28 Aralık 2009

Ferah bir yıl olsun istiyorum

İç sıkıntıları olmasın, gönüller bulanmasın, hasetlikler, çekememezlikler, kızgınlıklar, küskünlükler fersah fersah uzak olsun hepimizden. Ferah olsun günler. Mutluluklar, sağlıklar, sevinçler olsun. Bisikleti olsun mesela herkesin. Güneşli bahar günleri gelsin, bisikletlerimize atlayıp gezelim. Trafikte sıkışıp kalmayalım. Egzoz dumanları yutmayalım. Saçlarımız aynı gün kirlenmesin tozdan buluttan. O feci deterjanlarla sularımızı kirletmeyelim. Sağlıklı yiyecekler olsun yuvalarımızda, sebzeler, meyveler eskisi gibi tadından yenmez olsun. Sofralarımıza hep güzel şeyler konuk olsun. Sıcacık çorbalar içleri ısıtsın, salatalar şifa versin, meyveler vitaminle doldursun hücrelerimizi. Sağlıklı olalım hep. Bir gıdım bile öksürmeyelim. Sevdiklerimiz etrafımızda olsun. Minik kollarıyla çocuklarımız, yeğenlerimiz, torunlarımız sarsınlar, sarmalasınlar bizi. Sevgilerinden sebeplenelim. Onlar için daha da çok çalışalım. Onlara yaşanılır bir dünya bırakmak bizim görevimiz. Sokakta hiç çocuk olmasın. Bütün yuvalar sıcacık olsun, tencereler kaynasın her birinde. Küçücük bedenleriyle o ağır işlerde çalışmak zorunda kalmasınlar. Albenili paketler içindeki cipsler, çikolatalar olmasın da ceplerinde, çantalarında, leblebiler, fındıklar, dut kuruları, pestiller olsun. Damarları tıkanmasın o küçücük yaşlarında, sağlıklı bedenleri, dolayısıyla sağlıklı zihinleri olsun her birinin. Renkli boyalı içecekler yerine süt içsinler, taze sıkılmış meyve suları içsinler, ayran içsinler. Aman ne bileyim benim dileğim ferah ferah bir yıl olması. Çiçekler de eksik olmasın evlerimizden. Onlar yaşamın mutluluklarından. Rengarenk olalım. Ümitler besleyelim. Güzel bakalım hayata. (Fotoğrafın nerede çekildiğini söylemedin diye uyarı geldi, geçen yıl Stokholm'de çekmiştim. Karanlık bir Eylül günü.)

22 Aralık 2009

Her gün bir elma

Haydi çekinme. Uzan al şu elmayı, şöyle bir parlat elinle (sür üzerine ne olacak ki), bir ısırık al. Sulu ve tatlı bir elma bu. Lezzetli. İlk ısırığı aldığında kendini öyle iyi hissedeceksin ki. Sonra bir ısırık daha, bir tane daha... Bir bakmışsın ısıra ısıra bitirmişsin. İkincisi var mı diye aranacaksın. Unuttun değil mi? Bugün hiç meyve yemedin. Oradan oraya koşturman lazımdı çünkü. Aklına bile gelmedi meyve yemek. Çantana bir muz, bir mandalina, hadi olmadı bir kaç kuru kayısı atmış olaydın, vapurda giderken, postanede beklerken, öğle yemeğine daha çok varken açlığını adam gibi bastırabilirdin oysa. Olaydı, ah bir elma olaydı. Hem mutlu da ederdi seni. Yani ne bileyim o marketlerdeki, büfelerdeki içeriği karmaşık gofretlerden, bisküvilerden daha iyi değil mi? O ne idüğü belli olmayan şeylerde ne vitamin var ne mineral. Yağ var, emülgatör var, koruyucu var, boya var, ooo var babam var. Ama vitamin yok. Ha tabii kalori de var. Yağlı yağlı kalori. Elmada da var kalori ama yağ yok. Lif var ama. Barsakların iyi çalışsın diye. Şeker var ama doğal formunda. Rafine falan değil. Aman canım kırk yıllık elmayı sana ben mi anlatacağım. Bak sağına soluna yok mu bir elmacı?

18 Aralık 2009

Kartal %100 Ekolojik Pazarı 20 Aralık'ta açılıyor

Bir kez daha hatırlatmak istedim. Şenlikle başlıyor pazar. Dilerim hep şenlikli olur, alıcısıyla, satıcısıyla zenginliği, bereketiyle sürer:
http://www.bugday.org/article.php?ID=3617
Açılış günü programı için:
http://www.bugday.org/article.php?ID=3650

SORANLAR İÇİN: Evet, Kartal'daki organik pazar her hafta pazar günü alıcısıyla buluşacak. Türkiye'nin pek çok yerinden gelen satıcılar sizleri bekliyor olacak. Sebzeler, meyveler, otlar, yeşillikler, baklagiller, temizlik ve bakım ürünleri, organik pamuk ürünleri, çaylar, kahveler, çiçekler. Onu hiç ihmal etmeyin olur mu Anadolu yakalılar!

11 Aralık 2009

Görmek, dokunmak ve hissetmek üzerine

Lütfen siz de duyurur musunuz:
Kartal %100 Ekolojik Pazar'ı 20 Aralık 2009 günü açılıyor. Ayrıntılı bilgi için:
http://www.bugday.org/article.php?ID=3617
*
Bu hafta fotoğrafsız haberler sardı burayı değil mi? Şöyle iç açıcı bir fotoğraf olsa diyen olmuştur. (Olmuş mudur?) Bu fotoğrafı bayramda çekmiştim. Komşumuz Melahat hanım Finike'deki bahçelerinden meyve getirmişti bize. Bir greyfurt, bir kaç portakal, bir kaç mandalina ve limon. Greyfurtun pembesini severim. Görünce çok sevindim ve ilk onu yedim. Ucu keskin bir bıçak aldım elime, kabuğunu soyup ortadan ikiye böldükten sonra ilk dilimin zar kısmına soktum bıçağın ucunu, zarı açtım, soydum sabırla. Tüm çıplaklığıyla karşıma çıktı meyvenin etli kısmı. Dokusu öyle güzeldi ki, bakmalara doyamadım. Rengi de bir başka güzeldi. Işık da vardı evin içinde, bir dilimi o şekilde soydum ve tezgaha koydum. Başladım fotoğrafını çekmeye. Öyle koydum, yan çevirdim, bir parçayı diğerine dayadım... Ne keyif aldım anlatamam. Sonra her bir dilimi teker teker, aynı şekilde zarından ayırıp o muhteşem dokuyla sıkı fıkı oldum, ağzıma attığım her dilimde bir kez daha bağlandım ona. Bitmesin istedim bu keyif. Hiç bitmesin ve ben durmadan, daima pembe greyfurt yiyeyim. Ne yazık ki devamı yoktu. Aslında devamının nerede olduğunu biliyorum. Gisela'ya gidebilsem, o cennet bahçedeki ağaçlardan kendi ellerimle toplayabilirim bol bol pembe greyfurt ya bu ara gidemem. Şimdilik bayramda yediğim greyfurtun görüntüsüyle yetineyim. Oysa greyfurta dair ne hayallerim vardı...

09 Aralık 2009

Tohumdan Sofraya: Mevsiminde Meyve-Sebze Tüketimi eğitimi

Arkadaşım Ayfer muhteşem bir etkinlik düzenledi, Slow Food Yağmur Böreği birimi gönüllüleriyle birlikte. İlkokullarda ÇEKÜL'ün desteğiyle yaptıkları bu etkinlik çocuklarımıza sebze ve meyvelerimizin hangi mevsimlerde yenmesi gerektiğini öğretmeyi amaçlıyor. Bence artık yetişkinlere de hatırlatmak gerekiyor, çoğu kişi hangi sebzenin hangi mevsimde yetiştiğini unuttu gitti. Ellerinize sağlık sevgili Yağmur Böreği gönüllüleri:
http://www.haberhurriyeti.com/HaberDetay/12185-tohumdan-sofraya.aspx

TRT FM

Birazdan (10:30) TRT FM'de olacağım. Bayramdan önce neden haber vermedin diyen dostlar için söylüyorum. "Ne Yapmalı" köşesinde kış mevsiminde neler yemeli konusunda konuşacağız. Herhalde 10 dakika kadar sürer, bilginize. (Dinleyenlere teşekkürler. Şansıma çok sevdiğim bir spiker çıktı, Ebru hanım. Onunla konuşmak her zaman güzeldir. Süremizi aşmışız, o yüzden biraz hızla kapattık kusura bakmayın dediler sonradan. Bir daha olursa önceden haber vermeye çalışacağım. Kusura bakmayın ne olur, sabah pazara gidip geldim, ancak çayımı demleyip bir iki lokma yedim ki telefon çaldı.)
(Bir not daha. Hülya organik çaya ilişkin güzel bir yazı yazmış sitesinde. Onu da ziyaret edin lütfen. Hem tozlu çay daha iyiymiş, bunu hiç bilmiyordum, sayesinde yeni bir şey öğrendim. Sağolasın Hülya!)

08 Aralık 2009

Kahvaltı sen nasıl bir mutluluksun

Yazının sonunda organik çayla ilgili bir gözlemim var, okuyan arkadaşlar zaten görmüştür. Satın aldığım organik çayın (merak edenler için markası Özçay) daha az dem verdiğini söylemiştim. Gerçi bu beni rahatsız etmiyor çünkü zaten çok çok açık içerim çayı. Ayrıca bu çay yumuşacık içimli, bana kalırsa çok da güzel bir çay. Tek sorunu tozluca olması. Daha iri taneli olmasını tercih ederdim doğrusu. Bir çay firmasında çalıştığını söyleyen blog okurlarından Hülya da organik çayın demlendiğinde neden daha açık renkte olduğuna dair bildiklerini yazmış. Konu ilginizi çekti ise lütfen okuyun. Çok teşekkürler Hülya, en azından benim kafamdaki soru işaretlerini giderdi bu. Bir gün gelip sizin oralardaki çay bahçelerini ziyaret etmeyi çok isterim. Ben hiç çay çiçeği görmedim. Güzel kokar mı, neye benzer çok merak ediyorum. Ellemek, koklamak isterim.
*
Rahmetli anneannem, hastalığı başlayıp yatağa mahkum olduğu dönemde hep şöyle derdi, "Sabah olsa da kahvaltı etsek. Ama kızarmış ekmek istiyorum, kaymak var mı? Reçel, bal..." Sonra kaybettik onu. Son zamanlarda annem neredeyse her sabah, "eskiden kahvaltıyı hiç sevmezdim ama artık en sevdiğim öğün," diyor. (Allah uzun ömür versin tabii, ölüme, yaşın ilerlemesine bağlamıyorum bunu.) E tabii kahvaltıyı ben hazırlıyorum da onun için demiyorum. Yani şimdi mesela Aralık ayına gelmişiz, artık seralarda yetişen tatsız tuzsuz şeyler var pazarlarda ama ben ne yapıp edip tarla biberi ve domatesi buluyorum. Güzel peynirler bulunduruyorum evde, zeytini zaten ben kurdum, alıştığım, sevdiğim tat. Avokadomuz da var, hatta bir vazoda nergislerimiz. Ekmeğimi daha dün mayalamışım, organik, karışık unumla (Müzeyyen'ciğim karıştırdı, buğday, çavdar, arpa, soya, mısır unları var içinde), içine de Meltem'ciğimin kendi elleriyle ayıkladığı kişniş tohumundan, Rize'nin fındığından, yine Müzeyyen'den aldığım ayçekirdeğinden koymuşum. Dün Handan'la pazara gitmişiz, o da ne, Diyarbakırlı bir amca (iki gözü de kataraktlıymış, ne güzel gözlerin senin amca dediğimde ah kızım ikisinden de ameliyat oldum dedi) o pütürüklü, turşuluk salatalıklardan getirmiş, o miniminilerden değil ama. Bir tanesini oracıkta kırıp tatmasak inanmayacağız tarla ürünü olduğuna. Bir güzel ki. E rengarenk tabağıma salatalık da eklemişim, çayım bu ara zencefil, tane karabiber, tarçın kabuğu, kakule ve karanfilli (organik çay aldım geçenlerde, diğeri kadar renk vermiyor ya tadı öyle güzel ki. Bu renk meselesi de beni düşündürdü doğrusu, diğerlerinden bunun yarısı kadar koyduğunda iki katı koyulaşıyor demlendiğinde. Bu ne iştir acaba?) Yani uzun lafın kısası, kahvaltı sen ne güzel şeysin. Seni seviyorum!

06 Aralık 2009

Buğday Ekolojik Yaşam Rehberi


Yanda sevimli mi sevimli, ufacık tefecik ama içi dopdolu bir bültenin, dışı siyah beyaz ancak içi yer yer renkli bir rehberin kapak sayfasını görüyorsunuz. Kapak yazısı Gizem Altın Nance'den: "Ekmek Bulamıyorlarsa Simit Yesinler" diyor Gizem ve ekonomiyi canlandırmak için medyada sürdürülen alışveriş kampanyasını büyüteç altına alıyor.
Victor Ananias, "Yeniden..." başlıklı yazısında 12 yıl önce 8 sayfalık (Victor'la ilk sayıyı hazırlayışımız dün gibi aklımda, 1997 yılındaki sayım gününü hatırlıyor musunuz? İşte tam da o gün!) bir bülten olarak filizlenen, sonra büyüyerek dergiye dönüşen ve binlerce insana ulaşan yayının bundan sonra "Buğday Ekolojik Yaşam Rehberi" adıyla, 3 ayda bir, mevsim dönümlerinde yayımlanacağını ve şimdilik Buğday Derneği'ne üye olanlara dağıtılacağını anlatıyor. Yazısını şöyle bitiriyor Victor:
"Ama okur olmanın dışında sizden bir ricamız daha var. Sürdürülebilir bir yaşam için harekete geçin ve ekolojik yaşam ağına siz de katılın. Umarım bu bülten hepimize bereket dağıtan tohum keselerimiz olmaya devam eder uzun süre..."
Ben de dergide mevsimlik beslenme önerileriyle yar alacağım. İlk sayıda tarhana yapımına dair bir yazım ve izniyle sevgili Münevver'in (Şen) annesinden kalan tarhana tarifi yer alıyor. Bakalım ikinci sayıda neler olacak?

Buğday Derneği'ne destek olmak için:
http://www.bugday.org/

04 Aralık 2009

Japon tatlıları

Bugün başka bir şey yazacaktım ancak Japonya'da yaşayan bir çevirmen ve "etagami" sanatçısının Japon tatlıları blogunu görünce anılarım canlandı ve Japon tatlıları üzerine yazmak istedim. Japonya'da yaşayan diyorum ama Debbie orada doğup büyümüş. Hayatının çoğu kısmı Hokkaido adasında, Ainu adlı yerli grupların yaşadığı bir bölgede geçmiş. Debbie Ainularla ilgili çeşitli yazılar yazmış, çeviriler yapmış. Ben onu etagami eserleriyle tanıdım ancak şimdi de Japon tatlılarıyla zenginleştiriyor hayatımı. Blogda anlattığı şeyleri okudukça anılarım canlanıyor. Japonya'ya gideli 16 yıl olmuş. Nasıl da akıp geçmiş zaman. Orada tattığım yiyeceklere dair anılarım (bir kaçı çok canlı olsa da) silikleşmiş. Ancak bu fotoğrafı çektiğim Japon tatlıları dükkanına dair olanlar canlı. Çünkü çekeli sadece 2 yıl olmuş. New York'ta, Manhattan'da, ünlü Rockefeller Merkezi'nin yanında bu dükkan. O kadar şık düzenlenmiş ki, insan içeri girmeden edemiyor. Fotoğrafta gördüğünüz yeşil çaylı bir pasta. Bu biraz daha Batılı görünümlü bir tatlı ancak tümüyle Japonlara özgü, pirinç nişastası, kestane ve azuki fasulyesiyle yapılmış tatlılar da var. Bir diğer yer de (ki her seferinde uğramadan edemem) Çin mahallesinde, Japon mutfak malzemeleri satan bir dükkan. Oraya her girişimde mutlaka bir kaç tane alır, hemen yolda açıp yemeye başlarım. Yemeğe dair ne çok anımız var değil mi? Bazen bir fotoğraf yetiyor hepsini bulundukları yerden çıkarıp tozlarını silkelemeye. Sonra da yollara düşmek istiyorsunuz zaten.

02 Aralık 2009

Tuzunu ve biberini eklemek

Hemşireniz kapak kızı olmuş haberiniz var mı? Kendisi değil de sebzeleri. Pek de yakışmışlar TUZ BİBER dergisinin kabağına. Yasemin'ciğim bayramda yazıp yolladığım yanıtlara, tarif ve fotoğraflara teşekkür edip, "Hızır gibi yetiştin Tijen'ciğim, aslında Ocak sayısında kullanacaktık senin söyleşiyi ama Aralık sayısına çekmek durumunda kaldık," deyince bayramda oturup hazırladığıma ve hemen gönderdiğime pek sevinmiştim. Neyse, sözü uzatmaya gerek yok. Yasemin sordu ben yanıtladım. Tarifler Turunç Kokulu Düşler'den. (Şu anda İdefix sitesinde %35 indirimli, diğerleri de en az %20 indirimli. Hani tam yılbaşı üzeri, sevdiğiniz birilerine hediye etmek istersiniz belki dedim.) İyi okumalar ve afiyet olsun. (Başta Ferah olmak üzere Tuz Biber dergisine emeği geçen herkese teşekkürler!)
*
Bu fotoğraftaki salatayı (yemek niyetine de yenebilir tabii) kışla bahar arası bir zamanda yapmış olmalıyım. O dönemde elimde Aksaray'daki bir dükkandan aldığım tütsülü İran pirinci vardı ve onu değişik şekillerde değerlendirmek istiyordum. Tütsülü olduğu için çok yoğun bir aroması vardı. Sebzelerle buluşturmanın güzel olacağına kanaat getirmiştim. Öyle de olmuştu. Çıtırık Sultani bezelyeler, tazecik brokoliler, hatta belki çoğunuzun tatlı dışında hiç kullanmadığı balkabağı... Fotoğrafı çektiğim günü dün anımsıyorum. Zaman ne garip şey. Bir dahaki İstanbul ziyaretinde vakit yaratabilirsem yine uğramalıyım oraya. Belki yine bulurum tütsülü pirinç ve yepyeni lezzetlerle buluştururum!

01 Aralık 2009

İşte kolay bir bayram sonrası tarifi

Hani bayramda yemeği, içmeyi çok kaçıranlar, kendini suçlu ve ağır hissedenler için. Yani içinde bir kaç tane patates var evet ama yanında başka bir şey yemek gerekmiyor öyle olunca. Yani ekmeksiz yenebiliyor. Bir kase bitince biraz daha var mı diyorsunuz. Renkli ve pek leziz bir şey. Ama biraz zamanınızı alacak, baştan söyleyeyim. Çünkü önce sapları da kullanılabilecek pancar bulmanız gerek. Taze olacak yani. Köklerini kesip iyice yıkayacak, haşlayıp soyduktan sonra sirkeli, sarımsaklı sosuna yatırıp salatalar için saklayacaksınız. Sıra geldi sapları yıkamaya. Onları da yaprak-sap kesip öyle yıkayın. Yarım kilo kadar da pırasa yıkayın (pancar 1 kg'nin sapları). Soğana gerek yok. Pırasa zaten soğanla aynı aileden. Sarımsağa var ama. Bol bol. İki de patates, ufak ufak doğranacak. Önce zeytinyağında pırasa ve pancar sapları kavrulacak, 3-4 dakika. Ama bu arada içine tane kimyon ve bir çay kaşığı kadar da tane hardal katılacak. Ardından patatesler, biraz su (patates su ister çünkü), en son da pancar yaprakları doğranıp eklenecek. Beş dakika sonra yemeğiniz hazır. Güzel bir tabağa konacak, üzerine Tijen usulü susam serpelenecek. Balkona çıkılacak. O saatte balkona güneş gelmiş olur. Yüz güneşe verilip yavaş ve hissederek, yahu ne güzel yemekmiş neden daha önce yapmadım denerek yenilecek. Basit aslında değil mi?