Onur Güngör'ün Ekoköy grubuyla paylaştığı mesaj:
İlki 3 MAYIS 2009 PAZAR 2009 günü yapılacak olan takas pazarında, her ayın ilk pazar günü Yeşil Ev'de Takas ve Yardımlaşma Şenliği var. Kullanmadığınız, takas etmek istediğiniz ne varsa alın gelin. Pazarlık serbest, para yasak!
Beyoğlu Yeşil Ev
İstiklal Cad. Balo Sok. No. 21/1 Beyoğlu-Taksim, İstanbul
(Tüm gün boyunca)
30 Nisan 2009
Bugün de yağsız şekersiz kek
Bu kekin kalorisi düşürülmüştür: Ama çok şey farketmiyormuş, yani porsiyona vurunca.
Bu sefer tamamen yağsız yaptım bu keki. İncir sayısını da 10'a indirdim. Gerisi aynı. Bir portakalın suyunu ekledim farklı olarak. Hesapladım, her dilimin kalorisi 105. Öncekinden 7 kalori eksik. Yani o garibim 2 kaşık kremanın çok da büyük bir katkısı olmuyormuş. Ancak şunu gördüm ki, hızlı çalışıldığında 15-20 dakikada hazırlanıyor, 30-35 dakikada da piştiğine göre bir saat içinde muhteşem kekiniz yemeye hazır oluyor.
*
Funda'cığım yağsız şekersiz kek tariflerinden istemiş, seni mi kıracağım, aşkolsun yani! İçindeki krema ve ceviz yüzünden 0 yağ değil tabii içeriği. Siz isterseniz krema yerine portakal suyu koyar (veya onu da koymaz), cevizden de vazgeçebilirsiniz. Bu haliyle bile bir dilimi (ki öyle ufacık bir dilim değil, 7x7 cm boyutlarında, bir parmak kalınlığında bir dilimden bahsediyorum) 112 kalori (60 gram). Doymuş yağ içeriği 2 çorba kaşığı kremanın verdiği kadar, her dilimde 0.4 gram.
Evdeki yumuşamış elmaları değerlendirmek için birebir -bu mevsimde elmaların hali kalmıyor ya pek. Bizdeki elmalar ufaktı. Ben de beş elmayı soyup kabaca dilimledim, içine 12 adet kuru incir koydum (10 tanesi de yetermiş, benden söylemesi) ve üzerine 1 su bardağı su ekleyip hafifçe pişirdim, mutfak robotunda püre haline getirdim. Sonra iki yumurtayı çırpıp içine kremayı, püremi, iki çorba kaşığı kırık cevizi, bir portakalın kabuğunu rendeleyip koydum. Tarçın da yakışır ya evde kalmamış, bu sefer muskat ve kakuleli yaptım kekimi. 6-7 kakulenin tohumlarını çıkarıp ekledim, kabuklarını attım. Bir su bardağı tam un (kepeği alınmamış), bir su bardağı yulaf ezmesi ve bir çay kaşığı karbonatı karıştırıp ekledim, karıştırdım. Tepsiye yağlı kağıt yayıyorum bu ara, yapışmıyor. Üzerine yaydım ve attım fırına. Vallahi bu öbürlerinden de güzel oldu. Şeker? Bu keke tadını veren ballı incirler. Herhangi bir şekilde rafine şeker veya yapay şeker i-çer-mez! Arkadaşlar, rafine şekerden ne kadar uzak durursak o kadar iyi, bunu hepimiz biliyoruz değil mi?
Kalori karşılaştırması: Bir paket diyet bisküvinin (altı adet, 50 gr) kalorisi 167, yağ oranı 4.5 gram. Bu kekin 50 gramında 1.5 gram yağ ve 93 kalori var. Eh diyet bisküviden alacağınıza kaloriyi, yağı neden bu güzelim kekten almayasınız? İçinde ne olduğu belli. Yapay bir şey yok, katkı maddesi yok. Haksız mıyım?
Bu sefer tamamen yağsız yaptım bu keki. İncir sayısını da 10'a indirdim. Gerisi aynı. Bir portakalın suyunu ekledim farklı olarak. Hesapladım, her dilimin kalorisi 105. Öncekinden 7 kalori eksik. Yani o garibim 2 kaşık kremanın çok da büyük bir katkısı olmuyormuş. Ancak şunu gördüm ki, hızlı çalışıldığında 15-20 dakikada hazırlanıyor, 30-35 dakikada da piştiğine göre bir saat içinde muhteşem kekiniz yemeye hazır oluyor.
*
Funda'cığım yağsız şekersiz kek tariflerinden istemiş, seni mi kıracağım, aşkolsun yani! İçindeki krema ve ceviz yüzünden 0 yağ değil tabii içeriği. Siz isterseniz krema yerine portakal suyu koyar (veya onu da koymaz), cevizden de vazgeçebilirsiniz. Bu haliyle bile bir dilimi (ki öyle ufacık bir dilim değil, 7x7 cm boyutlarında, bir parmak kalınlığında bir dilimden bahsediyorum) 112 kalori (60 gram). Doymuş yağ içeriği 2 çorba kaşığı kremanın verdiği kadar, her dilimde 0.4 gram.
Evdeki yumuşamış elmaları değerlendirmek için birebir -bu mevsimde elmaların hali kalmıyor ya pek. Bizdeki elmalar ufaktı. Ben de beş elmayı soyup kabaca dilimledim, içine 12 adet kuru incir koydum (10 tanesi de yetermiş, benden söylemesi) ve üzerine 1 su bardağı su ekleyip hafifçe pişirdim, mutfak robotunda püre haline getirdim. Sonra iki yumurtayı çırpıp içine kremayı, püremi, iki çorba kaşığı kırık cevizi, bir portakalın kabuğunu rendeleyip koydum. Tarçın da yakışır ya evde kalmamış, bu sefer muskat ve kakuleli yaptım kekimi. 6-7 kakulenin tohumlarını çıkarıp ekledim, kabuklarını attım. Bir su bardağı tam un (kepeği alınmamış), bir su bardağı yulaf ezmesi ve bir çay kaşığı karbonatı karıştırıp ekledim, karıştırdım. Tepsiye yağlı kağıt yayıyorum bu ara, yapışmıyor. Üzerine yaydım ve attım fırına. Vallahi bu öbürlerinden de güzel oldu. Şeker? Bu keke tadını veren ballı incirler. Herhangi bir şekilde rafine şeker veya yapay şeker i-çer-mez! Arkadaşlar, rafine şekerden ne kadar uzak durursak o kadar iyi, bunu hepimiz biliyoruz değil mi?
Kalori karşılaştırması: Bir paket diyet bisküvinin (altı adet, 50 gr) kalorisi 167, yağ oranı 4.5 gram. Bu kekin 50 gramında 1.5 gram yağ ve 93 kalori var. Eh diyet bisküviden alacağınıza kaloriyi, yağı neden bu güzelim kekten almayasınız? İçinde ne olduğu belli. Yapay bir şey yok, katkı maddesi yok. Haksız mıyım?
29 Nisan 2009
Diyette olanlara
Bizim diyet sınıfı kiloları vermeye başladı, hızla. Sağolsun Mehtap herkese yetişmeye çalışıyor işinin gücünün arasında, tüm soruları yanıtlamaya çalışıyor. Herkes fena halde motive olmuş durumda. Galiba sonunda bir sınıf buluşması yapmak gerekecek, ne dersin NuNu'cuğum? (NuNu muhteşem bir sınıf başkanı, gidin de görün neden böyle söylediğimi! Delfina'nın da emeğini yadsıyamam, o olmasa belki de bu sınıf olmazdı.) Ben de dedim ki diyetteki kızlara bir kaç basit öneride bulunayım:
Bugün öğlen sultani bezelye yaptım mesela. Yarım kilo sultani bezelye, bir tatlı kaşığı susam yağı (yerine zeytinyağı da kullanılabilir), az tuz, karabiber ve bol sarımsak. İki kişi paylaşsa bu yemeği (veya iki porsiyona bölsek) porsiyon başına kalorisi 125! Üstelik 8 gr civarında protein içeriyor. Günlük A vitamini ihtiyacınızın yarısı, C vitamini ihtiyacının neredeyse %200'ünü sağlıyor bu haliyle. (Sultani bezelyenin kalorisi iç bezelyenin yarısı kadar bu arada!)
Bir diğer öneri, makarnaya izin çıktığında brokoli ve kepekli makarnayı birlikte haşlayıp yemek. Bu da akşam yemeğim. Bir çay bardağı (30 gr) kepekli makarna 95 kalori, 250 gr brokoli 85 kalori. Bu öyle lezzetli bir şey oluyor ki, hiç yağ koymasanız da severek yiyebilirsiniz. Hem doyurucu, hem besleyici, hem dengeli.(Bir tatlı kaşığı da zeytinyağı ekleseniz 60 kalori daha ilave etmek gerek. Makarnayı üç çay fincanı suyla haşlayın, brokolileri inmesine 1-2 dakika kala ekleyin ki o muhteşem renklerini yitirmesinler, diri kalsınlar. Tabii suyunu da süzmeyin, o şifalı suyuyla birlikte, çorba niyetine için/yiyin.)
Haydi, harekete devam, bol su içmeye devam, dikkatli beslenmeye ve hafiflemeye devam! (Mehtap'ın sitesinde diyet yapmak isteyenler için her türlü bilgi var. Mehtap'ın yöntemiyle kilo verenlerin sevinci emin olun sizi de harekete geçirmeye yetecektir. Tabii kilo vermeye ihtiyacınız varsa. Mehtap'ın paylaştığı bilgilerden yararlanmak için ille de kayıt olmanız gerekmiyor elbet. Bilgiler orada duruyor, herkese açık!)
Bugün öğlen sultani bezelye yaptım mesela. Yarım kilo sultani bezelye, bir tatlı kaşığı susam yağı (yerine zeytinyağı da kullanılabilir), az tuz, karabiber ve bol sarımsak. İki kişi paylaşsa bu yemeği (veya iki porsiyona bölsek) porsiyon başına kalorisi 125! Üstelik 8 gr civarında protein içeriyor. Günlük A vitamini ihtiyacınızın yarısı, C vitamini ihtiyacının neredeyse %200'ünü sağlıyor bu haliyle. (Sultani bezelyenin kalorisi iç bezelyenin yarısı kadar bu arada!)
Bir diğer öneri, makarnaya izin çıktığında brokoli ve kepekli makarnayı birlikte haşlayıp yemek. Bu da akşam yemeğim. Bir çay bardağı (30 gr) kepekli makarna 95 kalori, 250 gr brokoli 85 kalori. Bu öyle lezzetli bir şey oluyor ki, hiç yağ koymasanız da severek yiyebilirsiniz. Hem doyurucu, hem besleyici, hem dengeli.(Bir tatlı kaşığı da zeytinyağı ekleseniz 60 kalori daha ilave etmek gerek. Makarnayı üç çay fincanı suyla haşlayın, brokolileri inmesine 1-2 dakika kala ekleyin ki o muhteşem renklerini yitirmesinler, diri kalsınlar. Tabii suyunu da süzmeyin, o şifalı suyuyla birlikte, çorba niyetine için/yiyin.)
Haydi, harekete devam, bol su içmeye devam, dikkatli beslenmeye ve hafiflemeye devam! (Mehtap'ın sitesinde diyet yapmak isteyenler için her türlü bilgi var. Mehtap'ın yöntemiyle kilo verenlerin sevinci emin olun sizi de harekete geçirmeye yetecektir. Tabii kilo vermeye ihtiyacınız varsa. Mehtap'ın paylaştığı bilgilerden yararlanmak için ille de kayıt olmanız gerekmiyor elbet. Bilgiler orada duruyor, herkese açık!)
28 Nisan 2009
Yine peynir
Benden peynire ek: Bu sefer başardım! Fatma'nın önerisi doğrultusunda. Sütü ocağa koydum. İki bardak kadar yoğurdu (biraz abarttım galiba ama) sulandırdım, çırptım. Süt biraz ılınınca kepçeyle arada yavaş yavaş ekledim. İlk başta bir hareket olmadı ama sonra süt ısındıkça kesildi, pıhtılarla su birbirinden ayrıldı. Suyunu süzdüm, bir litresini bir sonraki peynir için ayırıp soğuduktan sonra bir şişeye koyup dolaba attım. Peynirimi de süzülmesinin sonuna doğru tuzladım, karıştırıp tülbenti kapatıp üzerine bir ağırlık. Böylece 4-5 saat bekledi ve neeefis bir peynir oldu. Hadi hemen denene...
*
Fatma'dan peynire ek: Ayranı süt kaynarken yavaş yavaş, daire çizerek eklemek gerekiyormuş. Süt kaynadıkça yavaştan kesilip çöküyormuş. Onlar peyniraltı suyunu şişelere koyup dolapta saklıyorlar ve sonraki peynir yapımında kullanıyorlarmış. Su ekşise de sorun olmazmış. Bu seferlik ayranla, ama sonraki seferlerde peyniraltı suyuyla yapacağım. İstanbul'da olup da taze, güvenilir süt bulamayanlara not: Aysun the sütçü var! Aysun hanımla irtibat kurarsanız tertemiz, sağlıklı sütlerini doğrudan ondan temin edebilirsiniz!
*
Bu sabah bunları yemedim aslında. Çayımı da bu şirineden içmedim. Bu resim, bir başka ev yapımı peynirin belgesi niteliğindedir. Bu siteyi düzenli okuyanlar bilir, bir başka peynir denemesini konu etmiştim bu sayfada. O yazıya Fatma'cığım bir yorum bıraktı ve memleketi Gerze'de yapılan peyniri anlattı. Düştü mü aklıma. Aklıma Tamame'ciğimin yaptığı peynirler geldi. Evde yoğurdum az diye hazır ayran aldım. Süt 2.5 kg. ayran iki kutu (200 ml olmalı herbiri) Döktüm kaynayan süte ayranları, bana mısın demedi. Baklım olmayacak, yarım limonun suyunu ekledim. Anında kesildi süt. Ateşten aldım, bir kaç dakika beklettim ve üzerine tülbent koyduğu süzgece boşalttım. Suyu akınca da tülbendi bohça gibi kapattım, üzerine ağırlık koyup suyu tamamen süzülene kadar beklettim. Sonra da ortaya kalıp şeklinde nefis tadlı bir peynir çıktı. Yemelere doyamadım. Bu hafta ev yoğurdundan ayran yapıp deneyeceğim. Bakalım ne olacak? (Mehtap'ın diyet öğrencileri, size bir kahvaltı alternatifi de benden: Bir çay bardağı yulaf ezmesini tavada çok hafif kavurun, az tuz serpin, bir tutam kekik ekleyin ve üzerine 3 çay bardağı oda sıcaklığında su koyun. Suyunu çekene kadar pişsin. Bu benim alternatif kahvaltılarımdan. Kalorisi düşük, doyurucu, besleyici. Kaçamağım da biraz ayçiçeği, biraz susam üzerine. İşte bu sabah bunu yedim.)
*
Fatma'dan peynire ek: Ayranı süt kaynarken yavaş yavaş, daire çizerek eklemek gerekiyormuş. Süt kaynadıkça yavaştan kesilip çöküyormuş. Onlar peyniraltı suyunu şişelere koyup dolapta saklıyorlar ve sonraki peynir yapımında kullanıyorlarmış. Su ekşise de sorun olmazmış. Bu seferlik ayranla, ama sonraki seferlerde peyniraltı suyuyla yapacağım. İstanbul'da olup da taze, güvenilir süt bulamayanlara not: Aysun the sütçü var! Aysun hanımla irtibat kurarsanız tertemiz, sağlıklı sütlerini doğrudan ondan temin edebilirsiniz!
*
Bu sabah bunları yemedim aslında. Çayımı da bu şirineden içmedim. Bu resim, bir başka ev yapımı peynirin belgesi niteliğindedir. Bu siteyi düzenli okuyanlar bilir, bir başka peynir denemesini konu etmiştim bu sayfada. O yazıya Fatma'cığım bir yorum bıraktı ve memleketi Gerze'de yapılan peyniri anlattı. Düştü mü aklıma. Aklıma Tamame'ciğimin yaptığı peynirler geldi. Evde yoğurdum az diye hazır ayran aldım. Süt 2.5 kg. ayran iki kutu (200 ml olmalı herbiri) Döktüm kaynayan süte ayranları, bana mısın demedi. Baklım olmayacak, yarım limonun suyunu ekledim. Anında kesildi süt. Ateşten aldım, bir kaç dakika beklettim ve üzerine tülbent koyduğu süzgece boşalttım. Suyu akınca da tülbendi bohça gibi kapattım, üzerine ağırlık koyup suyu tamamen süzülene kadar beklettim. Sonra da ortaya kalıp şeklinde nefis tadlı bir peynir çıktı. Yemelere doyamadım. Bu hafta ev yoğurdundan ayran yapıp deneyeceğim. Bakalım ne olacak? (Mehtap'ın diyet öğrencileri, size bir kahvaltı alternatifi de benden: Bir çay bardağı yulaf ezmesini tavada çok hafif kavurun, az tuz serpin, bir tutam kekik ekleyin ve üzerine 3 çay bardağı oda sıcaklığında su koyun. Suyunu çekene kadar pişsin. Bu benim alternatif kahvaltılarımdan. Kalorisi düşük, doyurucu, besleyici. Kaçamağım da biraz ayçiçeği, biraz susam üzerine. İşte bu sabah bunu yedim.)
27 Nisan 2009
İçimdeki doğa
İki seferdir akşam saatlerinde (8'e doğru) Skytürk'te bir programa denk geliyorum: İçimdeki doğa. Programı hazırlayan ve sunan Serdar Kılıç. Doğada nasıl hayatta kalınacağını anlatıyor bu programda. Eminim başka şeyler de vardır anlattığı, ben bu kadarına denk geldim. Bugün kısacık bir bölümünü izleyebildim ve beni çok ilgilendiren bir kısmına denk geldim: Gelincik otları toplayıp haşladı ve afiyetle yedi. Ben de içime çektim o tadı. Hissettim yaşadıklarını. Programın bir internet sitesi olduğunu görünce buradan paylaşmak istedim. Doğaseverlere duyurulur:
www.icimdekidoga.com
www.icimdekidoga.com
26 Nisan 2009
Her günümüz bu renk olsa
Bakar mısınız Aydan Atlayan Kedi'de ne güzel bir liste var. Kimin aklına gelirdi ki? Ellerinize sağlık!
*
Akasya fotoğrafı 2006 baharından. O kadar çok fotoğraf çekmişim ki o ara. Akasyalar, iğdeler, begonviller, lisianthuslar, papatyalar, Kıbrıs akasyası, hurma çiçeği, zeytin çiçeği, nilüferler. Her pazara gidişimde elim kolum çiçek dolu dönüyordum. Etrafımda gördüğüm çiçeklere dikkatle bakıyordum. Bu da o günlerden birinde çekilmiş fotoğraflardan. Adını bir türlü öğrenemediğim bir ağaç bu. Ama durun, neden bilmiyorum ki, elimde bulabileceğim bir kaynak kitap var: Türkiye'nin Ağaçları ve Çalıları. Necati Güvenç Mamıkoğlu'nun bu kıymetli kitabının tanıtım yazısını ben yazmıştım, Ceren'in Elma Ağacı başlığıyla. İşte şimdi ona başvurma zamanı. Ama nasıl arayacağım? Hep ağaçları yeterince iyi tanımadığımdan dert yanardım. İşte fırsat. Aaa bir zaman çiçeklerini fotoğrafladığım bir ağacın adının Japon kavağı olduğunu öğrendim mesela. İğdenin kuş iğdesi ve sultan iğdesi diye iki türü olduğunu, bir de yalancısının varolduğunu; begonvile gelin duvağı da dendiğini; hani şu Ege'de, Akdeniz'de bulunan kırmızı meyveli biber ağacına Peru biber ağacı adı verildiğini... Ve evet, 240. sayfada karşıma çıktı: Orkide ağacı. Daha güzel bir isim verilemezdi bu nadide güzelliğe. Anavatanı Güneydoğu Asya'ymış. Bize nereden geldi acaba?
*
Akasya fotoğrafı 2006 baharından. O kadar çok fotoğraf çekmişim ki o ara. Akasyalar, iğdeler, begonviller, lisianthuslar, papatyalar, Kıbrıs akasyası, hurma çiçeği, zeytin çiçeği, nilüferler. Her pazara gidişimde elim kolum çiçek dolu dönüyordum. Etrafımda gördüğüm çiçeklere dikkatle bakıyordum. Bu da o günlerden birinde çekilmiş fotoğraflardan. Adını bir türlü öğrenemediğim bir ağaç bu. Ama durun, neden bilmiyorum ki, elimde bulabileceğim bir kaynak kitap var: Türkiye'nin Ağaçları ve Çalıları. Necati Güvenç Mamıkoğlu'nun bu kıymetli kitabının tanıtım yazısını ben yazmıştım, Ceren'in Elma Ağacı başlığıyla. İşte şimdi ona başvurma zamanı. Ama nasıl arayacağım? Hep ağaçları yeterince iyi tanımadığımdan dert yanardım. İşte fırsat. Aaa bir zaman çiçeklerini fotoğrafladığım bir ağacın adının Japon kavağı olduğunu öğrendim mesela. İğdenin kuş iğdesi ve sultan iğdesi diye iki türü olduğunu, bir de yalancısının varolduğunu; begonvile gelin duvağı da dendiğini; hani şu Ege'de, Akdeniz'de bulunan kırmızı meyveli biber ağacına Peru biber ağacı adı verildiğini... Ve evet, 240. sayfada karşıma çıktı: Orkide ağacı. Daha güzel bir isim verilemezdi bu nadide güzelliğe. Anavatanı Güneydoğu Asya'ymış. Bize nereden geldi acaba?
25 Nisan 2009
Baharın en güzel yeri
Sizin orada iğdeler kokularını salmaya başladı mı? Bizim ellerde iğde şenliği bir başladı pir başladı. Hele de rüzgar oldu mu bir güzel yayılıyor ki etrafa zannedersin şıkırdım hanımlar parfümleri sürünmüş sürünmüş kendini sokağa atmış. Akasyalar da açmış, salkım salkım sarkıyorlar, küpe gibi. İkisinin de kokusunu pek severim. Yürürken gözlerim ve burnum pek bir çalışır, bakadurur, koklayakalırım ikisini de. Böyle haller geldi mi başıma, içimden Başo'nun sözcüklerini mırıldanırım, farkına varmadan:
Evin kıyıcığında
Çiçeklenmiş kestaneyi
Görmeden geçiyorlar
Bu dünyanın insanları
Evin kıyıcığında
Çiçeklenmiş kestaneyi
Görmeden geçiyorlar
Bu dünyanın insanları
24 Nisan 2009
Çilek reçele dönüşünce
Metro-Gastro dergisinin son sayısı Adana mutfağını işliyor derinlemesine. Tabii başka yazılar da var. Derginin bir bölümü pdf dosya olarak Metro'nun sitesinde var, içeriğini de oradan görebilirsiniz.
*
Güzel oluyormuş. Elmayla da karışınca. İçine bir de karanfil atınca. Biraz da muskat rendeleyince. Eski günleri anımsadım. Yıllar önce, Mevsimlerle Gelen Lezzetler'e koymak için bir reçel tarifi denemiştim. Denemiştim dediğime bakmayın, yaratmıştım. Çilek reçeliydi aslında ama içine portakal suyu ile portakal kabuğu rendesi koymuş, biraz da muskat rendelemiştim. Bambaşka bir lezzete dönüşmüştü. Bu sefer geçen haftasonu gelecek olan Kanadalı misafirim için bir kavanozcuk olsun reçel yapmak niyetiyle girdim mutfağa. Bir de sona kalan çilekleri değerlendirmeye. Baktım çilek az (250 gr kadar), iki de elma doğradım içine. Beş tane karanfil attım, biraz muskat rendesi. Şekerini az koymaya çalıştım, 4-5 çorba kaşığı yeter. Biraz kapağı kapalı kaynattım, sonra kısık ateşte on dakika kadar pişirdim. Taneli değildi istediğim şey. Tatlar birbirine karışmalı diye düşünmüştüm. Patates ezicisiyle ezdim, karanfilleri çıkardım ve reçeli kavanoza koydum. Sonra da bu güzel keke kısmet oldu tatmak. Kek mi? Yine şekersiz. Bu sefer sevgili Müjde'nin gönderdiği incirlerle tatlandı. İçinde yine muz var, bir de yer fıstığı. (Not: Ben pek reçel yemem. Epeydir yapmamıştım da. Ama arada şöyle az tatlı bir kek üstünde, çayın yanında güzel gidiyormuş.)
*
Güzel oluyormuş. Elmayla da karışınca. İçine bir de karanfil atınca. Biraz da muskat rendeleyince. Eski günleri anımsadım. Yıllar önce, Mevsimlerle Gelen Lezzetler'e koymak için bir reçel tarifi denemiştim. Denemiştim dediğime bakmayın, yaratmıştım. Çilek reçeliydi aslında ama içine portakal suyu ile portakal kabuğu rendesi koymuş, biraz da muskat rendelemiştim. Bambaşka bir lezzete dönüşmüştü. Bu sefer geçen haftasonu gelecek olan Kanadalı misafirim için bir kavanozcuk olsun reçel yapmak niyetiyle girdim mutfağa. Bir de sona kalan çilekleri değerlendirmeye. Baktım çilek az (250 gr kadar), iki de elma doğradım içine. Beş tane karanfil attım, biraz muskat rendesi. Şekerini az koymaya çalıştım, 4-5 çorba kaşığı yeter. Biraz kapağı kapalı kaynattım, sonra kısık ateşte on dakika kadar pişirdim. Taneli değildi istediğim şey. Tatlar birbirine karışmalı diye düşünmüştüm. Patates ezicisiyle ezdim, karanfilleri çıkardım ve reçeli kavanoza koydum. Sonra da bu güzel keke kısmet oldu tatmak. Kek mi? Yine şekersiz. Bu sefer sevgili Müjde'nin gönderdiği incirlerle tatlandı. İçinde yine muz var, bir de yer fıstığı. (Not: Ben pek reçel yemem. Epeydir yapmamıştım da. Ama arada şöyle az tatlı bir kek üstünde, çayın yanında güzel gidiyormuş.)
23 Nisan 2009
Çocukların günü bugün
Bu fotoğraf 23 Nisan 2006 gününden. Dünya çocukları Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği için Antalya'daydı o yıl. Antalya sokakları cıvıl cıvıl gülüşlerle sarılmıştı. Ülkelerinin yerel kıyafetleriyle gösteriler sunuyorlardı. Bizim aileyi ise farklı bir heyecan bekliyordu. Gerçi daha vardı doğuma. Minik hanımı 5 Mayıs'ta alacaktı anasıyla babası kucaklarına. Ama o -halası gibi- dayanamadı ve erkence gelmeye karar verdi. 23 Nisan 2006 sabahı telefon çaldı, erkenceydi, telaşla gittim telefona. Bu saatte kim arar ki? Karşımda heyecanlı bir baba, bebeğin, beklediğimiz mucizenin doğumunu müjdeliyordu. Evet, bebek doğmuştu. Bebek diyorum çünkü o gün henüz bir adı yoktu. New York'ta, Manhattan'da, bir hastanede, geceyarısı. İşte o miniminnacık bebek büyüdü de üç yaşına geldi. Bugün Maya'nın doğumgünü. Bugünü kutlayan o kadar çok çocuk var ki aslında, bugün doğmamış olsalar da. Ama bugün özgür geleceklerin, yani çocuklarımızın sevinç, Türk milletinin de egemenlik günü. Pırıl pırıl çocukların geleceklerinin karartılmaya çalışıldığı günlerden biri bir yandan da. Umutsuz bir geleceğe adım atmaya zorladığımız çocuklarımızın. Onlara tertemiz giysiler yerine yıpranmış bir gökyüzü, örselenmiş bir toprak, ruhu kirletilmiş bir dünya bırakıyoruz. Bilmem ki buna hakkımız var mı? Umutsuzluğu bırakıp onlara güzel gelecekler dilemeli. Mutlu yarınlar. Temiz filizler, güzel gülüşler. Bakarsınız bir mucize olur, yine çiçekler açar yüzlerinde. Yarının büyüğü şimdiki çocukların olmasa da, o günkü çocukların. Belki.
21 Nisan 2009
Ve de mantarın dönüşümü
Bunlar da dünkü güzellerin dönüştüğü leziz pideler. Pide ustasını işini yaparken izlemek öyle güzeldi ki, dalıp gidiyordum ellerin o mekanik hareketine. Aynı duyguyu Tevfik ustayı börek yaparken izlerken de yaşıyorum her seferinde. İşte ustalık bu diyorum, yılların getirdiği tecrübeyle planlamadan, akışa bırakarak yapılan bir eylem. Düşünsenize, ucunda bir de insanları mutlu etmek var. Ustalıkla yaptığınız bir yiyecek onu yiyenleri mutlu ediyor. Hatırlarında kalıyorsunuz, fırına attığınız bir mantarlı pide veya peynirli börekle... Ustalık önemli şey. Gelenek de. Sanki bugün hızla unutuyoruz her ikisini de. Bilmem ki bana bu yazıyı yazdıran hangisi? Mantarlı pide mi, daha cumartesi günü Tevfik ustanın böreklerinden yemiş olmak mı yoksa dün okumaya başladığım kitap mı? Belki hepsi ya da hiç biri. (Meraklısı için kitabın adı: A Fortune Teller Told Me. Yazarı Tiziano Terzani'nin Türkçe'deki tek kitabı Eren Cendey çevirisiyle "Atlıkarıncada Bir Tur Daha" adıyla yayımlanmıştı.)
20 Nisan 2009
Mantar güzeli
Bu fıstığı size taaa geçen salı anlatacaktım ya Seda'dan gelen, "bugün Mutfakta Zen'in 4. doğumgünü" mesajı gündemi değiştirdi. Oydu, buydu derken sıra ancak geldi bizim sevimliye. Tanır mısınız kendilerini? Evet, bilenler bildi: Kuzugöbeği mantarı bu. Kimi yerlerde kısaca "göbek" diyorlar. Mesela Fethiye'de. Mevsimi yeni başladı. Fethiye'ye 16 km uzaklıktaki Yeşil Üzümlü beldesinde evvelki haftasonu festivali yapıldı. Nil haber verdi, ben de olur mu olmaz mı derken aldım biletimi, çıktım yola. Sevgili Ahmet Kizen'in Pastoral Vadi'sinde kaldık dostlarımla. Başta mantar uzmanı Jilber Barutçiyan olmak üzere yeni dostlar da edindik, tatlı Tina ve kızıyla güzel saatler geçirdik. Ama en güzel anlar, zorlu da olsa mantar toplamaya çıktığımız tepelerde yürüyerek geçirdiğimiz anlardı. Çam iğneleri arasından başını çıkarmış bu narin güzelliği anlatmaya yeter mi kelimeler bilemem. Oralılar diyor ki, antibiyotik gibidir, senede bir kere mutlaka yemeli. Yeşil Üzümlü'de her taraf kuzugöbeği mantarıyla doluydu. Kilosu 30 liraya satılıyordu. Beldenin pidecisine gittik, mantarlı pide var mı dedik, yok dedi. Getirsek mantarı yapar mısın dedik, yaparım dedi. İki gün öğle yemeğimiz kuzugöbekli, kaşarlı pide oldu.
Meraklısına: Yok yok, bu o en pahalı trüf mantarından değil. Ama kıymetli ve lezzetli bir mantar. Hakkında daha ayrıntılı bilgiyi Vikipedia'daki sayfasından öğrenebilirsiniz. Bu aralar Ege pazarlarını ziyaret edenler onunla karşılaşıyordur eminim. Kilo fiyatı 30-50 lira arasında şimdilik ama mevsim ilerledikçe ucuzlar dediler. Evvelki haftasonu ben yumurtalısını, pidesini ve tereyağla kavrulmuşunu yedim. Alıp eve getiremedim, bakarsınız Antalya'da da bulur, biraz daha yerim bu mevsim.
Meraklısına: Yok yok, bu o en pahalı trüf mantarından değil. Ama kıymetli ve lezzetli bir mantar. Hakkında daha ayrıntılı bilgiyi Vikipedia'daki sayfasından öğrenebilirsiniz. Bu aralar Ege pazarlarını ziyaret edenler onunla karşılaşıyordur eminim. Kilo fiyatı 30-50 lira arasında şimdilik ama mevsim ilerledikçe ucuzlar dediler. Evvelki haftasonu ben yumurtalısını, pidesini ve tereyağla kavrulmuşunu yedim. Alıp eve getiremedim, bakarsınız Antalya'da da bulur, biraz daha yerim bu mevsim.
17 Nisan 2009
Buğday Derneği'nden haberler
Birincisi Kazdağı'nda yararlı ot toplama etkinliği, 7-12 Mayıs'ta:
http://www.bugday.org/article.php?ID=2983
İkincisi Feriköy Ekolojik Pazar'da 18 Nisan'daki "Organik Zeytincilik" konuşması:
http://www.bugday.org/article.php?ID=2979
Üçüncüsü Kazdağı'nda Doğal Mimari ve Ay Takvimi eğitimi, 25-26 Nisan'da:
http://www.bugday.org/article.php?ID=2980
Derneğin web sitesinde daha pek çok haber var. İlgilenenler için:
http://www.bugday.org/
http://www.bugday.org/article.php?ID=2983
İkincisi Feriköy Ekolojik Pazar'da 18 Nisan'daki "Organik Zeytincilik" konuşması:
http://www.bugday.org/article.php?ID=2979
Üçüncüsü Kazdağı'nda Doğal Mimari ve Ay Takvimi eğitimi, 25-26 Nisan'da:
http://www.bugday.org/article.php?ID=2980
Derneğin web sitesinde daha pek çok haber var. İlgilenenler için:
http://www.bugday.org/
16 Nisan 2009
Evde peynir yapımı
Bakın ne buldum. Aslında tesadüfen oldu, Fethiye'den gelen yorum mektubunun yanında çıkan google reklamlarından birinde vardı. 1967 yılından beri faaliyette olan bir "doğal peynir mayası" firması. Acaba gerçek mayalı peynir yapımına girişsem mi diye düşünmedim değil:
www.rumelimaya.com.tr
*
Bu fotoğrafı 26 Mayıs 2005'te çekmişim. Neredeyse dört yıl önce. Blogu ilk açtığım yıl olduğuna göre bloga koymuş olmalıyım o günkü tecrübeyi. Belki dosyalar arasında bulurum, arşivin bir kısmını sildiğime göre. O gün muhtemelen pazardan süt alıp gelmişim eve. Peynir yapmaya kalkışmışım. Sütü neyle kestirdim acaba? İçindekiler ne? Kurutulmuş domates ve fesleğen mi? Yeşil ve kırmızı olduğuna göre öyle olmalı. Bu sefer kurutulmuş domates tozu koydum, Yerlim ürünlerinden. Dün pazara taze kekik gelmiş, onun uçlarından da biraz doğradım. Bir de tuz. Yine de az gelmiş tuzu. Öyle tatlı bir peynir ki. Sütün yarısını yoğurt mayalamak için ayırdımdı, sıra onda. Bugün bir de üzerine New York Times gazetesinde Harold McGee'nin evde yoğurt yapımıyla ilgili yazısını okuyunca dur dedim, yazının linkini vereyim, İngilizce bilen dostlar yoğurt yapımının bilimsel açıklamalarını okusunlar. Bu sabah kahvaltıda minik tabak peynirimden sürdüm ekmeğime. Ne zevkliymiş insanın kendi yaptığı peyniri tatması, unutmuşum. (Peynir yapmak için sütü kaynattım. Önce sirke koydum ama tam kesilmedi. Bir de yarım limonun suyunu sıktım. İşte o zaman kesildi, suyu ayrıldı. Biraz beklettim o halde. Sonra tuz, kekik ve domatesi koyup karıştırdım ve üzerine tülbent yaydığım kevgire döktüm. Suyu süzüldü. İyice katılaşmasını beklemeden bir kaseye aldım, üzerini bastırıp soğuttum, dolaba koydum.)
www.rumelimaya.com.tr
*
Bu fotoğrafı 26 Mayıs 2005'te çekmişim. Neredeyse dört yıl önce. Blogu ilk açtığım yıl olduğuna göre bloga koymuş olmalıyım o günkü tecrübeyi. Belki dosyalar arasında bulurum, arşivin bir kısmını sildiğime göre. O gün muhtemelen pazardan süt alıp gelmişim eve. Peynir yapmaya kalkışmışım. Sütü neyle kestirdim acaba? İçindekiler ne? Kurutulmuş domates ve fesleğen mi? Yeşil ve kırmızı olduğuna göre öyle olmalı. Bu sefer kurutulmuş domates tozu koydum, Yerlim ürünlerinden. Dün pazara taze kekik gelmiş, onun uçlarından da biraz doğradım. Bir de tuz. Yine de az gelmiş tuzu. Öyle tatlı bir peynir ki. Sütün yarısını yoğurt mayalamak için ayırdımdı, sıra onda. Bugün bir de üzerine New York Times gazetesinde Harold McGee'nin evde yoğurt yapımıyla ilgili yazısını okuyunca dur dedim, yazının linkini vereyim, İngilizce bilen dostlar yoğurt yapımının bilimsel açıklamalarını okusunlar. Bu sabah kahvaltıda minik tabak peynirimden sürdüm ekmeğime. Ne zevkliymiş insanın kendi yaptığı peyniri tatması, unutmuşum. (Peynir yapmak için sütü kaynattım. Önce sirke koydum ama tam kesilmedi. Bir de yarım limonun suyunu sıktım. İşte o zaman kesildi, suyu ayrıldı. Biraz beklettim o halde. Sonra tuz, kekik ve domatesi koyup karıştırdım ve üzerine tülbent yaydığım kevgire döktüm. Suyu süzüldü. İyice katılaşmasını beklemeden bir kaseye aldım, üzerini bastırıp soğuttum, dolaba koydum.)
15 Nisan 2009
Sizin de bir kooperatifiniz var mıydı?
Sevgili güzel yürekli dostlarım, yani Mutfakta Zen'in, Tijen'in dostları, yani aşağıdaki yazıya güzel şeyler yazanlar, yaz(a)mayıp da düşünenler, sonra yazacak olanlar, yüreğinde hissedenler. Hepinize bugün kekler benden. Çay, kahve, ne dilerseniz yanına hazırlayınız. Manzarayı da siz seçin. Malum bahar her yerde güzel!
*
Bir bilmecem var. Haydi sor sor der misiniz? Sizin de bir kooperatifiniz var mıydı eskiden? Bu konuda bir çalışma yapacağım da, var idiyse bu konudaki bilgi ve anılarınızı paylaşır mısınız? Kooperatif dediğim yapı kooperatifi değil, gıda kooperatifi. Ben çocukken bizim bir Ges-İş'imiz vardı. Eskişehir'de çocukluğu geçenler bilir. Benim için orası "Niyat amcanın kortarifi" idi. Babamla Nihat amca kurmuşlar, annem öyle söyledi, ben o detayları unutmuşum. Nihat amca da kortarifin müdürüymüş, yıllarca başında durmuş, sonra orası büyümüş, halka açılmış, satılmış falan, oralarını karıştırmayın. Ama üyelerine ucuz satış yapan, gerekti mi kredi veren bir yerdi orası. Küçüktü, karanlıktı ama evde eksik oldu mu "Ges-İş'e gidilirdi". Pek çok kentte doğup büyümüş dostlar var aramızda. Yaşı 30-35'in altındakiler pek denk gelmemiştir belki ama daha büyük olanların anılarında üyesi oldukları bir kooperatif olabilir. Lütfen, paylaşır mısınız? (Yorum bırakır gibi e-posta adresinizi yazarsanız doğrudan size ulaşabilirim. Söz adresinizi burada yayınlamam. Heyecanla bekliyorum kooperatif bilgilerini. Şimdiden teşekkürler.)
*
Bir bilmecem var. Haydi sor sor der misiniz? Sizin de bir kooperatifiniz var mıydı eskiden? Bu konuda bir çalışma yapacağım da, var idiyse bu konudaki bilgi ve anılarınızı paylaşır mısınız? Kooperatif dediğim yapı kooperatifi değil, gıda kooperatifi. Ben çocukken bizim bir Ges-İş'imiz vardı. Eskişehir'de çocukluğu geçenler bilir. Benim için orası "Niyat amcanın kortarifi" idi. Babamla Nihat amca kurmuşlar, annem öyle söyledi, ben o detayları unutmuşum. Nihat amca da kortarifin müdürüymüş, yıllarca başında durmuş, sonra orası büyümüş, halka açılmış, satılmış falan, oralarını karıştırmayın. Ama üyelerine ucuz satış yapan, gerekti mi kredi veren bir yerdi orası. Küçüktü, karanlıktı ama evde eksik oldu mu "Ges-İş'e gidilirdi". Pek çok kentte doğup büyümüş dostlar var aramızda. Yaşı 30-35'in altındakiler pek denk gelmemiştir belki ama daha büyük olanların anılarında üyesi oldukları bir kooperatif olabilir. Lütfen, paylaşır mısınız? (Yorum bırakır gibi e-posta adresinizi yazarsanız doğrudan size ulaşabilirim. Söz adresinizi burada yayınlamam. Heyecanla bekliyorum kooperatif bilgilerini. Şimdiden teşekkürler.)
14 Nisan 2009
Aaa dört yıl geçmiş aradan!
Biraz önce bir e-posta düştü kutuma. Seda'cığımdan. Diyor ki:
"Ajandama not almışım bugün Mutfakta Zen'in kuruluş yıldönümü diye. Bu vesile ile sana da merhaba deme fırsatı buldum. Bu blog sayesinde hem senden hem de dünyadan çeşitli haberler alıyoruz ya sağol-varol. Nice nice yıllar diliyorum." Farkında değilim iyi mi? Kaydetmemişim zihnime. Bir Nisan ayında açtığımı biliyorum siteyi ama hangi yıldı? Onu hatırlamak için sitenin arşivine gitmem gerekti. 2005 yılıymış. Yani aradan tam dört yıl geçmiş, şaka gibi! O gün neler yazmıştım bilmiyorum çünkü bir delilik anımda sitenin arşivinde epey bir temizliğe gittim, pek çok yazıyı, fotoğrafı (özellikle kişisel, ailevi olanları) sildim. O ilk yazıyı da silmiş, yerine şunları yazmışım:
"Bugün Mutfakta Zen'in kuruluş günüdür. Böyle biline." Tamı tamına 14 Nisan 2005 günü. Zaman nasıl da akıp gidiyor. Dört yıl, dile kolay. Bu dört yıl içinde benim hayatımda, sizlerin hayatında, çevremizde, Türkiye'de, dünyada ne çok şey olup bitti. Keşke hepsi güzel olsaydı olanların. Acılar da yaşadık, hepimiz. Ama diliyorum ki bundan sonra güzellikler doğsun hanelerimize. Ve bugünün şerefine size bu güzel çiçekleri armağan etmek istiyorum. Baharın en güzel mucizeleri sizlerle olsun, Mutfakta Zen'in tüm dost ve okurları!
Doğa ve Edebiyat Paneli
Bugünlerde duyuracak o kadar güzel şeyler var ki (kötülüklere, haksızlıklara inat ben güzel şeyler duyurmak istiyorum) benim mutfak maceralarına sıra gelmiyor. Ama söz, bugün çok güzel bir şey anlatacağım size.
*
17 Nisan günü 19:30-21:00 saatlerini doğaya ayırabilir misiniz? Ayırırız derseniz PEN'in düzenlediği Doğa ve Edebiyat Paneli'ne katılabilirsiniz. PEN Türkiye başkanı Tarık Günersel'in moderatörlüğünde Prof. Dr. Serpil Opperman, Dr. Uygar Özesmi, Nasuh Mahruki, Deniz Postacı ve Gizem Altın Nance'in konuşmacı olarak katılacağı panel Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu'nda (İstiklal Caddesi No. 285, Kat. 1 Beyoğlu) yapılacak.
*
17 Nisan günü 19:30-21:00 saatlerini doğaya ayırabilir misiniz? Ayırırız derseniz PEN'in düzenlediği Doğa ve Edebiyat Paneli'ne katılabilirsiniz. PEN Türkiye başkanı Tarık Günersel'in moderatörlüğünde Prof. Dr. Serpil Opperman, Dr. Uygar Özesmi, Nasuh Mahruki, Deniz Postacı ve Gizem Altın Nance'in konuşmacı olarak katılacağı panel Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu'nda (İstiklal Caddesi No. 285, Kat. 1 Beyoğlu) yapılacak.
13 Nisan 2009
Biricik cadıdan güzel bir haber
Biraz önce tatlı bir cadının sitesinde okudum bu güzel kampanyayı. Güzel de laf mı, minicik yüreklere sevinç tattıracak bir projeyi. Siz de bir parçası olun istedim. Ben de olacağım elbette. HER ÇOCUĞUN BİR MASALI OLMALI KİTAP KAMPANYASI bu. Sizce de hak etmiyorlar mı birer masalı? Hepsi birer masal değil mi zaten, uzun ve güzel yaşamalarını, yüzlerindeki mutlulukların hiç bitmemesini dilediğimiz...
Blog ödülleri
Yeni bir ödül zamanı. Bu ödüllerden/adaylıklardan uzak kalmıştım bir süredir. Haberdar da değildim bu seferkinden, güya merakım da yoktu. Ancak bir arkadaşım senin blogunu da orada görmek istiyorum diye haber edince -meğer o gün son başvuru tarihiymiş- katılmaya karar verdim, maksat biraz heyecan olsun. Yemek blogu kategorisinde tanıdığınız bildiğiniz pek çok blog var. Bilmediklerimiz de var. Mutfakta Zen'e veya diğer dostlarınıza oy vermek isterseniz -ne yazık ki her kategoride sadece bir kişiye oy verebiliyormuşsunuz, ne saçma şey bu, benim bir sürü komşum var orada, oy veremeyecek miyim hepsine- siteye üye olmanız gerekiyor (maalesef! Ben de sevmiyorum bu üyelik işlerini), sonra da yemek blogları kategorisine gidip oy veriyorsunuz. Bu kategoride kimler var görmek için şu linki tıklayabilirsiniz (Veya sağ taraftaki Blog ödülleri logosunu tıklayın):
http://2009.blogodulleri.com/kategori/13
Bu da Mutfakta Zen'in Blog Ödülleri sitesindeki linki:
http://2009.blogodulleri.com/blog/mutfakta-zen
Üyelik işlemlerini de sitenin ana sayfasından yapabilirsiniz. Neyse ki abartılı değil sorular, uzun sürmüyor işlem. Öyle atanı, dedeni, nerden gelip nereye gittiğini soran sitelere biraz "kıl"ım da.
http://2009.blogodulleri.com/kategori/13
Bu da Mutfakta Zen'in Blog Ödülleri sitesindeki linki:
http://2009.blogodulleri.com/blog/mutfakta-zen
Üyelik işlemlerini de sitenin ana sayfasından yapabilirsiniz. Neyse ki abartılı değil sorular, uzun sürmüyor işlem. Öyle atanı, dedeni, nerden gelip nereye gittiğini soran sitelere biraz "kıl"ım da.
09 Nisan 2009
En domestik günlerde
En domestik günlerinizde ne yaparsınız? Yani evde olduğunuz, bir şekilde mutfağa zincirlendiğiniz günlerde. Bu tabii istemekle olacak bir şey. Mutfağa zincirlenmek kulağa hoş gelmiyor biliyorum. Hoş çoğu kadın için mutfak bir zorunluluktur, ailelerini doyurmak için ille de her gün ocak başında ter atmaları gerekir. Benim için zevk. Bazen tabii. Bazı günler en kısa yoldan işimi halledip çıkmak için gözünün içine bakarım. Bugün öyle değil. Biraz zorunluluk var tabii, pazardan aldığım güzelleri halletmek lazım, ziyan olmasınlar. Önce yoğurt mayalamak için sütü ısıtmalı. Kaymağı çoktan omlete karıştı, hellimlendi falan, yendi. Geçen haftaki yoğurttan mayalık ayırayım. Dolapta buzluktan indirdiğim doğranmış domatesler var, onları sarımsakla hafifçe pişireyim, deniz börülcesine sos edeyim. Deniz börülcesine geldi sıra. İyice yıkansın, toprağından ayrılsın. Haşlamalı, sonra da ayıklamalı, sonra kulağına begonviller takmalı (hoş bu eski bir resim ya pek severim), sonra da bir güzel yemeli. Yılın ilk deniz börülceleri. Benim otçu kız getirmiş pazara, görünce pek sevindim. Kilosu beş lira. Bir de sultani bezelyeler var. Belki de bu yıl son pişirişim. Onları bir güzel ayıkladım, yıkayıp az susam yağı ve sarımsakla hafifçe pişireceğim, kendi suyunda. Eh sonra iki dilim kek ve çayı hak ederim herhalde.
Gıda Güvenliği ve Sağlıklı Yaşam Paneli
Sabah 10'da başlıyor. Prof. Dr. Kenan Demirkol'un "Sağlıklı Beslenme" başlıklı bir konuşması var. Ondan önce de Prof. Dr. Şeminur Topal "Genetiği Değiştirilmiş Ürünler"den bahsedecek. Kenan hocadan sonra Güler Osmanlı Mutfağı'nın sahibi Ali Güler'in "Beslenme Alışkanlıklarımızdaki Yozlaşma ve Geleneksel Yemek Kültürümüz" başlıklı konuşması ve ardından bu restoranın yemek ikramına geliyor sıra. Öğleden sonra da Gıda Güvenliği başlıklı panel var.
S. O. S. ÇEVRE GÖNÜLLÜLERİ PLATFORMU
TARİH: 19 NİSAN/2009 PAZAR
SAAT: 10.30
ADRES: EBUSUUT CAD. No.3 EMİNÖNÜ GÜLHANE/İST.
İLETİŞİM: 0532 232 26 84 0216 414 20 06
0532 630 72 75
S. O. S. ÇEVRE GÖNÜLLÜLERİ PLATFORMU
TARİH: 19 NİSAN/2009 PAZAR
SAAT: 10.30
ADRES: EBUSUUT CAD. No.3 EMİNÖNÜ GÜLHANE/İST.
İLETİŞİM: 0532 232 26 84 0216 414 20 06
0532 630 72 75
08 Nisan 2009
İki muhteşem haber
Birincisi Boğaziçi Üniversitesi Marullar Topluluğunun Ekolojik Karnavalı. Ben de sevgili İsmail'in notundan öğrendim (İmeceevi). 13-17 Nisan'daymış. Çoluğu çocuğu kapıp katılın derim. İstanbul'da olsam bir an bile düşünmezdim. İmeceevi ekibi de geliyormuş. Kazdağından otlar da getirecek, o güzelim otları tanıtacaklarmış.
*
İkinci haber de muhteşem aslında ama o Ege'de olan ve olabilenleri ilgilendiriyor. Fethiye'de Kuzugöbeği Mantar Festivali varmış, biliyor muydunuz? 10-12 Nisan. Biraz geç haberim oldu ne yazık ki. Sağolsun, Nil sayesinde!
*
İkinci haber de muhteşem aslında ama o Ege'de olan ve olabilenleri ilgilendiriyor. Fethiye'de Kuzugöbeği Mantar Festivali varmış, biliyor muydunuz? 10-12 Nisan. Biraz geç haberim oldu ne yazık ki. Sağolsun, Nil sayesinde!
07 Nisan 2009
Ah bu tatlı krizleri
Kriz varsa çözümü de var değil mi? Neden-sonuç ilişkisi. Yok yok başka bir şekilde açıklamalı ama benim kafam büyük laflara basmaz. Amaaan öyle ya da böyle, tatlı krizi var mı ortada var, öğleden sonraları çayın yanında canım ille de bir şeyler çekiyor mu çekiyor, evde bozulmaya yüz tutmuş muzlar var mı var eee ne bekliyorsun? Önce muzları soyup blendere koyarsın (altı adet çok ufak muz), üzerine beş çorba kaşığı organik, çekirdeksiz kuru üzüm, dört çorba kaşığı da evde ayıklanmış ceviz ekler, püre haline getirirsin. Dibinde kalanları parmağınla yalarsın. (Keke ne gerek, öylece ye işte değil mi?) Tamam o hazır, iki köy yumurtasını çırparsın, geçen hafta yoğurt yapmak için aldığın sütün kaymağı duruyor dolapta, onu eklersin (2 çorba kaşığı), hepsi karıştı mı? Tamam. Tarçın, muskat, bir su bardağı tam un, bir su bardağı yulaf ezmesi ve bir çay kaşığı karbonat, onlar da ayrı bir yerde karışsın. Ekle ötekine, güzelce karıştır. Fırın tepsisine yağlı kağıt ser, karışımı üzerine yay, 170 derecede ısıtılmış fırına at. Tamam işte kek hazır, fırında. Ya tadı az olursa? Kısmet. Çıkar fırından, biraz soğusun, bak tadına. Tam istediğin gibi olmuş mu olmamış mı sen söyle. Hele de bir dilimin kalorisi 90 ise (bir tepsiden 16 dilim çıktı) değmeyin keyfime. Çay, çayım nerde?
06 Nisan 2009
Kuşkonmaz
İstanbullular yaşadı, bakar mısınız ne buldum? Bir kuşkonmaz blogu! Kuşkonmaz sipariş etmek isteyenler için. Ama beş kiloluk ambalajlar diyorlar, artık eş dost biraraya gelip alacaksınız, dayanmıyor ki mübarek.
*
Türkiye'de yaygın olarak bulunmasını en çok isteyebileceğim sebzelerden biri kuşkonmaz. Hoş zaman zaman yabanisini bulup yiyebiliyorum ama kendisi de olsa, pazarlarda yayım yayım yayılsa, ben de her hafta pazara gidişimde bir kaç demet alsam, eve getirip azıcık haşlasam ve yesem. Ne yazık ki bu muhteşem arkadaşı bizim pazarlarda hiç görmedim. Bazen İstanbul'daki şık manavlarda ve şık mahallelerin marketlerinde görmüşlüğüm var kendilerini ya artık İstanbul'da yaşamadığım için bu alternatifi listeye dahil edemiyorum. Dün akşam Hayvan, Sebze, Mucize adlı kitabı (kitabın bir internet sitesi var, linki tıklarsanız kuşkonmazların topraktan başlarını çıkardıkları döneme de şahit olabilirsiniz) okurken kuşkonmazlı satırlarda eridim eridim bittim. Kitabın yazarı Barbara çocukluğundan beri kuşkonmazın ailesi için önemli yiyeceklerden biri olduğunu ve yaşadığı hemen her evin bahçesinde (öğrencilik hayatında bile) mutlaka kuşkonmaz yetiştirdiğini söylemiş. İlginç bir bitki kuşkonmaz. Öyle ek, biç, ye olmuyor. Bir kere üç sene beklemeniz gerekiyor ilk hasat için. Sonra da ilk yıl sadece bir kaç hafta hasat edip dinlenmeye, köklerini sağlamlaştırmaya bırakıyorsunuz kendisini. Aaah ah. Benim de kuşkonmaz bahçem olsun istiyorum. Mevsimi geldiğinde her gün kuşkonmaz yemek istiyorum. (Meraklısına: Bu fotoğraf geçen baharda Nice pazarlarından birinde çekildi.)
*
Türkiye'de yaygın olarak bulunmasını en çok isteyebileceğim sebzelerden biri kuşkonmaz. Hoş zaman zaman yabanisini bulup yiyebiliyorum ama kendisi de olsa, pazarlarda yayım yayım yayılsa, ben de her hafta pazara gidişimde bir kaç demet alsam, eve getirip azıcık haşlasam ve yesem. Ne yazık ki bu muhteşem arkadaşı bizim pazarlarda hiç görmedim. Bazen İstanbul'daki şık manavlarda ve şık mahallelerin marketlerinde görmüşlüğüm var kendilerini ya artık İstanbul'da yaşamadığım için bu alternatifi listeye dahil edemiyorum. Dün akşam Hayvan, Sebze, Mucize adlı kitabı (kitabın bir internet sitesi var, linki tıklarsanız kuşkonmazların topraktan başlarını çıkardıkları döneme de şahit olabilirsiniz) okurken kuşkonmazlı satırlarda eridim eridim bittim. Kitabın yazarı Barbara çocukluğundan beri kuşkonmazın ailesi için önemli yiyeceklerden biri olduğunu ve yaşadığı hemen her evin bahçesinde (öğrencilik hayatında bile) mutlaka kuşkonmaz yetiştirdiğini söylemiş. İlginç bir bitki kuşkonmaz. Öyle ek, biç, ye olmuyor. Bir kere üç sene beklemeniz gerekiyor ilk hasat için. Sonra da ilk yıl sadece bir kaç hafta hasat edip dinlenmeye, köklerini sağlamlaştırmaya bırakıyorsunuz kendisini. Aaah ah. Benim de kuşkonmaz bahçem olsun istiyorum. Mevsimi geldiğinde her gün kuşkonmaz yemek istiyorum. (Meraklısına: Bu fotoğraf geçen baharda Nice pazarlarından birinde çekildi.)
05 Nisan 2009
Blog gezintilerinden bir demet
Bu sabah Akın abiyi ziyaret ettim. Nicedir okuyamamıştım yazılarını, özlemişim. Oh be dedim, var mı Akın abinin yazıları gibisi. Bazen bir blogda keyfettikten sonra onun bağlantı adreslerini ziyaret ederim. Siz de yapar mısınız? Önce Elif komşuya gittim. Elif'le Lezzet dergisinde sayfa komşusuyduk. Malum, artık telif ödeyemeyeceğiz dediklerinden beri ben yazmıyorum. Elif yazıyor mu hala bilmiyorum ama sitesine Lezzet'de yayımlanmış yazılarını koyduğu bir bölüm eklemiş. Kaçırmış olanlar oradan okuyabilir. Sonra Ayşem'i ziyaret ettim, bakayım bizim çılgın kadın peçeteye ne notlar düşmüş bu ara diye. Aman allahım o ne krepler, bisküviler... Neler neler. Ayşem'ciğim YemekName'nin yazarları arasına katılmış. Yaşa Ayşem, sayende daha da renkli olacak dergi. Sonra Başak'la Alev'i ziyaret ettim. Alev Antalya'daki Öger Maratonu'nda koşmuş. Ve demiş ki, "Adım Adım koşucuları olarak Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği için topladığımız bağış paralarının şu anda 70.000 TL’yi geçtiğini bilmek ise en güzel, en anlamlı savaş ganimeti oldu diyebiliriz." Bir de Şefika'yı ziyaret edeyim dedim. Onun sesini de özlemiştim. İyi ki gitmişim ziyaretine, sayesinde Hikayem Adapazarı'nı tanıdım. Necati Mert'in geçtiğimiz yıl Heyamola Yayınları'ndan çıkan kitabını. Böylece "bağ çorbası"nı öğrendim. Yazarın çocukluk anıları arasında yer alan bir lezzeti. Yaa işte Akın abi, görüyorsunuz ya, sayenizde nerelere gittim, neler öğrendim.
04 Nisan 2009
Turunç kokulu Antalya
Bugünlerde öyle güzel ki Antalya. Sıcacık, güneşli. Kuş cıvıltılarıyla dolu. Sevinmesinler mi, cıvıl cıvıl ötüyorlar bahar geldi diye. Ben de en az onlar kadar sevinçliyim Antalya'nın baharına düştüğüm için. Turunç kokuyor bugünlerde sokaklar. Sabahları balkonda kahvaltı yapıyoruz, turunç çiçeklerinin kokusunu içimize çeke çeke. Tam Turunç Kokulu Düşler yani. Antalya günleri için yeni bir kitap yazasım geldi. Kitap tam bugünlerde çıkmalıymış erken davranmışız (ya da geç kalmışız diyelim, yaz kitabı olmamalıymış). Ciğerlerimize çektiğimiz mis gibi kokulara doyduğumuz günlerde. Sadece turunç ağaçları değil, kayısılar, erikler, şeftaliler de çiçekte. Sonra Kıbrıs akasyaları açmış, mor salkımlar açmış, erguvanlar açmış. Sarı papatyalar (Bodrumlu diliyle "dağlama" veya "alegömeç", Mutfaktaki Yaban'da bahsediyorum ondan da.) Antalya bir renk cümbüşü bu ara. Tabii pazarlar da doğadaki uyanışı takip ediyor. Enginarlar bollanmış, çağlalar çıkmış, taze sarımsaklar içlenmiş, bakla, bezelye, çilek... İnsanın içini sevinçle dolduruyor gerçekten. Antalya'nın en güzel mevsimi ne zaman deseler, hiç düşünmeden şimdi derim. (Ah tabii bir de pazardan demeti 75 kuruşa aldığım frezyalar var, Antalyalı diliyle arpa çiçekleri...)
03 Nisan 2009
Yerellik
Şu yazıyı okurken Amerika'da "yerellik"in (local food movement adında yeni bir hareket. Yerel ürünlerle beslenmeyi tercih edenlere de locavore deniyor) ne kadar önem kazandığını bir kez daha düşündüm. Dünkü yazıda bahsettiğim kitap da bu konuya ağırlık veriyor. Bugün pek çok Amerikalı şef restoranında yerel ürünler kullanıyor, satıldığı bölgeye yakın yerlerde hazırlanan ürünlerin üzerinde "local" etiketi bulunuyor, marketler yerel ürünler sattıklarını duyurmaktan gurur duyuyorlar. Bundan kastım ille de o yöreye has değil ama 50-150 millik (80-240 km) bir daire içinde yetişen/hazırlanan/yakalanan ürünler. Hemen tüm büyük Amerikan kentinde kurulan "yeşil pazarlar" (green markets veya farmers' markets) da yerelliğin ön plana çıkmasına yardımcı oluyor. Çünkü bu pazarlarda o yörede üretim yapan çiftçiler satış yapabiliyor. Elbette böylesi çok daha iyi. Bizim organik pazarlarımızda kimi üreticiler kilometrelerce öteden gelmek zorunda kalıyorlar, ürünlerini satabilmek için. Oysa her kentin yakınında benzer üreticiler/çiftlikler olsa ve hem çiftçiler uzun yol gitmek zorunda kalmasa, hem de üretici yaşadığı yerde yetiştirilen ürünlerle beslense güzel olmaz mıydı? (Yine de çok şükür hala semt pazarlarında yerel ürünler bulmak mümkün. Bu ne büyük bir nimet düşünsenize.)
02 Nisan 2009
Hayvan, Sebze, Mucize
Çevrilmesine çok sevindiğim bir kitaba rastladım Radikal kitap ekinde: Hayvan, Sebze, Mucize. Alt başlığı: Bir Yılın Yemek Güncesi. Yazarı: Barbara Kingsolver. Bir kaç hafta önce İngilizcesini satın aldığım, henüz okumaya başlamadığım halde varlığından heyecan duyduğum kitabın kısa öyküsünü İdeefix'teki (veya Kitaptürk'teki) sayfasından okuyabilirsiniz. Amerika'da çok iyi yorumlar almış. En eğlenceli yorumlardan biri Los Angeles Times gazetesinden: "Okuduktan sonra insanın Kingsolver'la birlikte bezelye ayıklayası geliyor!" Demek ki tam benlik. Ailesiyle birlikte bir çiftliğe yerleşen ve kendi yiyeceklerini yetiştirmeye başlayan Barbara Kingsolver ödüllü ve tanınmış bir yazar. Eşi Steven üniversitede öğretim görevlisi, kızları Camille ise yoga hocası. Sadece bir günce değil bu kitap, aynı zamanda da bir araştırma kitabı. Bir yıl boyunca sadece kendi yetiştirdikleri veya yaşadıkları bölgede yetişmiş ürünlerle beslenme kararı alan ailenin hikayesi Arizona'daki yaşamlarını bırakıp Steven'ın yirmi yıl önce Appalacian Dağları'nda satın aldığı bir çiftliğe taşınmalarıyla başlıyor. Kapağını çok sevdim bu kitabın. Bir avuç muhteşem güzellikte fasulye aslında bu kitaptan ne beklemeniz gerektiğini çok güzel anlatıyor. Ne diyelim, darısı başımıza!
01 Nisan 2009
Yaşasın tarif(e)siz tarifler!
Bu da ne diyeceksiniz, tarif(e)siz tarif. Tarifsiz tarif işte. Evet evet, yemek tariflerinden bahsediyorum. Benim gibi alışveriş listesi gibi tariflerden hoşlanmayanlar, evdeki malzemeye göre tarif yaratmayı sevenler, kendinden bir şey katmaya meraklı olanlar ve yaratıcılıktan keyif alanlar için bir site varmış, şu yazıdan öğrendim: Sitenin adı No Recipes. Nasıl çevrilir ki bu? Tarif(e)siz denebilir mi? Denir herhalde, neden denmesin. Wall Street Journal'da yayımlanan "Tarifesiz Mutfağa Yöneliş" (A Shift to Recipe-less Cooking) adlı yazıda bugün artık pek çok kişinin belli tarifelere bağlı kalmadan yemek pişirmekten zevk aldığından bahsediliyor. Bu konuda yazılmış kitaplar da var(mış). Mış diyorum çünkü elime alıp karıştırmadım bu kitapları. En azından yazıda bahsedilenleri. Eminim sizler arasında da tarifesiz tarifleri sevenler boldur. Yoksa yanılıyor muyum?
Ekmeğin tarifi
Önceki yazıdaki ekmek ne yazık ki benim fırınımda pişmedi. Ama Levain Bakery'nin tarifi tam sevdiğim ekmeğe uygun. Bu yüzden size o tarifi çeviriyorum. Malzemelerimizi hazırlayalım mı önce? Bir çorba kaşığı kuru maya (yerine bir paket instant maya da kullanabilirsiniz), 2 su bardağı ılık su, 3 su bardağı tam buğday unu, 1 su bardağı ekmeklik beyaz un, 1 tatlı kaşığı tuz (tarifte çorba kaşığı diyor ama çok geldi bana), 2 su bardağı kuru üzüm (birer bardak siyah ve altın rengi demiş, altın rengi dediği sülfürlü olan, siz seçiminizi kendiniz yapın derim), 1 su bardağı iri kıyılmış ceviz. Bu malzemeler 24 kadar mini ekmek içinmiş. Karıştırma kabına 2 su bardağı ılık su ve mayayı koyun, eritin. (İnstant maya için bu işleme gerek yok, doğrudan unlarla karıştırabilirsiniz.) Unları, tuzu, ceviz ve üzümleri koyun ve karıştırın (verilen tarifte hamur karıştırma makinesi kullanılmış. Elle yoğurmada ben ceviz, üzüm gibi malzemeleri sonradan koyuyorum). Yumuşak ve elastik bir hamur elde edene kadar yoğurmak gerekiyor. Gerekirse ölçüyü ayarlamak için su veya un kullanılabilir. Üzerini kapatıp buzdolabına koymak gerekiyormuş. Bir gece dolapta kabaracakmış. Dolaptan çıkardıktan sonra ufak parçalar alıp elimizle yuvarlıyor ve üzerine yağlı kağıt yayılmış tepsiye aralıklı olarak diziyoruz. Yine üzerini kapatıyor ve bir gece (veya iki katına kabarana kadar) buzdolabında bekletiyoruz. Sonra da 225 derecede 15 dakika (veya üzeri ve altı hafifçe kahverengileşene kadar) pişiriyoruz. Üzeri fotoğraftaki gibi olsun isterseniz bıçakla yarım santim kadar derinlikte bir çarpı işareti atın. Afiyet olsun.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)