30 Ocak 2007

Metro-Gastro buluşması

Perşembe eklentisi. Aşağıda Divriği'ye has bir lezzet var, iç. Bunu gören Özge geçmiş günleri anımsamış ve ne olur bana iç tarifi verin demiş. 'İç'in ustası Fatma Pekşen'dir. Ben de ondan rica ettim. Fatma'cığım bugün Divriği'nin kısırı olan 'iç'in tarifini aktarmış, sevgili Müjgan Üçer'le birlikte hazırladıkları ve yeni baskısı yakında çıkacak olan Divriği'de Mutfak Kültürü kitabından. Merak edenleri Fatma'nın sitesine, mutfak solistine davet ediyoruz efendim. (Biliyorum akşama tamamlarım diye söz verdim ve aradan iki gün geçti bile. Bu aralar ruh halim çalkantılı, kendime gelmeye çalışırken hayatta aksamalar olabiliyor. Affola.)
*
Broşürler, tadımlıklar, fotoğraflar, anılar.
Bir Metro-Gastro buluşması daha geçti. Bu yıl ikincisi düzenlendi ya önceki yıla göre iki kat büyük bir alanda ve daha fazla katılımcıyla.
Vaktiniz varsa mutlaka gidin isterim demiştim, bilmiyorum duyuru üzerine kalkıp giden oldu mu ama Zuhal'ciğim giderek harika bir iş yapmış ve benim ekleyemeyeceğim kadar çok fotoğrafla pek güzel anlatmış. Ziyaret edip fotoğrafları görün, anlatacaklarını dinleyin isterim.


Benim için Metro-Gastro buluşması'nın ayrı bir önemi var. Bir kere Metro-Gastro dergisinin yazarıyım ve Nilhan'la çalışmayı çok seviyorum. Her zaman sağduyulu, çalışkan, yaratıcı ve üretken bir yayın yönetmeni Nilhan. Dergiyi çok seviyorum. Her sayıda çok değerli araştırmacıların her biri birbirinden değerli yazıları yer alıyor. Nilhan Aras her sayıda başka bir ilimize gidip o yörenin mutfak kültürüne dair pek çok değerli bilgi aktarıyor, harika fotoğraflar eşliğinde. Yöre insanıyla konuşuyor, onların tariflerini derliyor, mutfakla ilgili malzemelerle ilgileniyor ve özel bazı yiyeceklerin yapım aşamalarını gösterir fotoğraflara da yer veriyor. Bunu da çok önemsiyorum. Son sayıda da Sivas mutfağını inceliyor ve iki kere gittiğim halde duymadığım, görmediğim, tatmadığım bazı yiyeceklere de yer veriyor.


Hoş benim Sivas'ta iki harika dostum var. Müjgan Üçer ve Fatma Pekşen. Her iki gidişimde de Pekşen ailesine konuk oldum. Pekşenler aslen Divriğili. Fatma'cığım etyemez arkadaşına Divriği'nin etsiz güzel lezzetlerinden tattırdı, Müjgan Hanım da çaya konuk ettiği sefer sırf benim için madımaklı börek ve Sivas lezzetlerini tattırabilmek için peskütan çorbası ve Sivas'ın meşhur tatlısı hurma'yı yaptı. Son gidişimde Fatma'cığımın akrabalarına konuk olduk ve Divriği'nin önemli konuk ikramlarından, buluşma vesilelerinden (yukarıdaki fotoğraf) 'iç'i tadabildim. Anlayacağınız Sivas benim için dostlarla özel bir yer. Bu yüzden de çok etkileyiciydi Sivas'a dair kapsamlı bir yazı görmek. Sivas mutfağı çok zengin. Sevgili Müjgan Üçer'in çok kapsamlı ve yıllar alan araştırma kitabı Anamın Aşı, Tandırın Başı (Kitabevi Yayınları, 2006) bunun en güzel örneği. Sizden ne çok şey öğrendik Müjgan Hanım, elleriniz dert görmesin.

Metro-Gastro buluşması 18-20 Ocak günlerinde idi. Çok kısa bir süre önce yine Metro'nun düzenlediği bir basın gezisine katıldığım için oradan tanıdığım güzel insanları görmek sevindirdi. Yazı İşleri Müdürü Ayla Ceylan mesela. Onu hep gözlüklerinin ardından kibarca gülümseyen ve her daim sakin kalabilirmiş gibi hoş duruşuyla hatırlayacağımı biliyorum. Geçen yıl tanıştığımız Satınalma Müdürü Birol Bey'le yeniden karşılaştım ve Metro'nun sebze-meyve reyonlarıyla ilgili bilgiler alabildim ondan. Bodrum mandalinası tattım sonra.


Hala mevsimi dışında yemeye bayılmasam da, hakikaten çok lezzetli hibrit domatesler tattım. Şaşırtıcıydı doğrusu! Fuar alanında onlarca çeşit domates tattırıyorlardı. Bir kaç tanesini tattıktan sonra yine de Bodrum mandalinalarını seçtim. Veritas'ın ithal ettiği meyveler de vardı Metro standında. Onlardan birini tattım. İri bir Malta eriği (yenidünya) görünümündeki granadilla'ya bayıldım! Geçtiğimiz yıl da yine aynı fuarda Veritas'ın getirdiği başka ithal meyveleri tatmış, sonbahardaki New York ziyaretimde buna yenilerini eklemiştim.


Erüst Tarım'a 'Ege otları' yetiştirtmişler. Ebegümeci, şevketi bostan, arapsaçı, radika, turpotu, labada. Her mevsim bulunacakmış Metro'da bu otlar. Sebzelerden sonra mantarlara geldi sıra. Resimde gördüğünüz istiridye mantarlarını oracıkta koparıp yiyebilirdim. Bir başka standda soya filizi ve yonca filizi yapımını gördük. Oracıkta yapmıyorlardı da plastik sandıklar içinde, üzeri çuvalla örtülmüş, yeterince uzamış soya ve yonca filizleriyle karşılaşmak pek sevindiriciydi. Bilirsiniz, kaç yıldır filizlendirilmiş besinlerin ne değerli yiyecekler olduğunu söyler dururum. Yonca filizini bazen ben de evde yapıyorum ya Türkiye'de hazır olarak satıldığını görmemiştim. Onlar da Yeşim Gıda tarafından üretiliyormuş.


Sonra dolaşmaya devam ettik sevgili Muzi ile. Balık standları, et standları, süt ürünleri, ithal ürünler derken üst kata çıktık. Orada sevgili dostlarım vardı, gördüğüme çok sevindiğim markalar vardı. Güzel insanlarla tanıştım. Yukarıdaki fotoğraftaki leziz salatalar Dimyat Gold markalı bakiyat firmasının ürünleriyle yapıldı. Yirmi civarında ürün var listelerinde, birbirinden ilginç. Pirinç türleri arasında yabani pirinç var mesela. Türkiye'de yabani pirinç aklına gelir miydi insanın? Basmati ve kepekli dedikleri kabuklu (ya da tam diyelim) pirinç de var ama bombay fasulyesi, börülce, maş fasulyesi ve firik de var. Sonra Doğalsan. Yıllar önce ilk Ankara'da keşfettiğim bir firma. Neredeyse on yıldır sektördelermiş. Ürün çeşitliliğini artırmışlar. Kuru bezelye var mesela. Aa bizim Antalya pazarlarında bazen bulunuyor dediğimde çok şaşırdı Ufuk Ilgaz. Türkiye'de hiç görmemişler. Oysa İzmir Kemeraltı'nda, Değirmen'de de bulunur. Değirmen'de her şey bulunur zaten. Tam bir yemeksever cennetidir bu ufacık zahireci.
(Şimdilik burada kesmek durumundayım. Akşama devamını yazacağım.)

24 Ocak 2007

Biraz da fuar

Cuma eklentisi. Ayın başı geldiğinde gazete bayilerinde bir hareketlenme olur. Önceki ayın dergileri geri gönderilmek için paketlenir, yenileri dizilir raflara. Bir heyecan, bir telaş. Dergiyi çıkaranlar, dergiye yazanlar, çizenler, dergi okurları... Bugün güneşli ve sıcacık bir gündü. Sabah yürüyüşüne ilaveten bir de öğle yürüyüşüne çıktım. Kitap eki çıkmıştı, Radikal aldım, Şubat sayısı bizim bakkala gelmişti, İpek'ciğim ne güzellikler yaratmış diyerek Sofra dergisi aldım. Tatlı arkadaşım, mis çilek, yine sevimli mı sevimli, yaramaz mı yaramaz güzellerle renklendirmiş derginin sayfalarını. Sevgililer günü için yarattıkları sadece tarifler değil. Süsler ve tabaklar da yaratmış yine. Hiç boş durmuyor ki bu kız. Kumaşlar bitiyor tabakları boyuyor, tabaklar bitiyor hamurlarla heykelcikler yapıyor. Ah güzel İpek'im, ne kadar yaratıcısın, içtensin, iyisin. Hep öyle ol. Tüm iyi niyetiyle ve heyecaniyla bir derginin sayfalarini güzelleştirmeye çalışmak ne heyecan verici. Emeğinin karşılığını her daim alman dileğiyle arkadaşım, her anlamda. (Sofra'nın yeni yayın yönetmeni Esra Öz'e de buradan kutlama mesajı gönderiyorum. Uzun ve başarılı bir yönetmenlik dönemi olsun sevgili Esra.)
*
Haydi biraz başka şeylerden bahsedelim. Söz vermiştim, Gourmex Fuarı ve Metro-Gastro Buluşması'na dair izlenimlerimi yazacaktım. Fotoğraflar yayınlayacaktım. Üzeri tozlanmadan yapmalı bunu. Ampuller sönmeden, mumlar üflenmeden, yemekler bitmeden.


Önce sevgililerimden biri. Değirmen. Yerlim markasıyla nefis ürünler üreten Gürsel Hanım ve ekibinin incelikli standından zeytinyağı, mis kokulu köy ekmeği ve yeni mahsul zeytinler bunlar. Linki yanda var biliyorsunuz. Güya oradan güzel şeyler alacaktım. Armutla incir sızbalı alacaktım mesela, kaşıklayacaktım canım tatlı çektiğinde, sonra o muhteşem turunç ekşisinden, salatalara dökmelik. Unutuverdim. Gün bitti, fuara elveda dendi. Sonra durdum düşündüm. Nasıl unuturdum?


Canım Ayşe'ciğim, güzel meyhanecim benim. Ayşe'yi bugünlerde pek çok yerde görebilirsiniz. Mesela Metro-Gastro dergisinin yeni sayısında Vefa Zat'ın 'Meyhanelerde hanımların sihirli eli' başlıklı yazısında. Ayşe'ciğim o güzel gülüşü ve kurduğu muhteşem sofralarla konuk olmuş bu yazıya. Bir başka yerde daha yer alıyor Ayşe ve kurduğu mekan Giritli. Zaman gazetesinden Sevinç Özarslan, 20 Ocak 2007 tarihli Cumaertesi eki için benimle yaptığı ot söyleşisinde Ayşe'ye ve onun otlarla ilgili görüşlerine de yer verdi. Bu yazıyı okumak için burayı tıklayabilirsiniz. Ayşe'ciğim her zamanki gibi doğruları söylemiş. Sevinç Hanım'a bu konuyu gündeme getirdiği için teşekkür ederim ancak şu gurme lafına hala sıcak bakamıyorum. BEN GURME DEĞİLİM. Nokta. İlle de neden herkes gurmeliğe layık görülüyor, bu önemli bir ünvan mıdır anlayamıyorum. Ben kendimi yemek araştırmacısı olarak görüyorum. Gurmelik umurumda bile değil. (Ayrıca geçtiğimiz hafta Yeni Şafak gazetesinin Pazar ekinde sevgili Emeti Saruhan'ın hazırladığı yazıda da hatalar var. Bu hata sanırım manşeti atan editör yahut sorumlu kişiden kaynaklanıyor. Beni 'doğal beslenme uzmanı' yapmışlar. Türkiye'de böyle bir uzmanlık alanı var mı? Ben duymadım. Ayrıca benim hiç bir konuda uzmanlığa soyunduğum falan yok. Araştırmacı diyorum kendime. Araştırıyor, okuyor, öğreniyor, yazıyor, anlatıyorum. Bir de verdiğim fotoğrafın altına 'yaşadığı Ayvalık'ın pazarından alışveriş ediyor' yazmışlar. Ayvalık'ı çok sevsem de orada yaşamıyorum. O fotoğrafı bir pazar ziyareti sırasında canım kadar sevdiğim biricim Zeynep'ciğim çekmişti. Galiba bundan sonra gazetelere röportaj verirken iki değil beş kere, on kere dikkatli olacağım. Aman yanlış anlaşılmasın, Emeti Hanım'a değil sözüm. Kimse gereksiz yere alınsın, kırılsın istemem.) Sevgili Nevin Filiz'den de görüş almış Sevinç Hanım. Buna da çok sevindim. Ayşe de Nevin de muhteşem iki kadın. Yüzünde güller açan. Melengeç'in de Giritli'nin de linkleri yanda var. Resme gelince, Ayşe'm, güzel kadınım Gourmex Fuarı'nda kurduğu standda (ona kalsa fuara falan katılmazdı ya dostlarını kıramamış yine ve bence fuarın en güzel standını kurmuş, kimse alınmasın) Bir Ot Masalı'nı da tanıtıyordu, sana yüzlerce teşekkür Ayşe! Bizi ne güzel ağırladın standında. O muhteşem otları yedik, cibezi, karahindibayı (sen radika mı diyordun ona?), turpotunu...


Fuarın hoş görüntülerinden biri. Mardin'in ikliçesi. Ya da diğer adıyla 'kliçe'. Mardin gezisi sırasında Aylin Öney Tan sayesinde tanıştığım tatlı mı tatlı bir Mardin aşığıyla karşılaştım fuarda. Florans'la. Nasıl sevindim. Şahım Gıda'nın sahibi Gürsel Yağcı'nın fuara katılacağını duyunca madem ben de İstanbul'dayım, ona yardıma gideyim demiş. Gürsel Bey'in ikliçeyi anlatışını duymanız gerekirdi. İnsanın içi sevinçle doluyor.


Kars'tayken size İlhan Koçulu'dan ve onun geleneksel yöntemlerle, ailesinden kalma imalathanesinde ürettiği gravyer peynirinden bahsetmiştim. Sonra da zaten Atlas dergisi'nde yazmıştım gravyer yapımının çocuk büyütürcesine zorlu sürecini. O yazıyı bulabilseydim linkini verecektim. Bulamadım. İlhan Bey de vardı fuarda. Ne güzel! Ayrıca geçen cumartesi fuardaki peynir panelinde de konuştu İlhan Bey. Ne yazık ki ben izleyemedim paneli. Çok sevgili bir dostla, harika bir kadınla birlikteydim. Yaşamın anlarını paylaşmak için. İşte yukarıdaki resim de Kars'ta, o muhteşem gravyer peynirlerini yerken çektiğim galetalı, gravyerli bir güzel anın kalıntısı.

Başka fotoğraflar da var aslında. Çekilememiş. Belki yarın çekip ekleyebilirim. Bir başka güzel insandan, Haşim Yunatçılar'dan bahsetmeden bitirmek olmaz bu yazıyı. Bozcaada'nın en özel insanlarından, adanın en eski şarap imalatçılarından olan Yunatçılar'ın dördüncü kuşağı Haşim Bey. Çamlıbağ markasının Cabernet-Kuntra kupajı benim en sevdiğim ikili. Haşim Bey bu damakta kalan, dimağda kalan şaraptan hediye etti. Bana da açıp tatmak düştü. Adanın kokusunu, tadını getirdi burnuma, damağıma. Adayı özledim. Adanın rüzgarını, kedisini, kargasını, Ümit'ini, Cem'ini. Habbele'deki ışıl ışıl gökyüzlerini, Ümit'in kurduğu sofraları, kahvaltı sonrası kahvelerini, bahçedeki lavantaları... Bu da böyle bir yazı olsun. Bir fuarı bitirdik. Sıra gelecek ötekine. Metro-Gastro'nun Ocak-Şubat sayısına dair bir kaç not eklemeden bitiremeyeceğim. Nilhan Aras'ın yine harikalar yarattığı dergide dikkatinizi çekecek pek çok yazı var. Ben söylemeyeyim, sürpriz olsun. Dergideki hamam yemekleri yazısını ben yazdım evet. Her zaman olduğu gibi, bu yazıyı hazırlarken pek çok dost yardımcı oldu bana. Hepsine sonsuz teşekkür. İyi ki varsınız, iyi ki dostsunuz, iyi ki bilgesiniz!

19 Ocak 2007

Bu kadar kolay mı?

Dün çok üzülmüştüm. Üzgünlüğüm bugün de devam ediyordu. Bir an durdum ve yarın öleceğimi bilsem yine üzülür müydüm diye düşündüm. Üzülür müydüm hiç? Aman sen de der, güler geçerdim. Eve ulaşıp bilgisayarımı açtığımda gördüğüm habere inanamadım. Hrant Dink öldürülmüştü. Ürkek bir güvercin olmak, bu kentte, zor zenaat, çok zor zenaat.
Bir daha böyle ölümler olmasın.



Gourmex Fuarı'na da Metro-Gastro buluşmasına da gittim. Her ikisinden de pek çok şey öğrendim ancak ikisinden sadece birine gidebilirim diyorsanız ve şehir merkezine ulaşmanız daha kolay olacaksa, seçiminizi Lütfi Kırdar'da düzenlenen Metro-Gastro buluşması için kullanın derim. Bana sorarsanız tabii. Bilmem ki geç mi kaldım, bu saatten sonra okuyabilir misiniz, kalkıp gidebilir misiniz? Yarın (20 Ocak 2007) 20:00'ye kadar sürecek sanırım.



Metro'da satılan ürünlerden pek çok örnek göreceksiniz. İskenderun'dan gelmiş sürk peyniri, ceviz ve patlıcan reçeli; sevgili 2. memleketim Burhaniye'nin yaptıklarını duyunca şaşıracağınız konservecisi Burcu'dan soslar; benim sevgili dostlarımın, Kybelem'in (yanda linki var) kuru mantarları, sosları; en alt katta Türkiye'de üretildiğini ilk kez gördüğüm ve çok sevdiğim yonca filizi (örnek de getirmişler!); yerli üretim şitake mantarları; Metro'nun akıllara ziyan balık ve deniz ürünleri ile sebze meyve reyonları; Ege yeşilliklerini (ebegümeci, radika, şevketi bostan, turpotu gibi) Metro için yetiştiren ve yepyeni ürünlerle fuara katılan Erüst Tarım; pek çok egzotik meyve ile fuara gelen Veritas ve daha nice nice ürün var.



Yazarlığını yapmaktan gurur duyduğum Metro-Gastro dergisinin eski sayılarından da ücretsiz edinebileceğiniz (yukarıdaki resim derginin Yayın Yönetmeni Nilhan Aras'ın her sayı için gidip günlerce araştırma yaptıktan sonra hazırladığı kent mutfakları yazılarından birinin fotoğraflarından seçmeler bunlar) buluşmanın en heyecan verici bölümlerinden biri benim için Çorum'dan gelen hoca ve öğrencilerin yaptıkları Hitit ekmekleri ve Çorum'a has yemekler. Tatmanız gerek, anlatması olmaz. Sevgili dost Aliye de oradaydı. Söke Un'un çalışkan Pazarlama Müdiresi Aliye'yi gördügüme, diğer dostlarimla karsilastigima ne kadar çok sevindim. Böyle iste. Lütfi Kırdar'ın yerini biliyorsunuzdur, Harbiye'de, Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nun hemen yanında. Fuar girişi arka taraftan. Cumartesi saat 14:00'te Kadir Çöpdemir'in sunuculuğu ile Lezzet söyleşisini de izleyebilirsiniz. Fuara dair fotoğraf ve izlenimlerimi de biraz dinlendikten sonra ileteceğim.

14 Ocak 2007

Ana fikirsiz bir yazı/Pirinçli tatlar

Damak tadına düşkünler için bu haftasonu şenlik var. 18-21 Ocak 2007 tarihleri arasında Yeşilköy'de, CNR Fuarcılık'ta 6. kez düzenlenen Gourmex Fuarı'na ücretsiz davetiye için burayı tıklayabilirsiniz. Fuarın 3. günü, yani 20 Ocak günü saat 14:30'da Mutfak Dostları Derneği'nin düzenlediği peynir paneli ve ardından peynir tadımı var. Hatırlarsanız size burada Karslı gravyer üreticisi İlhan Koçulu'dan bahsetmiş, peynirlerinin fotoğrafını yayınlamıştım. Ardından gravyer üretimi ile ilgili hazırladığım (İlhan Bey'in değerli katkılarıyla) yazı Atlas dergisindeki ilk yazım olmuştu. Dolayısıyla gravyerin de, İlhan Bey'in de yeri ayrıdır. Panelin konuşmacıları arasında İlhan Bey de var. Konu ile ilgilenenlere duyurulur.

18-20 Ocak tarihleri arasında bir başka lezzet etkinliği daha var, Lütfi Kırdar Kongre merkezindeki Metro-Gastro buluşması. Sevgili editörüm Nilhan Aras'ın düzenlediği etkinlik de bir fuar havasında geçecek. Metro'da satılan ilginç ürünlerin üreticileriyle sohbet edebilir, tadımlar yapabilir, konuşmaları izleyebilirsiniz. Bilgi için burayı tıklayınız.

Son bir duyuru da 21 Ocak 2007 Pazar günü Feshane'de düzenlenen bir lezzet festivali ile ilgili. Bu bilgilere ulaşmamı Yeni Şafak gazetesinden Emeti Saruhan'a borçluyum, kendisine buradan teşekkür ederim. Basın bülteninin kısa bir bölümü şu şekilde:

"21 OCAK 2007 PAZAR GÜNÜ AÇILIŞ SAAT:12.00 DE EYÜP-İSTANBUL FESHANE DE BELTUR A.Ş NİN EV SAHİPLİĞİNDE ,ASOA ORGANİZASYON VE İSTANBUL AŞÇILAR DERNEĞİ İŞBİRLİĞİ İLE ''GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KAYBOLAN YEMEKLER FESTİVALİ'' DÜZENLENMİŞTİR.İSTANBUL'UN ÜNLÜ OTELLERİ,TÜRK MUTFAĞI RESTAURANTLARI VE CATERİNG FİRMALARI HAZIRLADIKLARI TÜRK YEMEKLERİ İLE FESTİVALE KATILACAKLARDIR.TÜRK YEMEKLERİNE SAHİP ÇIKMAYI HEDEFLEYEN PROJENİN PROGRAM İÇERİĞİNDE AŞÇILARIN YAPACAĞI ÇEŞİTLİ SHOWLAR OLACAKTIR.TÜRK YEMEKLERİ TÜM KONUKLARA İKRAM EDİLECEKTİR."

Protokollü (belediye başkanları, valiler...) falan bir etkinlik olacağı ve ikramlık yemekler de olduğu için sanırım büyük de bir izdiham olacaktır. Bu yüzden bir türlü karar veremiyorum gidip gitmemeye. Bilgi için:

Tel:0 216 383 38 14 (Pbx)
Fax:0 216 383 70 76
e-posta: info@asoa.com.tr
www.asoa.com.tr



Pirinç etkinliğine katılmayacaktım. Aslında artık yemek etkinliklerine katılmaya da pek istekli değildim ya hem Sonia'ya olan sevgimden, hem de o güzelim tarifleri görünce dayanamadığımdan haydi dedim kafayı çalıştır ve ortaya bir şeyler koy. Pirincin farklı kullanım alanları da olduğunu gösteren bir şeyler olsun, pilavına bayılsak da.

Aslında kitaplarımda pek çoğu tam pirinçle olmak üzere (beyaz pirinçliler de var elbet) pirinçli pek çok tarif var. Onlardan birini koyabilirdim pekala ancak son dönemde çok severek içtiğim bir çaydan bahsetmeyi tercih ettim. Genmai cha. Japonların patlak pirinçli çayı. Amerika'dan getirmiştim ancak ilk tadışım Taksim'deki Kafe Bunka'da. O kadar sevdim ki görünce almadan edemedim. Şimdi evde kendim demliyor içiyorum, hem de hemen her gün.




Aslına bakarsanız çok da zor bir iş değilmiş evde yapmak, www.fatfree.com adlı sitede bulduğum tarife göre ihtiyaç duyduğumuz şey 2 çorba kaşığı pirinç (çok ufak taneler, görüyorsunuz. Bana kalırsa patlayabilmeleri için kabuklu da olmaları gerek.) öncelikle. Bir de yeşil çay ve sıcak su. Pirinçleri mümkünse demir, yoksa da yanmaz bir tavada, kısığa yakın orta sıcaklıkta arada karıştırarak kavurun. Güzel bir koku çıksın, pirinçler renk değiştirsin. Resimde gördüğünüz gibi arada mısır gibi patlayanlar da olabilir. Artık hazırlar. Yeşil çayla (Japonların yeşil çayı Çinliler'inkinden farklı olarak ince uzun şeritler halinde -resimde görüldüğü üzre-) karıştırın ve demleyin. Bizim çay gibi değil, mümkünse bir porselen çaydanlığa koyup üzerine kaynar su ekleyin ve bir kaç dakika bekletip süzerek için.

Bu fotoğrafları çekebilmek için en değerli çeyiz parçam kabul ettiğim, nasıl paraya kıyıp aldığımı hâlâ bilemediğim döküm çaydanlığım ve onun takımı olan mini fincanlarımı çıkardım, sabunlu bezle temizleyip yıkadım, duruladım ve çayımı demledim içinde. Kafe Bunka'ya yolunuz düşerse, döküm çaydanlıkların benzerlerini orada da göreceksiniz. İnce Japon zevkinin birer ürünü hepsi. Pirinç etkinliği ve emekleri için sevgili Sonia'ya teşekkür ediyorum. Dostlarımızın birbirinden güzel ve leziz pirinçli tariflerini görmek için buraya tıklayabilirsiniz. Sizleri yepyeni bir dünya bekliyor!




Saçma bir başlık. Görünüşte öyle en azından. Neden diyeceksiniz. Neden böyle bir başlığı uygun gördüm ki? Belki de demeyeceksiniz. Benim gereksiz kuruntum.

Durum şöyle. Sabah bir ana tema üzerinde yazmayı düşündüm. Temamız domates idi. Kış günü domatesin ne işi var bu sitede değil mi? Bence de. Her şey geçen akşam (dün akşamdı galiba) bir televizyonun muhabirine kızmamla başladı. Annem korktu. Ona kızdığımı zannetti. Oysa tamamen televizyondaki garip sahneyeydi öfkem.

Kızmasam da olurdu ya kızdım. Domatesin fiyatı fırlamışmış da muzun fiyatını geçmişmiş. Bundan daha doğal ne olabilir ki? Şimdi muzun mevsimi. Domatesin ise değil. Yine de normal normal giderken birden 3.5 ytl'ye fırlamışmış fiyatı. Nedeni de ihracatmış. Bir başka nedeni de soğuklar. (Bu benim eklentim.) Antalya'yı don vurdu mu sera ürünlerinin fiyatları artıverir. Burada bile arttı. Aynı ilin sınırları içinde. Muhabir pazara çıkmış, domatesle muzu gösteriyor. Sayın seyirciler domatesin fiyatı muzu geçti diyor. Sonra halktan birine soruyor, peki beyamca salatayı neyle yapacaksınız şimdi? Beyamca da diyor ki evladım bir çoban salatanın maliyeti...

Bu beyamcayı 10-15 yıl öncesine döndürsek ve aynı soruyu kışın ona sorsak ne derdi? Salatayı turpla, kırmızı lahanayla, havuçla yaparız evladım, üzerine de limon sıkar, tuzunu ekler, biraz da yağ gezdirdik mi afiyetle yeriz. Ne oldu da domates aşkımız depreşti? Şimdi ben bu beyamcaya mı kızayım, domatesle muzun fiyatını karşılaştırıp şimdi neyle salata yapacağız diyen muhabire mi yoksa garip domatesleri yetiştiren seracılara mı? Kızacak daha nice insan var ya ben şimdi biraz sakinleyeyim.





İşte konuyu değiştiren, yok pardon gündemi değiştiren mesele: Tencerenin dibini kim sıyıracak? Çocukken siz de bayılır mıydınız muhallebi tenceresinin dibini sıyırmaya? Kardeşlerinizle kavga eder miydiniz? Biz ederdik doğrusu. Bayılırdık çünkü. Sütlacın dibi pek tutmazdı ya muhallebinin dibindeki hafif kararmış tabakayı önce kaşıkla sonra da sağ elimizin işaret parmağıyla sıyırmaya bayılırdık.

Bugün ben tam da bunu yaptım. Kaşık kullanmadım bile. Oturdum bir koltuğa, aldım tencereyi önüme ve başladım sıyırmaya. O ne güzel lezzetti öyle. Kâselere pay edilenden daha güzel. Geleneksel çikolatalı muhallebimdi söz konusu tatlı. Hani şu pekmezle yaptığım, içine de iki paket bitter çikolata koyup iki portakalın kabuğunu rendelediğim, Halep'ten aldığım portakal çiçeği suyuyla şahlandırdığım... (Yazdan kalma bir resim bu. Yazlıktaki güneşli günlerden. Soğuğun, karın, buzun, rüzgârın hüküm sürdüğü şu günlerde istedim ki yazı anımsatayım, ondan çok da uzak olmadığımızı, göz açıp kapayana kadar geçecek olan kışın geride tortu bırakmamasını istediğimi, yine neşe içinde yazı karşılamayı ümit ettiğimin altını çizeyim.)

07 Ocak 2007

Antalya-Fethiye 3.5 saat

O Aralik'ta yayinlandi ya ben ancak bugün alabildim. Bir yandan yemegimi yedim öglen, bir yandan sayfalarini çevirmeye basladim. Ne çok tanidik ruh çikti karsima. Ille de yazarlar yahut fotografçilar degil, kelebekler, agaçlar, çiçekler... Satir satir okunasi bir dergi olmus. Bu yazinin konusu olan Pastoral Vadi yer almiyor olsa da onun içinde oldugu TaTuTa projesi ve bu proje kapsamindaki ekolojik çiftliklerin de kapsamli bir yaziyla yer aldigi, yilda bir kez yayinlanan YEŞİL ATLAS'ı tükenmeden alıp okuyun isterim. Gerçekten çok isterim. (Öglen ne mi yedim? Kremali balkabagi çorbasiyla üzerine lor peyniri sürülmüs simit dilimleri. Simitler Ankara simidi. Burada öyle satiyorlar. Hakikaten de Ankara'da yediklerime benziyor. Bir özellikleri daha var ki onu pek seviyorum. Ertesi gün yiyecek oldugunuzda da isittiginizda kayis gibi bir simit olmuyor. Çorbami bu sefer degisik yaptim. Balkabagi dilimlerini havuç ve soganla birlikte hasladim, soguduktan sonra blenderden geçirip tencereye aldim. Biraz süt, biraz krema ile tuz, karabiber ve muskat rendesi ekleyip isittim, afiyetle yedim.)
Bilgi: Atlas dergisinde yayinlanan en son yazim için yandaki Atlas linkini tiklayin.
*
Evet tami tamina 3.5 saat. Biz bayram öncesi sessizliginden yararlanip biraz daha önce vardik. Biz dedigim otobüstekiler. 3 saat 15 dakika desem daha dogru. Mola tepelerde. Daha önceden de orada yarim saat geçirmisligim var. Adini sormayin bilemem. Bildigim su ki, çantamdaki mis kokulu king (yahut Antalya'daki deyimle klemantin) mandalinalarimi ve kamkat likörüyle tadini yogunlastirdigim çikolatali muhallebiyi yiyerek ve daglari seyrederek geçti o yarim saat. Hava günesli. Soguk. Saat 2 gibi. Ögleden sonra.

Bu birinci fotograf. Fethiye otogarinda sevgili Asortik Krep'le bulustuktan sonra biraz sohbet edecegimiz bir yere ugrayacagiz. Orasi da unutulmaz bir aniya dönüsen bir yörük müzesi. A. Krep diyor ki web siteleri de var. Hatta brosürünü de aldim almasina ya simdi kalkip almaya üseniyorum. Sonra versem adresini? (Sagolsun Asortik'cigim birlikte geçirdigimiz güzel saatlerden bahsettigi yazisinda linkini vermis, oradan bakabilirsiniz.) Orada tatli mi tatli bir kadin (notlarima bakip onun da adini söyleyecegim) bize çay yanina yemek üzere muhtesem yiyecekler hazirlamis. Soba yanmis çadirimsiya dönüstürülmüs yemek bölümünde bahçenin. Sicacik. Üzerinde çayimiz. Içiniz, yiyiniz, sohbet ediniz diyor ilahlar.

Gezinin en hos karelerinden biri. Gece uykusu için mi tünemisler agaca tavuklar? Belli ki öyle bir amaçlari var. Hava yavastan kararmakta. Limon agaçlari sapsari meyveleriyle yüklü. Kil çadirlarla kapanmis kerevetler var. Birer ailelik. Yahut gece uyumak isterseniz diyelim ki iki kisilik. Sonra A. Krep beni Yanıklar Köyü'ndeki Pastoral Vadi'ye, Kizen çiftine emanet edecek. Aksam Ahmet'in ev yapimi elma sarabindan içecegim, ertesi gün konuklarla tanisacagim, sonra kerpiç evimde soba yakacagim.

Sabah olacak, çiftligi gezecegiz hep birlikte. Öncesinde kuzineli koca mutfaktaki koca masada kahvalti edecegiz. Ekmekler kuzinede kizaracak, zaten çay da üzerinde kayniyor olacak, zeytinleri Nurgül kirmis olacak, yemyesil halleriyle bize, gözümüzün içine bakacaklar. Toprak kabin içinde yenmeyi bekleyecekler. Tijen zeytinsever ya, bir tabak dolusu yiyecek onlardan. Kizarmis ekmegini çiftligin zeytinlerinden sıkılan yaga banacak. Yukaridaki resim mi? O seradaki sultani bezelyelerin çiçeklerinin ne kadar albenili ve güzel ötesi olduklarinin kaniti olarak yer aliyor burada. Haksiz sayilmam sanirim.

Çiftligin hayvanlari da çok insansever. Mesela Sansli. Çiftligin sevgili köpegi. Resimdeki de insan iliskileri konusunda güzel bir örnek. Onun adi var mi bilmiyorum? Tavuklar da var. Bir de at. Rüzgar miydi adi? Arazinin yanindan dere akiyor. Gece su sesiyle uyumak hiç de beklenmedik bir sey degil. Diger bir çitirti da yanan odun sobasinin sesi. Baska ses duymaniz zor. Belki arazinin kiyisindan geçen birileri (ille de insan olmasi gerekmiyor) olursa onu farkeden Sansli ve arkadasi Süleyman'in havlamalarini duyarsiniz. O kadar. Pastoral Vadi'de bir yilbasi geçti. Çevre gezileriyle, yemekler, kahvaltilar, çaylarla. Sömineyle, bahçenin baklasindan, enginarindan, bezelyesinden yapilan yemeklerle, Nurgül'ün utangaç gülüsüyle, dost insanlarla ve tabii naif gülüslü Elif'le... Pastoral Vadi'ye dair ayrintili bilgiler sitelerinde var. Asortik Krep de su yazisinda (yazinin linkini bulamadigim için Kasim ayi yazilarinin sonlarinda göreceksiniz çiftligin fotograflarini, en sonraki sari kerpiç ev de benim evim) bahsetmisti oradan. Bizi yillar sonra bulusturan da odur. Bu da buradan söylene. Sevgili Asortik'cigim, beni gelip aldigin, güzel armaganlara bogdugun, dostlugunu sundugun için çok tesekkürler. Sevgili Kizen çiftine, Ahmet'in yumusacik, tatli annesine, Elif'e, Nurgül'e ve tüm Pastoral Vadi ekibine (hayvanlar dahil) tesekkür ederim yasattiklari güzellikler için. Ne olacak, Antalya-Fethiye 3.5 saat. Hele bir bahar gelsin, gelincik tarlalarini görmek için yeniden gitmeme kim engel olabilir ki?
*
Bu mesaj geçtigimiz günlerde geldi. Mesaj degil de bilgi, haber, müjde demeli. Böylesi daha dogru olur. Sevgili dost (yüz yüze görüsmesek de) Mine Pakkaner, bir e-dergiyi müjdeliyordu: Ağaçlar dergisini. Sayfalari normal dergi mantigiyla çalisiyormus. Alt tarafina tiklayarak sayfasini çeviriyormussunuz. Bitki dostu Mine de derginin yazarlarindan biri. Bitki ustasi demeliyim aslinda ona. Bitkilerle yasami güzellestirenlerden çünkü o. Adresi www.agaclar.net, tamamen gönüllülük üzerine kurulan, hazirlanan bir dergi bu. Hadi siz de çevirin sayfalarini.