemedim ama tarifini internette buldum. Hazır aldığınız ekmek hamurunu parçalara ayırıp yuvarlıyorsunuz. Bir kilo ekmek hamuruna 1 su bardağı esmer şeker ve 1 su bardağı krema kullanılıyor (linkteki tarifte şeker miktarı belirtilmemiş gerçi ama). Ailem açık havada, açık ateşte, resimde gördüğünüz demir tencerede pişirdi ekmeği. Fırında da pişirilebiliyormuş. Geniş kenarlı kalıbın dibi esmer şekerle kaplanıyor, üzerine hamur topları sıkıca diziliyor, krema dökülüp istenirse üzerine de şeker serpiliyor (bizimkiler şeker serpmemişti). Kabarması için bir süre beklendikten sonra 180 derecede 40 dakika kadar pişirilen ekmek afiyetle yeniyor. Ben içimden "acaba şekere tarçın da eklense nasıl olur" diye düşündüm ama yakın bir zamanda bu tarifi denemeyi düşünmediğimden (beğenmediğimden değil, hem şeker tüketmek istemediğimden, hem de gıda alımına sınır getirmeye çalıştığımdan) nasıl olacağını bilemiyorum. Deneyen olursa ne olur bana da bildirsin. (Bence esmer şekere onca para vermek yerine beyaz şekere 1 çorba kaşığı pekmez eklenip karıştırılarak da renk verilebilir.)

26 Mart 2012

Ben geldim

Adı "Mutfakta Zen" olan bir blogda su aygırı fotoğrafı görmek garip değil mi? Bence öyle ama ne yapayım dayanamadım. Şu sevimliliğe bakar mısınız? Güney Afrika'da gördüğüm en sevimli hayvanlardan biriydi hipopotam, yani su aygırı. Onlar kısaca "hipo" diyorlardı geceleri sudan çıkıp kentte dolaşan su aygırlarına. Dediklerine göre çok tehlikeli bir hayvandı. "Size doğru geldiğini görürseniz hemen bir ağaca tırmanın" demişlerdi. Şaka mı bu diye düşünmüştük. Tam bu uyarının üzerine gerçekten şehrin ana caddesinde salına salına yürüyen kocaman bir hipo görünce ister istemez paniğe kapılmıştım. G. Afrikalı dostumuz Abrie telaşlanma, bir şey yapmaz dese de ikna olmamış, onu yolun karşı tarafına sürüklemiştim. Gülmüştü bu halime, gerçekten bir şey yapmaz demişti. "İyi de ne bileyim, ben her gün sokakta hipo görmüyorum ki" diye karşı çıkmıştım. Sessizce izledik. İstifini bozmadan, o koca bedeniyle salınarak yandaki sokağa dönmüş, yürüyüp gitmişti. Biz ise arkasından bakakalmıştık. St. Lucia'daydık, Güney Afrika'nın UNESCO kültür listesindeki sulak alanının kenarına kurulmuş kentte. Neredeyse her şey turistler içindi. Hava sıcak, güneş keskin, biz yorgun. Bir kısmımız (tamamı farklı ülkelerden küçük bir gruplaydım) günlerin yorgunluğunu yaşadıktan sonra sabah erken kalkıp geziye gitmeyi reddetmiş, ev konforundaki odalarımızda kalmış, sabah sakin birer kahvaltı yapmıştık. Ana cadde üzerindeki meyve satıcılarından olgun avokado ve domates, marketten de peynir, zeytin, salatalık ve tam tahıllı ekmek almıştım. Çayım da vardı. En sevdiğim "lady gray" çayım. Onu da bir güzel demlemiştim. Benden keyiflisi yoktu. İşte bu hipoları o akşamüzeri çıktığımız tekne gezisinde görmüştük. Öyle sevimliydiler ki. Su aygırları enteresan hayvanlar. Olur da onlar hakkında biraz daha fazla bilgi edinmek isterseniz buyrun buradan okuyun.