En son eklenti. Kimsenin düzeltmediği maddeler: 1, 3, 9, 10, 16, 17, 18, 21, 25, 27. Onlara göz atıp kendi doğrunuzu paylaşmak ister misiniz? 9 Ekim Salı günü düzeltilmiş halleriyle burada yayınlayacağım.
Salı eklentisi. Yorumlara teker teker yanıt veremediğim için kusuruma bakmayın ancak hepsini okuyor, düzelttiğiniz cümleleri hazırladığım dosyaya işliyorum. Haftasonu doğru halleriyle birlikte burada görebilirsiniz ama sizler daha çok katılın istiyorum. Daha evlat edinilmeyi bekleyen cümleler var! Katılan herkese sonsuz teşekkürler.
*
“ehehaheae yazi cok guzeldi. butun istanbulun hava gazina yüklenmesi fikrini cok sevdim. gazhane tabiri de gozumun onune guzel seyler getirdi. ama facebook gayet guzel bisi.varliini unuttuum ilk okul arkadaslarimla bile karsilasmakten hosnutum. ama dier yandan da facebook cok hin bisi aslnda. o minik applicationlar.la hepimizin hakkinda yuzlerce bilgi toplayip bi database yapiolar. gunu geldiinden bize bisiler satmak icin kullanicaklar o bilgileri. varsin olsun. bolece reklamlar daha az medya isgal eder belki..”
Böyle bir “şey”le başlayayım dedim. Şey diyorum çünkü söyleyecek söz bulamıyorum. Çünkü bu cümlelerin nece olduğunu bilmiyorum. Türkçe olmadıkları kesin de hangi dilde yazılmışlar? Gazeteleri tarıyor, garip, bozuk, yamuk yumuk, şekli şemali bozulmuş, çarpıtılmış, morartılmış cümleler arıyorum. Çok uğraşmam gerekmiyor. Her okuduğum yazıdan mutlaka gözümü tırmalayan bir kaç cümle çıkıyor. Yukarıda gördüğünüz paragraf da Radikal gazetesinin internet editörü Serdar Kuzuluoğlu’nun konu ile ilgili yazısına yazılmış bir yorum. Yazan bir gazeteci yahut köşe yazarı değil. Dolayısıyla onu elbet hoş görebiliriz ancak dildeki bozulmaya bir örnek vermek istediğim için buraya aldım. Bilmem bu paragrafı okunur hale sokmaya hevesli biri çıkar mı? İkisini alt alta koyalım, aradaki farka bakalım.
Biliyorsunuz, aylardır güzel yazılar hazırlıyor komşularımız. Sevgili Akın Abi ve Dilek’in önderliğinde, 1 Mart 2007 günü başlayan Doğru Yazalım, Doğru Konuşalım, Dilimizi Koruyalım kampanyası yedinci ayını bitirdi. Zaman zaman geriye dönüp yazılanları okumak, bu yazılardan bir şeyler öğrenmek, hatalarımızı görmek, ardından düzeltmek projenin amacına ulaştığını gösterecektir. Öğreniyoruz değil mi? Gelişiyor, dilimizi daha doğru kullanmak için çaba gösteriyoruz. Sitelerimize, gazetelere, dergilere yazdığımız yazıları bu bilgiler ışığında bir kere daha, hatta iki kere daha okuyoruz yayınlanmadan önce, öyle değil mi?
Etkinliğe gazete, dergi ve kitaplarda gözüme çarpan hatalı, çarpık cümleleri paylaşarak katkıda bulunmak istedim. Bunları yazanların kimi profesör, kimi yılların gazetecisi, kimi çevirmen, kimi romanları yayımlanmış bir yazar. Hele de ilköğretim okullarına ‘Medya okuryazarlığı’ dersi konulan (seçmeli de olsa) bir dönemde önce medyanın kendine bakıp yanlışlarını düzeltmesi gerektiğine inanıyorum. Yoksa gazete köşelerinde de “cok hin bisi aslnda” gibi cümleler görmeye başlayacağız. Belki de vardır.
Bu sefer işi oyuna dökelim istedim. Gördüğüm kırık dökük cümleleri buraya yazıyorum. Hatalarını birlikte bulup düzeltelim mi? Cümleleri şöyle bir okuyun. Hata nerede? Sözcük kullanımında mı, imla kurallarında mı? Anlatım bozukluğu mu var yoksa abartılı bir dil mi kullanılmış? Bu yazıyı okuyorsanız bir cümleyi de siz evlat edinin, onu düzeltip doğrusunu gönderin. (Orjinalini yazmanız gerekmez, cümlenin numarasını yazmanız yeterli.) Sonra en doğru kurulmuş hal(ler)ini (yazan kişilerin adıyla) her birinin altına yazalım, DDD sitesinde de bu şekliyle yer alsın. Ne dersiniz, bir hafta yeterli mi? (Bir cümle için yorum bırakarak doğru olduğunu düşündüğü öneriyi getiren biri olduysa onu da okuyun. Cümlenin düzeltilmiş hali de doğru olmayabilir. Gerekirse onu da düzeltelim.) (Bu cümleyi 1 Ekim 2007, 21:50'de ekledim. Biraz önce CNN Türk kanalındaki programda ekranın sol alt köşesinde ne yazıyordu dersiniz: "Kuru temizlemeciler kanser saçıyor!" Nasıl saçıyorlar merak ettim. Kanser minik minik zehir toplarına verilen ad olmalı, yahut bir tür sıvı. Kuru temizlemeciler de bunu saçıyor herhalde. Fesupanallah!)
1. “Vahşi doğada hayatta kalma ihtimaliniz var mı?” testinden yüzde 50 sonucunu aldım.
2. Ama meğer Spiderman pek bana göre değilmiş.
3. Tabii bir yandan da ben sizin için detaylar aldım ki kaloriler konusunda da size fikir verebileyim diye.
4. Ayrıca soya sosu sebebiyle sodyuma, yüksek tansiyon hastaları ve sodyum duyarlılığı olan böbrek hastalarının dikkat etmesi gerekiyor.
5. Zaten her yere yürüyüş yaparak gitmeyi tercih ediyorum. Bunun dışında yürüyüş yapmayı seviyorum. (bir röportajdan)
6. Söylemek istediğim sadece en önemli ihtiyaçlarımızdan biri olan yemek yemeye biraz özen göstermek, kendiniz için hayata anlam katmak; bir lokmayı henüz çiğnemeden çabucak yutmaktan değil tüm duygularınızla tadını, tuzunu hissedebilmek gerektiği...
7. Laleli’nin erken hasat zeytinyağı ilk tattığımda lezzeti beni şaşırtmıştı ve o günden beri Yunanistan’dan taşıdığım Girit yağlarıyla birlikte en sevdiğim zeytinyağlarının başında yer almıştı.
8. Hayır diyemeyen bir insanın, diğer insanlar tarafından sınırları algılanmaz.
9. Stres tırnak yemeyi artırıyor” (gazete manşeti)
10. Daha geçen yıl öleceğini düşünen Tuba Şılbır, şu anda 18 yaşında ve 100 bin böbrek hastası ve yakını için onun adı artık 'umut!'
11. Ramazan ayının gelmesiyle birlikte davetler, kokteyller, açılışlar bıçak gibi kesti.
12. Onu hiç tanımayan ya da devrimi ideal edinmediği halde onu sevdiği için Che'den bahseden bir insan grubu vardır.
13. Ne zaman kuyruğuna basılsa direkt pençelerini çıkarıyor. (bir röportajdan)
14. Günde yaklaşık 200 tane blog geliyor.
15. Kepez’den göz dağı (gazete manşeti)
16. Yunanistan’ın en iyi üniversitelerinden birine sahip olan Selanik’in balkonlarında rengarenk sardunya, ayrıca portakal bahçeleri, zeytin ve çam ağaçları, Osmanlı paşalarının yaptırdığı çeşmeler, özgürce sarı, pembe, kırmızı renklere boyanmış, kolalı dantelli pencereleri ile cumbalı evler vardır.
17. Ancak … maçtan bir gün önce oturduğumuz sitenin basket sahasında futbol oynarken kendini sakatlayınca şans …’a güldü.
18. Taraflar dizi üzerinde bir dizi muhabbet ettikten sonra …, senaryoyu alıp eve götürecek, okuduktan sonra …’a görüşünü bildirecek.
19. Yaptığımız işe, dernek yönetiminin ilgisizliği karşısında ki hayal kırıklığımı dile getirmeye uzun süre tereddüt ettim.
20. Çok duygulandım ve aklıma hiç hediye almak gelmediği içinde biraz utandım.
21. Eleştirmenler (kendimden biliyorum) hayatlarını beğenmemek üstüne kurar, doğru olanda budur.
22. Önce genç bir yazarı poh pohlayacağız...
23. Benim ki tersine bir süreçtir.
24. Daha pekçok yazarların edebiyatını yapmadınız ki!
25. …’nun kızlarını okuttuğu bu üniversitede çalışan, adını vermek istemeyen yabancı bir hocanın söylediğine göre burası Malezya’nın İslamlaşma sürecinde önemli rol oynuyor, bir sürü genç mümin yetiştirip topluma servis ediyor.
26. Yahudileri Avlayan Hollandalıların her Yahudi için ayrıca para aldığını, Yahudileri koruyan kimi ailelerinse bu işi yalnızca para karşılığı için yaptıklarını.
27. … Waldemar hayalini kurduğu özgür bir dünyada tutunabilmenin, her şey terslik içinde giderken bile yumuşak kişiliğini yitirmemenin, toplama kapmında bile bilgisi ve gücüyle insanları hayran bırakmanın onuruyla yaşıyor.
28. Tıp alanında ki araştırmaların çoğu deniz kaynaklı (bir haber kanalında alt yazı)
29. Önlem alınmaması durumunda Akdeniz’de 20 yıl sonra canlılık tükenecek (aynı kanalda, aynı programdan alt yazı)
30. Bu sefer bir öneri. Semih Gümüş, ‘Bazı kitaplar niçin çok satar?’ başlıklı yazısında iyi yazmak için iyi kitaplar okumanın öneminin altını çiziyor. Bence önemli bir yazı. Bugün bir de Edebiyatçılar Derneği'nin internet sitesine (o da günlük şeklinde tasarlanmış) rastladım. Sitede önümüzdeki ay (Kasım'da) Yaratıcı Yazarlık Atölyesi'nin başlayacağından söz ediliyor. Daha iyi yazmak isteyen ve vakti olan arkadaşlarımız için güzel bir fırsat olabilir.
30 Eylül 2007
28 Eylül 2007
Tazelik... Ferahlık
Bu aralar -neden bilmem- bir çok site komşumun (siteden kastım burası yani, apartman değil) mutsuz olduğunu, hayata karşı isteksiz, yorgun olduğunu görüyorum. Yazılar böyle. Herkes değil tabii, aman olmasın da. Birileri de şen şakrak, cıvıl cıvıl olsun, neşe saçsın, sevinç getirsin ama içi üşümüş olan komşularımı düşününce onlara birkaç kelam etmek istedim. Ben kelamı nasıl ederim? Elbette fotoğrafla. Fotoğraf bir simgeye dönüşür. Öyleyse ne olsun? Tazelik, ferahlık barındıran bir fotoğraf olsun. Resimdeki ilkbaharda yaptığım ve fotoğrafladığım bir sebze kavurması. İlkbahar olduğu Sultani bezelyeden belli. Kırmızı soğan, havuç, brokoli ve beyaz bir şeyler de göründüğüne göre bir de yerelması olmalı içinde. Hani diyeceğim odur ki, içinizi ferahlatmanın binbir yolu var. Bir tanesi de tazecik, çıtır çıtır bir şeyler yemek, yaşamı içselleştirmek, mide yoluyla yaşama tutunmak.
26 Eylül 2007
Turşu vakti
Vakit turşu vaktidir. Bu vakitlere 'turşu kurma vakitleri' denir. Pazarlar dolaşılır, körpecik biberler, turşuluk salatalıklar, zevke göre lahanalar, havuçlar, yeşil domatesler, kelekler alınır. Kimi tuz ve limon tuzuyla, kimi tuz ve sirkeyle yapar turşusunu. Kimi içine tane karabiber, kuru soğan (Bulgaristan'dan gelmiş bir arkadaşım anneannesinin usulüyle yapıyordu turşuyu) koyar, kimi kişniş tohumu (Mardin'in acur turşularından bahsetmiştim ya). Kimi armut dilimler (Sivas'tan olmalı bu bilgi), kimi nohut veya buğday atar, kimi dereotu dallarıyla, kimi kereviz yapraklarıyla kaplar. Ama vakit turşu vaktidir. Bu dönemde turşu yapılır. Ben de yaptım yapmasına ya acele turşu, hemen yemelik turşu oldu benimki. Kişnişe heveslendim, evde olmadığı aklıma gelince tane kimyonla denedim. Kışlık turşu yapsam mı yapmasam mı bilemedim. O bir yana, aklıma geligeliveren, ağzımı sulandıran şu az olmuş turşuyu buraya koymadan edemedim. Ben bu turşuyu düşünürken, Göçebe komşumun da bu turşuların bulunduğu mekana, Katz's'a gittiğini okudum. Hoş o bu anıları haziranda yazmış, ben de zaten fi tarihinde yemişim turşuyu ya olsun. Tat belleği zaman bilmez, dünmüş gibi getiriverir anıları, koyar önünüze. Gel de yeme. (Sizin oralarda turşu adetleri nasıldır? Neyin turşusu yapılır? Başka yerde bulunmaz dediğiniz turşular var mıdır? İçine neler konur?)
25 Eylül 2007
Ekmek ve Yemek Tarifleri
İşte dün bahsettiğim kitap. Sevgili Teslime'nin binbir emek hazırladığı, 400'ün üzerinde tarif içeren yemek kitabı. Ekmek ve Yemek Tarifleri. Pegasus Yayınları'ndan çıkan, renkli fotoğraflı bu kitap için önce emeği geçen herkese teşekkürler. Ortaya bir kitap çıkarmak gerçekten zor iş. Hele Teslime gibi her birinin fotoğrafını çekiyor, yanlarına püf noktalarını koyuyor, mesleki bilgilerini ekleyerek kitabı daha güvenilir ve zengin bir hale getiriyorsanız, daha da büyük emek. Teslime Mahmutoğlu'nu sitesinden takip ediyorsunuz zaten. Biz Teslime'yle aynı dönemde okuduk ODTÜ'de. Hatta aynı yurtta kaldık. Yıllar sonra sitesini keşfedince ona yazmıştım. Bir kaç kere yazıştık, hatta sağolsun sitesindeki bir çorba tarifini bir kitabımda kullanmama izin vermişti. Şimdi de kitabıyla karşımızda işte. Ben Teslime'nin paylaşımcılığını seviyorum en çok. Sitesindeki gezi fotoğraf ve yazılarını da çok faydalı buluyorum. 2003 yılından beri Polonya'da yaşıyor ailesiyle birlikte, gezmeyi, okumayı, farklı ülkelerin kültürlerini tanımayı ve elbette bu kitabı oluşturan ekmek ve yemekleri yapmayı seviyor(muş). Bu kitabı da iki yılda hazırlamış. Kitapta sadece ekmekler için bile çok zengin bir başlık listesi var: Baget ekmekler, pide ve lavaş ekmekler, somun ve tava ekmekler, şekilli ve değişik tohumlu ekmekler, dolgulu, üstü malzemeli ekmekler ve lahmacun pide, fırında ekmek dilimleri. Sonra da sırayla ekmek hamuruyla yapılan börek, pide ve lahmacun, börekler ve gözlemeler, çorbalar, mezeler ve salatalar, sebzeler ve otlar, balık ve diğer su ürünleri, etler (kırmızı et, sakatat, kümes hayvanları, yumurtalar), güveç yemekleri, dolmalar, makarna ve erişteler, pilavlar, kekler, tatlılar, et, tavuk, balık ve sebze suları ile soslar var. En son ise mutfak terimleri sözlüğü, krema çeşitleri, kızartma yaparken, zeytinyağı, ev mutfağında hijyen, Akdeniz mutfağı ve ölçü kapları bölümleri yer alıyor. Tariflere kabaca bakacak olursak Kıbrıs'tan, Fransa'dan, Azerbaycan'dan, Slovenya'dan, Polonya'dan, İspanya'dan, İtalya'dan tariflerin dışında Türkiye'den ve elbette memleketi Kaş'tan tarifler var. Sevgili Teslime, ellerine sağlık. Emeğini bu şekilde değerlendirdiğin ve okurlarınla buluşturduğun için teşekkürler. Senin de, kitabının da yolu açık olsun.
*
Candan Turhan'ın Oğlak Yayınları'ndan çıkan Dumanı Üstünde Doyurucu Çorbalar Kolay Ekmekler adlı kitabı için yazdığım tanıtım yazısını ise buradan okuyabilirsiniz.
*
Candan Turhan'ın Oğlak Yayınları'ndan çıkan Dumanı Üstünde Doyurucu Çorbalar Kolay Ekmekler adlı kitabı için yazdığım tanıtım yazısını ise buradan okuyabilirsiniz.
24 Eylül 2007
Bu da Selen'in armağanı
Bence en güzel armağanlar karşılık beklenmeden verilen ve hiç beklemediğiniz bir anda size uzatılan armağanlardır. Yani ne bileyim, insan doğumgününde aldığı hediyelere de çok memnun olur ya o gün zaten bir beklenti içindedir. Ancak paketlerin içindekiler sevindirip heyecanlandırır insanı. O bile öngörülen bir sevinçtir.
Bazen birileri bir güzellik yaratır ve büyük bir alçakgönüllülükle koyuverir önünüze. Hem de hiç karşılaşmadığınız, gözünün içine bakmadığınız, konuşurken başınızı sallayıp sevgi dolu bir bakış fırlatmadığınız, sarılıp, şöyle sıkı sıkı sarılıp sırtını sıvazlamadığınız birileri. İşte Selen'ciğimin hediyesi bu kategoriye giriyor. Çok teşekkür ederim Selen! Gerçekten çok ince bir dostsun. Nino'nun da çok hoşuna gitmiş (ah o da bir lahmacun yapmış ki...) ben de siteme koydum dedi. Sağol Nihal Hatun'cuğum. Bugün aslında bir dostun kitabını tanıtacaktım ama yarına kaldı artık. Gerçi her an, her nefes bir armağan ama insan günde kaç tane böyle armağan alır ki? (Her Güne Bir Yemek'in kapağında benimkilerden başka üç tatlı kadının, Mine, Başak ve Ev Cini'nin de fotoğrafları vardı ama buradakilerin hepsi için deklanşöre ben basmışım. Hepsinin de ufak tefek birer anısının olduğunu düşünmek ne güzel.)
Bazen birileri bir güzellik yaratır ve büyük bir alçakgönüllülükle koyuverir önünüze. Hem de hiç karşılaşmadığınız, gözünün içine bakmadığınız, konuşurken başınızı sallayıp sevgi dolu bir bakış fırlatmadığınız, sarılıp, şöyle sıkı sıkı sarılıp sırtını sıvazlamadığınız birileri. İşte Selen'ciğimin hediyesi bu kategoriye giriyor. Çok teşekkür ederim Selen! Gerçekten çok ince bir dostsun. Nino'nun da çok hoşuna gitmiş (ah o da bir lahmacun yapmış ki...) ben de siteme koydum dedi. Sağol Nihal Hatun'cuğum. Bugün aslında bir dostun kitabını tanıtacaktım ama yarına kaldı artık. Gerçi her an, her nefes bir armağan ama insan günde kaç tane böyle armağan alır ki? (Her Güne Bir Yemek'in kapağında benimkilerden başka üç tatlı kadının, Mine, Başak ve Ev Cini'nin de fotoğrafları vardı ama buradakilerin hepsi için deklanşöre ben basmışım. Hepsinin de ufak tefek birer anısının olduğunu düşünmek ne güzel.)
22 Eylül 2007
İşte beklenen lezzet listesi
Pazartesi eklentisi. Dostlar, hepiniz sağolun. Harika bir liste çıkardık ortaya. Daha da önemlisi, yurdumuzun istisnasız her yöresinde olağanüstü lezzetlerin yaşadığını gösterdik. Bu çok eksik bir liste, biliyorum ki daha yüzlercesi eklenebilir ama bu haliyle bırakmak istiyorum. Sonu yok çünkü. Günde on kere yeni lezzet eklemekten siteye yeni bir şey yazamayacağım diye korkuyorum. Hepinize sonsuz teşekkürler, gösterdiğiniz ilgi, paylaştığınız tatlar için. Gönül isterdi ki bir otobüse (yahut otobüslere) doluşalım, il il gezip bu lezzetleri tadalım. Güzel olmaz mıydı? (Selen'ciğim bana bir sürpriz hazırlamış, Türkiye'nin lezzetleri için kitap kapağı şeklinde bir duyuru hazırlamış. Gidip görmeniz lazım, muhteşem! Sağ sütunda gezinin bakalım. Ellerine sağlık Selen'ciğim, çok alem ve çok muhteşemsin. Ayrıca Selen 'minik eller mutfağa' etkinliğinin de ev sahibesi. Maya'cığımla mutfağa girip yemek yapacağım günleri hayal ederken erken gelmiş bir etkinlik bu diye düşündüm. Ümit kesilmez, belki bir şeyler çıkarılabilir?? Maya Hanım'ın yeni resimleri için babasının sitesini ziyaret edebilirsiniz.)
*
Bu sefer fotoğrafsız. İsterdim tümünün fotoğraflarını koyabilmeyi ya bende de bir çoğu yok zaten. İsimleri teker teker yazamıyorum ama bu listeye lezzet ekleyen tüm dostların adı bu büyük listenin ön çalışması sayılabilecek yazının yorumlarında var zaten, oradan bakıp bulabilirsiniz. Katkısı için herkesi teker teker kucaklıyor, teşekkür ve sevgilerimi gönderiyorum. Bu haliyle de eksik bu liste ya hiç fena sayılmaz değil mi? Okurlarınızın da bu listeyi görmesini isterseniz bu yazıya link verebilirsiniz.)
Adana’nın kebabı (yıllar önce yemiştim), şalgamı, bicibicisi,
Adapazarı’nın ıslama köftesi,
Adıyaman’ın besni üzümü (çok besleyici olmalı), ıslama köftesi,
Afyon’un kaymağı, kaymaklı ekmek kadayıfı (tabii ki İkbal, ama eski zamanlarda),
Akseki Çimi (Antalya) keçi tulum peyniri (Zengile dostum öyle diyorsa öyledir),
Amasya'nın elması (çıtır çıtır), çöreği, bamyası,
Anamur'un kokulu muzu (artık daha çok Gazipaşa muzu diye satılıyor Antalya'da),
Ankara`nin bazlaması, pıtpıt pilavı, höşmerimi, gözlemesi, tiridi, armudu, efelek sarması (Ankara'da okurken bunların hiç birini tatmadım iyi mi),
Antakya’nın künefesi, bakla ezmesi, humusu, sürk peyniri, tuzlu yoğurdu (görmediyseniz mutlaka görün Antakya'yı),
Antalya’nın serpme böreği, bağaçası, tahinli piyazı, turunç reçeli, yanıksı dondurması, tahini (eh yaşadığım kente biraz torpil geçtim),
Aydın’ın inciri, paşa böreği, karacaotlu peyniri, nohut mayalı ekmeği (Sibel huu, senden hiç ses çıkmıyor),
Ayvalık’ın lor tatlısı, koruk ekşisi, zeytinyağı, sakızlı dondurması, tostu (ah Güler Pastanesi'nin lor tatlısı, dondurması),
Balıkesir-Susurluk ayranı, tostu, köftesi (az tost yemedik oralarda),
Bartın’ın katmeri, ekmeği (bence Bartın'ın pazarı da çok özel, Garıla Pazarı),
Beypazarı’nın cevizli sucuğu, kurusu, yaprak sarması (benim için ondan ala cevizli sucuk yok, en güzellerinden biri de İstanbul'da, Brezilya Kurukahvecisi'nde),
Bodrum’un peksimeti, mandalinası, narenciye çiçeği reçelleri (onları yapan İsmail Abi ölmüş, duyunca çok üzüldüm),
Bolu’nun kızılcık tarhanası (hastaları iyi eder), sarması, kuzu çevirmesi,
Bozcaada’nın çavuş üzümü, üzüm reçeli (Ümit'i var bir de, Kala-Afiyet'in yazarı),
Burdur’un cevizi, ceviz helvası,
Bursa'nın İskender kebabı, kestane şekeri, şeftalisi,
Çanakkale’nin domatesi, peynir helvası (olsa da yesek),
Çeşme’nin sakız macunu (artık Sakız adasından geliyor ama!), sakızlı dondurması, mandalina reçeli, kumrusu (Çeşme çok kalabalık oldu ama değil mi),
Çorum’un leblebisi (artık leblebide de mertlik bozuldu, üzeri kaplana kaplana bir hal oldu garibim),
Darıca’nın kirazı,
Datça’nın bademi (bademli yemekler yarışması bile olmuştu),
Denizli’nin gelin turşusu, biber tatarı, yanıksı yoğurdu,
Divriği’nin ‘iç’i (bunu da Fatma Pekşen'in elinden yedim),
Edirne’nin ciğeri, badem ezmesi (Edirne'yi görmeyi ne çok istiyorum),
Edremit’in zeytin ve zeytinyağı (ah Edremit Körfezi),
Elazığ'ın orciği, pirpirim aşı,
Erzincan'ın kömesi,
Eskişehir’in bozası, ağzı açık böreği, çoban böreği, çiğ böreği, haşhaşlı çöreği, mercimekli mantısı, met helvası, nuga helvası (doğup büyüdüğüm kentin ne çok böreği varmış),
Ezine’nin peyniri (çoğunun fabrikası Bayramiç'te inanır mısınız),
Gaziantep’in fıstığı, katmeri, baklavası (tabii ki Gonca'cığımın memleketi),
Giresun’un diblesi (bunu da aşağıdaki tarifin üzerine ekledim),
Gölpazarı’nın keş peyniri (akrabalarımız var Gölpazarlı, gerçekten keşi meşhurdur),
Gümüşhane’nin kömesi (daha güzeli var mı),
Havran’ın höşmerimi, leblebisi (Hacı Ahmet Mandırası tek adres höşmerim için),
Isparta’nın ekmeği, gülü, kirazı,
İnebolu’nun pırasalı mısır ekmeği, pestil ve marmelatları,
İnegöl’ün köftesi (Çiçek miydi adı, çok meşhur bir köfteci vardı),
İskenderun'un kebabı,
İspir'in fasulyesi,
İstanbul'un Vefa bozası, Sarıyer böreği, Fatih sarması, Karaköy poğaçası, Kanlıca yoğurdu, midye tavası, keşkülü, kazandibi ve tavukgöğsü (bunlar da on bin kilometre uzaktan gelen bilgiler, Esra'dan, nasıl unuturuz, aşkolsun bize)
İzmir’in boyozu, çöp şişi, tulum peyniri, bardacık inciri (daha çok şey var ama),
İzmit’in pişmaniyesi (kim trenle İstanbul'a giderken pişmaniye almamıştır hiç),
Kahramanmaraş'ın dondurması, tarhanası, biberi,
Kandıra’nın yoğurdu,
Karaburun’un enfes üzümü (evvelki yılın üzüm yarışmasının birincisi),
Karadeniz’in hamsisi,
Karadeniz Ereğlisi'nin çileği (ah bilmez miyim Timur, o çileklerin kokusuna uyanmışlığım var),
Kars’ın gravyeri, kaşarı, balı (tecrübeyle sabittir),
Kastamonu’nun siyez bulguru, çekme helvası (Mustafa Afacan'a sipariş edilebilir),
Kayseri’nin mantısı, pastırması, yağlaması,
Kemaliye’nin dutu, orciği, zetrini (Kemaliye ne güzel memleket),
Kıbrıs’ın hellimi, hellim böreği, şeftali kebabı, macunları (Zerrin'e gideceğim, gitmem lazım),
Kırklareli’nin boşnak böreği (ayrıca pırasa ve kabak böreği), akıtması ve katmeri,
Konya’nın Mevlana şekeri, etli ekmeği, kebabı, bamya çorbası,
Malatya’nın kayısısı, otlu peyniri, analı kızlı köftesi (bu Antep'in değil miydi?)
Manisa’nın mesir macunu,
Mardin’in badem şekeri, ikliçesi (Mardin'in tarihi yeter),
Marmaris’in balı (hala eskisi kadar doğal mı merak ediyorum),
Manisa’nın mesir macunu,
Mersin’in cezeryesi, tantunisi, sıkması, kerebiçi (cezeryeli az mı anım var),
Mustafa Kemal Paşa’nın (Bursa) tatlısı (annemin bayram tatlısı),
Nevşehir’in pidesi,
Niğde’nin elması, patatesi,
Ordu’nun fındığı, kara lahana sarması,
Osmaniye’nin ayva lokumu, kömbesi (be tattımdı, EMITT Turizm Fuarı'nda),
Poyrazlı’nın pancar pekmezi (bunu da tattım billahi),
Rize’nin (Anzer) balı, çayı, laz böreği,
Safranbolu’nun susamsız simidi, lokumu (ah o evlerde yine kalabilsem),
Samsun’un pidesi,
Siirt'in büryan kebabı, perde pilavı (perde pilavının bir de hikayesi var),
Silifke'nin yoğurdu,
Simav'ın (Kütahya) fasulyesi (seni mi kıracağım Nino'cuğum),
Sivas’ın hurma tatlısı, madımağı (bu tatları Müjgan Üçer gibi bir ustanın elinden yemek ne büyük şeref),
Şebinkarahisar’ın dut pekmezi (Tokat'ta tatmıştım),
Taşköprü’nün sarımsağı (ooo sarımsak kitabına makale yazmışlığım bile var),
Tekirdağ'ın köftesi ve peynir helvası,
Tire’nin loru, karadut reçeli, keşkeği, köftesi, çamur peyniri (Tire'nin nesi çirkin ki?),
Tokat’ın 'batı', asma yaprağı, yağlısı, çemeni, pastırması (bir de Adnan Şahin'i diyecektim, onun kadar memleketinin tanıtımına çaba gösteren kaç kişi vardır acaba?),
Tosya’nın pirinci,
Trabzon’un tereyağı (İstanbul'da, Fatih'te bir mandırada satılıyor),
Uşak'ın tarhanası (Tarhana dedeyi tanıyor musunuz),
Vakfıkebir'in (Trabzon) ekmeği,
Van’ın otlu peyniri, murtuğası (hala Van'ı görmedim iyi mi),
Yozgat’ın gavurgası,
Kütahya’nın haşhaşlı-tahinli pidesi, cimcimi, bitli helvası,
Zile’nin çalma pekmezi (yapımı çok meşakkatli).
*
Bu sefer fotoğrafsız. İsterdim tümünün fotoğraflarını koyabilmeyi ya bende de bir çoğu yok zaten. İsimleri teker teker yazamıyorum ama bu listeye lezzet ekleyen tüm dostların adı bu büyük listenin ön çalışması sayılabilecek yazının yorumlarında var zaten, oradan bakıp bulabilirsiniz. Katkısı için herkesi teker teker kucaklıyor, teşekkür ve sevgilerimi gönderiyorum. Bu haliyle de eksik bu liste ya hiç fena sayılmaz değil mi? Okurlarınızın da bu listeyi görmesini isterseniz bu yazıya link verebilirsiniz.)
Adana’nın kebabı (yıllar önce yemiştim), şalgamı, bicibicisi,
Adapazarı’nın ıslama köftesi,
Adıyaman’ın besni üzümü (çok besleyici olmalı), ıslama köftesi,
Afyon’un kaymağı, kaymaklı ekmek kadayıfı (tabii ki İkbal, ama eski zamanlarda),
Akseki Çimi (Antalya) keçi tulum peyniri (Zengile dostum öyle diyorsa öyledir),
Amasya'nın elması (çıtır çıtır), çöreği, bamyası,
Anamur'un kokulu muzu (artık daha çok Gazipaşa muzu diye satılıyor Antalya'da),
Ankara`nin bazlaması, pıtpıt pilavı, höşmerimi, gözlemesi, tiridi, armudu, efelek sarması (Ankara'da okurken bunların hiç birini tatmadım iyi mi),
Antakya’nın künefesi, bakla ezmesi, humusu, sürk peyniri, tuzlu yoğurdu (görmediyseniz mutlaka görün Antakya'yı),
Antalya’nın serpme böreği, bağaçası, tahinli piyazı, turunç reçeli, yanıksı dondurması, tahini (eh yaşadığım kente biraz torpil geçtim),
Aydın’ın inciri, paşa böreği, karacaotlu peyniri, nohut mayalı ekmeği (Sibel huu, senden hiç ses çıkmıyor),
Ayvalık’ın lor tatlısı, koruk ekşisi, zeytinyağı, sakızlı dondurması, tostu (ah Güler Pastanesi'nin lor tatlısı, dondurması),
Balıkesir-Susurluk ayranı, tostu, köftesi (az tost yemedik oralarda),
Bartın’ın katmeri, ekmeği (bence Bartın'ın pazarı da çok özel, Garıla Pazarı),
Beypazarı’nın cevizli sucuğu, kurusu, yaprak sarması (benim için ondan ala cevizli sucuk yok, en güzellerinden biri de İstanbul'da, Brezilya Kurukahvecisi'nde),
Bodrum’un peksimeti, mandalinası, narenciye çiçeği reçelleri (onları yapan İsmail Abi ölmüş, duyunca çok üzüldüm),
Bolu’nun kızılcık tarhanası (hastaları iyi eder), sarması, kuzu çevirmesi,
Bozcaada’nın çavuş üzümü, üzüm reçeli (Ümit'i var bir de, Kala-Afiyet'in yazarı),
Burdur’un cevizi, ceviz helvası,
Bursa'nın İskender kebabı, kestane şekeri, şeftalisi,
Çanakkale’nin domatesi, peynir helvası (olsa da yesek),
Çeşme’nin sakız macunu (artık Sakız adasından geliyor ama!), sakızlı dondurması, mandalina reçeli, kumrusu (Çeşme çok kalabalık oldu ama değil mi),
Çorum’un leblebisi (artık leblebide de mertlik bozuldu, üzeri kaplana kaplana bir hal oldu garibim),
Darıca’nın kirazı,
Datça’nın bademi (bademli yemekler yarışması bile olmuştu),
Denizli’nin gelin turşusu, biber tatarı, yanıksı yoğurdu,
Divriği’nin ‘iç’i (bunu da Fatma Pekşen'in elinden yedim),
Edirne’nin ciğeri, badem ezmesi (Edirne'yi görmeyi ne çok istiyorum),
Edremit’in zeytin ve zeytinyağı (ah Edremit Körfezi),
Elazığ'ın orciği, pirpirim aşı,
Erzincan'ın kömesi,
Eskişehir’in bozası, ağzı açık böreği, çoban böreği, çiğ böreği, haşhaşlı çöreği, mercimekli mantısı, met helvası, nuga helvası (doğup büyüdüğüm kentin ne çok böreği varmış),
Ezine’nin peyniri (çoğunun fabrikası Bayramiç'te inanır mısınız),
Gaziantep’in fıstığı, katmeri, baklavası (tabii ki Gonca'cığımın memleketi),
Giresun’un diblesi (bunu da aşağıdaki tarifin üzerine ekledim),
Gölpazarı’nın keş peyniri (akrabalarımız var Gölpazarlı, gerçekten keşi meşhurdur),
Gümüşhane’nin kömesi (daha güzeli var mı),
Havran’ın höşmerimi, leblebisi (Hacı Ahmet Mandırası tek adres höşmerim için),
Isparta’nın ekmeği, gülü, kirazı,
İnebolu’nun pırasalı mısır ekmeği, pestil ve marmelatları,
İnegöl’ün köftesi (Çiçek miydi adı, çok meşhur bir köfteci vardı),
İskenderun'un kebabı,
İspir'in fasulyesi,
İstanbul'un Vefa bozası, Sarıyer böreği, Fatih sarması, Karaköy poğaçası, Kanlıca yoğurdu, midye tavası, keşkülü, kazandibi ve tavukgöğsü (bunlar da on bin kilometre uzaktan gelen bilgiler, Esra'dan, nasıl unuturuz, aşkolsun bize)
İzmir’in boyozu, çöp şişi, tulum peyniri, bardacık inciri (daha çok şey var ama),
İzmit’in pişmaniyesi (kim trenle İstanbul'a giderken pişmaniye almamıştır hiç),
Kahramanmaraş'ın dondurması, tarhanası, biberi,
Kandıra’nın yoğurdu,
Karaburun’un enfes üzümü (evvelki yılın üzüm yarışmasının birincisi),
Karadeniz’in hamsisi,
Karadeniz Ereğlisi'nin çileği (ah bilmez miyim Timur, o çileklerin kokusuna uyanmışlığım var),
Kars’ın gravyeri, kaşarı, balı (tecrübeyle sabittir),
Kastamonu’nun siyez bulguru, çekme helvası (Mustafa Afacan'a sipariş edilebilir),
Kayseri’nin mantısı, pastırması, yağlaması,
Kemaliye’nin dutu, orciği, zetrini (Kemaliye ne güzel memleket),
Kıbrıs’ın hellimi, hellim böreği, şeftali kebabı, macunları (Zerrin'e gideceğim, gitmem lazım),
Kırklareli’nin boşnak böreği (ayrıca pırasa ve kabak böreği), akıtması ve katmeri,
Konya’nın Mevlana şekeri, etli ekmeği, kebabı, bamya çorbası,
Malatya’nın kayısısı, otlu peyniri, analı kızlı köftesi (bu Antep'in değil miydi?)
Manisa’nın mesir macunu,
Mardin’in badem şekeri, ikliçesi (Mardin'in tarihi yeter),
Marmaris’in balı (hala eskisi kadar doğal mı merak ediyorum),
Manisa’nın mesir macunu,
Mersin’in cezeryesi, tantunisi, sıkması, kerebiçi (cezeryeli az mı anım var),
Mustafa Kemal Paşa’nın (Bursa) tatlısı (annemin bayram tatlısı),
Nevşehir’in pidesi,
Niğde’nin elması, patatesi,
Ordu’nun fındığı, kara lahana sarması,
Osmaniye’nin ayva lokumu, kömbesi (be tattımdı, EMITT Turizm Fuarı'nda),
Poyrazlı’nın pancar pekmezi (bunu da tattım billahi),
Rize’nin (Anzer) balı, çayı, laz böreği,
Safranbolu’nun susamsız simidi, lokumu (ah o evlerde yine kalabilsem),
Samsun’un pidesi,
Siirt'in büryan kebabı, perde pilavı (perde pilavının bir de hikayesi var),
Silifke'nin yoğurdu,
Simav'ın (Kütahya) fasulyesi (seni mi kıracağım Nino'cuğum),
Sivas’ın hurma tatlısı, madımağı (bu tatları Müjgan Üçer gibi bir ustanın elinden yemek ne büyük şeref),
Şebinkarahisar’ın dut pekmezi (Tokat'ta tatmıştım),
Taşköprü’nün sarımsağı (ooo sarımsak kitabına makale yazmışlığım bile var),
Tekirdağ'ın köftesi ve peynir helvası,
Tire’nin loru, karadut reçeli, keşkeği, köftesi, çamur peyniri (Tire'nin nesi çirkin ki?),
Tokat’ın 'batı', asma yaprağı, yağlısı, çemeni, pastırması (bir de Adnan Şahin'i diyecektim, onun kadar memleketinin tanıtımına çaba gösteren kaç kişi vardır acaba?),
Tosya’nın pirinci,
Trabzon’un tereyağı (İstanbul'da, Fatih'te bir mandırada satılıyor),
Uşak'ın tarhanası (Tarhana dedeyi tanıyor musunuz),
Vakfıkebir'in (Trabzon) ekmeği,
Van’ın otlu peyniri, murtuğası (hala Van'ı görmedim iyi mi),
Yozgat’ın gavurgası,
Kütahya’nın haşhaşlı-tahinli pidesi, cimcimi, bitli helvası,
Zile’nin çalma pekmezi (yapımı çok meşakkatli).
20 Eylül 2007
Karadeniz'den bir lezzet
Babaannemin ruhu şad olsun. Dible bize ondan kalan bir lezzet. Onun elinden hiç yemediysem de Nurten Halam öğretmişti yıllar önce. Eskiden pirincini daha bol koyardım ya, şimdi aslına yakın bir şekilde yapıyorum. Gördüğünüz fasulye diblesi evde sadece o olduğundan, yasemin pirinciyle yapıldı. Soğanını, sarımsağını bol tutmayı seviyorum. Fasulyeleri de ufacık doğrayıp... Ne güzel şeydir şu dible. Bayılıyorum.
*
Türkiye'nin lezzetleri listesine ekledikleriniz için teşekkürler. Dediğim gibi, belki biraz daha ilave olur diye bekletiyorum, haftasonu yayınlayacağım. Biliyorum merakla bekliyorsunuz. Upuzun bir liste oldu.
*
Benim zeytinler yenecek hale geliyor. İlk kırma zeytinlerimi bugün yedim. 11 Eylül'de suya koyduğuma göre 9 günde olmuşlar. En minikleriydi bunlar, ayrı bir kavanoza koymuştum. İnsanın kendi elleriyle işlediği zeytinleri yemesi ne güzel.
*
Ne olur biri beni bilgilendirsin. Şu link meselesi kafama takıldı. Geçenlerde Portakalağacı Hatice söylemese bilemeyecektim. Linkleri bloglines'tan veriyorum dedi Hatice. Mutfakta Zen'e link vermiştin, şimdiyse yok dediğimde ilk güncellemede düzeltirim, bazen bir siteye belli bir dönem giriş olmazsa sistem kendiliğinden siliyor dedi. Sonra Dilek'e sordum, bana da biri söyledi dedi. Bu nasıl bir olay gerçekten merak ettim. Ben de neden yeni linkler eklenmesine rağmen sayı düşüyor diye düşünüyordum. Nasıl işliyor bu sistem?
*
Türkiye'nin lezzetleri listesine ekledikleriniz için teşekkürler. Dediğim gibi, belki biraz daha ilave olur diye bekletiyorum, haftasonu yayınlayacağım. Biliyorum merakla bekliyorsunuz. Upuzun bir liste oldu.
*
Benim zeytinler yenecek hale geliyor. İlk kırma zeytinlerimi bugün yedim. 11 Eylül'de suya koyduğuma göre 9 günde olmuşlar. En minikleriydi bunlar, ayrı bir kavanoza koymuştum. İnsanın kendi elleriyle işlediği zeytinleri yemesi ne güzel.
*
Ne olur biri beni bilgilendirsin. Şu link meselesi kafama takıldı. Geçenlerde Portakalağacı Hatice söylemese bilemeyecektim. Linkleri bloglines'tan veriyorum dedi Hatice. Mutfakta Zen'e link vermiştin, şimdiyse yok dediğimde ilk güncellemede düzeltirim, bazen bir siteye belli bir dönem giriş olmazsa sistem kendiliğinden siliyor dedi. Sonra Dilek'e sordum, bana da biri söyledi dedi. Bu nasıl bir olay gerçekten merak ettim. Ben de neden yeni linkler eklenmesine rağmen sayı düşüyor diye düşünüyordum. Nasıl işliyor bu sistem?
18 Eylül 2007
Türkiye'nin lezzetleri
Listeye lezzet ekleyen herkese teşekkürler. Galiba sonuçta zengin mi zengin, leziz mi leziz bir dosyamız olacak. Ben tabii etli lezzetleri koymadım, biliyorsunuz neden ama sizlerin eklemesine sevindim. Onlar bu memleketin lezzet sepetinin vazgeçilmez parçaları. Neyse, diyeceğim o ki, eklemek istedikleriniz varsa bugün yarın ekleyin, ben de haftasonu hepsini bir araya getirip buraya yükleyeyim.
Erzurum'un kadayıf dolmasını,
Beypazarı’nın cevizli sucuğunu, kurusunu,
Gümüşhane’nin kömesini,
Bozcaada'nın çavuş üzümünü,
Karaburun’un enfes üzümünü,
Kastamonu’nun siyez bulgurunu, çekme helvasını,
Bodrum’un peksimetini, mandalinasını,
Bartın'ın katmerini,
Taşköprü'nün sarımsağını,
Amasya'nın elmasını,
Bolu'nun kızılcık tarhanasını,
Rize'nin laz böreğini,
Bursa'nın kestane şekerini,
Anamur'un muzunu,
Ayvalık’ın lor tatlısını, koruk ekşisini, zeytinyağını,
Havran’ın höşmerimini,
Isparta’nın ekmeğini,
Osmaniye'nin ayva lokumunu,
Van'ın otlu peynirini, murtuğasını,
Gaziantep’in fıstığını, katmerini, baklavasını,
Kars’ın gravyerini, balını,
Ordu'nun fındığını,
Kemaliye’nin dutunu, orciğini, zetrinini,
Tokat’ın yağlısını, çemenini,
Sivas’ın hurma tatlısını,
Poyrazlı'nın pancar pekmezini,
Şebinkarahisar'ın dut pekmezini,
Zile'nin çalma pekmezini,
Antalya’nın serpme böreğini, bağaçasını,
İzmir’in boyozunu, tulum peynirini,
Datça'nın bademini,
Mardin’in badem şekerini, acur turşusunu,
Antakya'nın künefesini,
Burdur’un cevizini, ceviz helvasını,
Gölpazarı'nın keşini,
Eskişehir'in mercimekli mantısını,
Daha çok var ya bunlardan ilk aklıma gelenleri sıraladım.
Sevgili Berfin beni sobelemişti.
Ona bu oyunlara katılmayı çok sevmediğimi söylemiş,
ancak elimden gelen şekilde yanıtlamaya çalışacağımı söylemiştim.
Kendimden, kişiliğimden bahsetmek istemediğim için de
sevdiğim lezzetleri sıralamaya giriştim.
Belki sizler de ekleme yaparsınız ve hep birlikte
hoş bir liste çıkarırız. Sizlerden gelen eklemelerle
yeni bir liste oluşturup yayınlayacağım, söz!
Erzurum'un kadayıf dolmasını,
Beypazarı’nın cevizli sucuğunu, kurusunu,
Gümüşhane’nin kömesini,
Bozcaada'nın çavuş üzümünü,
Karaburun’un enfes üzümünü,
Kastamonu’nun siyez bulgurunu, çekme helvasını,
Bodrum’un peksimetini, mandalinasını,
Bartın'ın katmerini,
Taşköprü'nün sarımsağını,
Amasya'nın elmasını,
Bolu'nun kızılcık tarhanasını,
Rize'nin laz böreğini,
Bursa'nın kestane şekerini,
Anamur'un muzunu,
Ayvalık’ın lor tatlısını, koruk ekşisini, zeytinyağını,
Havran’ın höşmerimini,
Isparta’nın ekmeğini,
Osmaniye'nin ayva lokumunu,
Van'ın otlu peynirini, murtuğasını,
Gaziantep’in fıstığını, katmerini, baklavasını,
Kars’ın gravyerini, balını,
Ordu'nun fındığını,
Kemaliye’nin dutunu, orciğini, zetrinini,
Tokat’ın yağlısını, çemenini,
Sivas’ın hurma tatlısını,
Poyrazlı'nın pancar pekmezini,
Şebinkarahisar'ın dut pekmezini,
Zile'nin çalma pekmezini,
Antalya’nın serpme böreğini, bağaçasını,
İzmir’in boyozunu, tulum peynirini,
Datça'nın bademini,
Mardin’in badem şekerini, acur turşusunu,
Antakya'nın künefesini,
Burdur’un cevizini, ceviz helvasını,
Gölpazarı'nın keşini,
Eskişehir'in mercimekli mantısını,
Daha çok var ya bunlardan ilk aklıma gelenleri sıraladım.
Sevgili Berfin beni sobelemişti.
Ona bu oyunlara katılmayı çok sevmediğimi söylemiş,
ancak elimden gelen şekilde yanıtlamaya çalışacağımı söylemiştim.
Kendimden, kişiliğimden bahsetmek istemediğim için de
sevdiğim lezzetleri sıralamaya giriştim.
Belki sizler de ekleme yaparsınız ve hep birlikte
hoş bir liste çıkarırız. Sizlerden gelen eklemelerle
yeni bir liste oluşturup yayınlayacağım, söz!
17 Eylül 2007
Reçel deyip geçme
Bugünün eklentisi. Sevgili Ayşem sağolsun, dilimizi doğru kullanalım kampanyasının bu haftaki ev sahibeliğini üstlenip noktalama işaretlerinin III. bölümünü yazdı. Ayraçlar mı istersiniz, kesme işaretleri mi. Galiba kesme işaretini doğru yerlerde kullanmayı da çok iyi bilmiyoruz. Hemen okumakta ve hataları düzeltmekte fayda var. Sağol Ayşem'ciğim, ellerin dert görmesin.
*
Gerçekten de öyle. Reçel mühim mesele. Hele de Sema'cığımın, (Sema Temizkan) geçtiğimiz günlerde Telos Yayıncılık'tan çıkan Reçel Deyip Geçme adlı kitabındaki anıları okuyunca ne kadar önemli olduğunu bir kez daha düşündüm. Hepimizin anılarında turuncusundan kırmızısına, morundan sarısına reçellerin nasıl da vazgeçilmez bir yeri var değil mi? Tencere tencere kaynatılan reçeller bir evin sıcaklığını, yaşanılırlığını kanıtlar nitelikte sanki. Yazın vişneler, kayısılar, şeftaliler kaynatılır, sonbaharda mürdüm erikleri, kızılcıklar, kışın narenciye reçelleri, ah o bergamutlar, turunçlar... Doğrusu ben de reçel yapmayı sevenlerdenim. Yemem ama yaparım. Sema'cığım isteyince ona resimde gördüğünüz kamkatlarla yaptığım reçelin tarifini vermiştim. O da sağolsun kitabına koydu. Kitapta neler yok ki, Ece Aksoy'dan acı biber reçeli, Kastamonulu dostumuz Mustafa Afacan'dan alıç reçeli, Ümit Hamlacıbaşı'ndan Bozcaada usulü domates ve üzüm reçeli, Karaburun Kadınları Agro Turizm Kooperatifi'nden Zehra Ömerler'in tarifiyle karabaşotu reçeli, Musa Dağdeviren'den kibbet reçeli, sonra önce söz verip sonra oyalayan ve tarifi vermeyenlere inat Mardin usulü mahlep reçeli, Maria Ekmekçioğlu'ndan zeytin reçeli... Sema'cığımın rahmetli anneannesinden, evlatlarından, akrabalarından, dostlarından ve elbette kendinden onlarca reçel tarifi var bu kitapta. Şimdi tam reçel zamanı. Sizde ne reçelleri kaynatıldı?
*
Gerçekten de öyle. Reçel mühim mesele. Hele de Sema'cığımın, (Sema Temizkan) geçtiğimiz günlerde Telos Yayıncılık'tan çıkan Reçel Deyip Geçme adlı kitabındaki anıları okuyunca ne kadar önemli olduğunu bir kez daha düşündüm. Hepimizin anılarında turuncusundan kırmızısına, morundan sarısına reçellerin nasıl da vazgeçilmez bir yeri var değil mi? Tencere tencere kaynatılan reçeller bir evin sıcaklığını, yaşanılırlığını kanıtlar nitelikte sanki. Yazın vişneler, kayısılar, şeftaliler kaynatılır, sonbaharda mürdüm erikleri, kızılcıklar, kışın narenciye reçelleri, ah o bergamutlar, turunçlar... Doğrusu ben de reçel yapmayı sevenlerdenim. Yemem ama yaparım. Sema'cığım isteyince ona resimde gördüğünüz kamkatlarla yaptığım reçelin tarifini vermiştim. O da sağolsun kitabına koydu. Kitapta neler yok ki, Ece Aksoy'dan acı biber reçeli, Kastamonulu dostumuz Mustafa Afacan'dan alıç reçeli, Ümit Hamlacıbaşı'ndan Bozcaada usulü domates ve üzüm reçeli, Karaburun Kadınları Agro Turizm Kooperatifi'nden Zehra Ömerler'in tarifiyle karabaşotu reçeli, Musa Dağdeviren'den kibbet reçeli, sonra önce söz verip sonra oyalayan ve tarifi vermeyenlere inat Mardin usulü mahlep reçeli, Maria Ekmekçioğlu'ndan zeytin reçeli... Sema'cığımın rahmetli anneannesinden, evlatlarından, akrabalarından, dostlarından ve elbette kendinden onlarca reçel tarifi var bu kitapta. Şimdi tam reçel zamanı. Sizde ne reçelleri kaynatıldı?
15 Eylül 2007
Palamuttan meze olmaz mı?
Olur elbet, neden olmasın? Eylül ayındayız. Balık mevsimi başladı. Hoş ben onları canlı canlı görmeyi daha çok seviyorsam da et sayılabilecek yiyeceklerden tek yiyebildiğim balık. O da çok seyrek. İçim isterse. Biliyorsunuz yemek etkinliğinin final günü bugün. Bizlerden gelecek tarifleri heyecanla bekleyen bir Serpil'imiz var Samsun'da. İşte onun işlerini aksatmamak için tam gününde yayınlıyorum tarifimi. Giritli bir tarif bu. Yine Her Güne Bir Yemek'ten. Hem farklı bir şeyler olsun, hem de ufuk açsın istediğim için seçtim aslına bakarsanız. Yemek öncesi tadımlık olarak, iştah açıcı olarak sunulduğunu düşledim. İlginç olmaz mı? Hem gerçekten lezzetli bir yemek bu. İster meze, ister başlangıç, isterseniz ana yemek olarak sunabilir, dostlarınızdan övgü alabilirsiniz. Şimdi ikisinin de mevsimi nasılsa, haydi hanımlar mutfağa.
Yapımı gerçekten çok kolay. Dört kişi için dört dilim palamut gerekiyor. Palamutları geniş bir tavada zeytinyağında kızartıyorsunuz. 3-4 çorba kaşığı yeterli. Her iki tarafını hafifçe kızarttığınız palamutları tavadan alıyorsunuz. Durun, yağı dökmeyin. Doğranmış bir soğanı 3-4 dakika kavuracağız o yağda. Sonra da diğer malzemelerimizi ekleyeceğiz. 2-3 tane doğranmış domates, en az bir demet doğranmış semizotu, severseniz (ki ben bayılırım) bol sarımsak, tuz ve karabiber. Boşuna geniş tava demedim, neden olduğunu şimdi anlayacaksınız. Semizotlu sosumuzun ortalarında birer yuva yapıp palamutları yerleştiriyor ve on dakika birlikte pişiriyoruz. Tabii kapağı kapalı olarak. Sonra resimde görüldüğü gibi altta semizotlu sos, üstte balık servis ediyoruz. Kolay değil mi? Hem de şık, hem de lezzetli, hem de bütçeyi sarsacak bir tarif değil. Bundan iyisi can sağlığı değil de nedir? Serpil'ciğim, sana etkinlikte başarılar diliyorum canım. Tüm komşularımızın meze ve aperatif tariflerini görmek için sabırsızlanıyorum. Kolay gelsin! (Bu tarif kimi komşularımızın ilgisini çekerken, kimi dostları da şüpheye düşürdü. Acaba başarılı olabilir miydi? Beni en sevindiren yorum artık Kıbrıs'ta yaşayan komşumuz Zerrin'den geldi: "Ben bu tarifinizi geçtiğimiz yıl denemiştim. Sizin kitabınızdan sonra Kıbrıs'a taşınma, palamut bulamama, taşınma esnasında tüm kitaplarımdan ayrı düşme gibi sebeplerden yapamamıştım. Ama eşim hala palamut deyince bu yemeği söyler. Yemek diyorum zira 2 dilim aç olan bir insanı fazlasıyla doyuruyor... Ben çok mutlu oldum. Kırk yılda bir buralara palamut geliyor. Kesin yeniden yapacağım. Kaçırmayacağım." Teşekkürler komşucuğum. Link konusundaki sorunu da giderdim, haberin ola.)
Yapımı gerçekten çok kolay. Dört kişi için dört dilim palamut gerekiyor. Palamutları geniş bir tavada zeytinyağında kızartıyorsunuz. 3-4 çorba kaşığı yeterli. Her iki tarafını hafifçe kızarttığınız palamutları tavadan alıyorsunuz. Durun, yağı dökmeyin. Doğranmış bir soğanı 3-4 dakika kavuracağız o yağda. Sonra da diğer malzemelerimizi ekleyeceğiz. 2-3 tane doğranmış domates, en az bir demet doğranmış semizotu, severseniz (ki ben bayılırım) bol sarımsak, tuz ve karabiber. Boşuna geniş tava demedim, neden olduğunu şimdi anlayacaksınız. Semizotlu sosumuzun ortalarında birer yuva yapıp palamutları yerleştiriyor ve on dakika birlikte pişiriyoruz. Tabii kapağı kapalı olarak. Sonra resimde görüldüğü gibi altta semizotlu sos, üstte balık servis ediyoruz. Kolay değil mi? Hem de şık, hem de lezzetli, hem de bütçeyi sarsacak bir tarif değil. Bundan iyisi can sağlığı değil de nedir? Serpil'ciğim, sana etkinlikte başarılar diliyorum canım. Tüm komşularımızın meze ve aperatif tariflerini görmek için sabırsızlanıyorum. Kolay gelsin! (Bu tarif kimi komşularımızın ilgisini çekerken, kimi dostları da şüpheye düşürdü. Acaba başarılı olabilir miydi? Beni en sevindiren yorum artık Kıbrıs'ta yaşayan komşumuz Zerrin'den geldi: "Ben bu tarifinizi geçtiğimiz yıl denemiştim. Sizin kitabınızdan sonra Kıbrıs'a taşınma, palamut bulamama, taşınma esnasında tüm kitaplarımdan ayrı düşme gibi sebeplerden yapamamıştım. Ama eşim hala palamut deyince bu yemeği söyler. Yemek diyorum zira 2 dilim aç olan bir insanı fazlasıyla doyuruyor... Ben çok mutlu oldum. Kırk yılda bir buralara palamut geliyor. Kesin yeniden yapacağım. Kaçırmayacağım." Teşekkürler komşucuğum. Link konusundaki sorunu da giderdim, haberin ola.)
14 Eylül 2007
Patlasın dünya
Yok yok, patlamalar istemiyorum. Rusya'nın yeni bombasının, bir zaman yüzbinlerin ölümüne neden olan nükleer bombanın, Ankara'da patlamadan bulunan bombaların, Doğu'da, Güneydoğu'da askerlerin geçeceği yollara konan bombaların, orada, burada, o ülkede, bu ülkede sadece insanları değil, tüm canlıları öldüren bombaların patlamasını istemiyorum. Benim bahsettiğim ufak bir dünya. Sarı bir dünya. Adı mısır. Hani eskiden, çok eskiden Amerika kıtasında yetiştirilen ve sonra Avrupalı kaşiflerin yolculuklarıyla eski kıtaya, Avrupa'ya getirilen, oradan dünyaya yayılan, unu yapılan, ekmeği yapılan, çorbası, yemeği, kuymağı... Mısırla yapılan öyle çok, ama öyle çok şey var ki. En sevdiklerimizden biri şüphesiz haşlanmış yahut közlenmişi. Ama ondan da çok sevdiğimiz patlamışı. Zaman zaman patlamış mısır özlerim. Size de olur mu? Geçenlerde bakliyat raflarına bakarken mısırlar da bana bakmaya başladı. Dayanamadım, aldım. Paketin içindeki mısırları bir kaba boşalttım. Tabii hemen o gün, dibi ince eski bir tencereyi çıkardım, içine biraz zeytinyağı ve tuz koydum. Koca bir avuç mısır attım. Ateşi yaktım. Tahta kaşıkla sürekli karıştırarak renklerinin açılmasını gözledim. Sonra pat. Bir tanesi patladı. O patlar patlamaz kapağını kapattım tencerenin. Elimle de bastırdım, hava almasın diye. Onlar patır patır patlamaya başladı, bense sevinmeye. O sesi dinlemek bile eski günlere, eski anılara götürdü beni. Bodrum'da, Buğday Restoran'dayken mangalda patlattığımız mısırlara, çocukluğumda evde patlattıklarımıza, okulda, sinemada yediklerime... Ses azalınca tencerenin kulplarından tuttum, şöyle bir salladım. Yine patır patır. Bir kaç dakika sürdü tüm işlem. Tencerenin kapağını açtım. Dünya kadar patlamış mısır bana bakıyordu. Tabağa koyup keyfime baktım.
*
Mutfakta Zen'in linkleri her gün artıyor. Liste uzadıkça uzadı diye ayrı bir sayfa açtım ve tüm komşuları, dostları, lezzetli şeyleri oraya aldım. Sitesinde Mutfakta Zen'e yer veren tüm dostları eklemeye çalışıyorum, farkettikçe. Yahut yeni komşular keşfediyor, onları da ekliyorum listeye. Bazen farkedemiyorum Mutfakta Zen'i listesine almış komşuları. O yüzden diyorum ki siz beni komşularınızdan, dostlarınızdan, sevdiklerinizden kabul ettiyseniz ne olur haber verin. Ben de sizin güzel sitenizle zenginleştireyim listemi. Haber verir misiniz? (Bu arada geç oldu ama güç olmasın: Ramazan'ı heyecanla bekleyen tüm dostlara huzurlu ve sağlıklı bir ay diliyorum.)
*
Mutfakta Zen'in linkleri her gün artıyor. Liste uzadıkça uzadı diye ayrı bir sayfa açtım ve tüm komşuları, dostları, lezzetli şeyleri oraya aldım. Sitesinde Mutfakta Zen'e yer veren tüm dostları eklemeye çalışıyorum, farkettikçe. Yahut yeni komşular keşfediyor, onları da ekliyorum listeye. Bazen farkedemiyorum Mutfakta Zen'i listesine almış komşuları. O yüzden diyorum ki siz beni komşularınızdan, dostlarınızdan, sevdiklerinizden kabul ettiyseniz ne olur haber verin. Ben de sizin güzel sitenizle zenginleştireyim listemi. Haber verir misiniz? (Bu arada geç oldu ama güç olmasın: Ramazan'ı heyecanla bekleyen tüm dostlara huzurlu ve sağlıklı bir ay diliyorum.)
12 Eylül 2007
Tavşan yüreği
Fotoğrafı 2005 sonbaharında çektiğime göre, bunlar iki yıl önce işlediğim zeytinler. İri ve güzel tavşan yürekleri. Evet evet, zeytinin cinsi bu. Tavşan yüreği. Antalya'da ucundan kıyısından da olsa zeytin mevsimi açıldı. Ben ki zeytinsiz duramam, adam gibi zeytin bulamadım, evdekini de çoktan bitirdim diye eksik etek kahvaltı yapmaktayım. Beklemek de güzel elbet. Böylece dün kırdığım (tarihini de unutmak mümkün olmayacak, 11 Eylül!) zeytinlerin bir kısmının suyunu günde 2-3 kere değiştirerek çarçabuk tatlanmasını sağlayabilirim düşüncesindeyim. İki hafta içinde taze kırma zeytinlerimi yiyebileceğim. Düşüncesi bile heyecan verici.
*
Geçen hafta gelir gelmez pazara gitmiş, zeytin aranmış, hatta bir kaç satıcıya sormuştum. "Daha zamanı gelmedi" dedi, asık suratlı pazarcım. Hayal kırıklığıyla eve döndüm. Geçen hafta kurmuş olsam, şimdiye bir haftası geçmiş olacaktı. Belki salı pazarında olur diye dün sabah kalkıp pazara yollandım. Salı pazarında bir bölümde sadece zeytinciler olur. O da ne, bu sefer sadece canlı tavuk satıcıları var. Gerisingeriye dönüp tek bir tezgâhta gördüğüm zeytinlerin yanına gittim. Kaça? Kilosu 4 lira. Olur mu öyle şey, geçen yıl 2 liradan aldım. Bu sene zeytin yok hanfendi. Zaten daha zamanı gelmedi. Komşunun tarlasındaymış bu ağaç. Sulandığı için olmuş. Peki 3.5 kg verir misiniz? Neden 3.5 kg? Çünkü 5 litrelik pet şişenin o kadar aldığını düşünüyorum. Aklımda öyle kalmış. Oysa 3 kg alsam yetecekmiş. Ben de ufakları bir tabağa, rengi kararmaya yüz tutmuşları ayrı bir tabağa ayırıp onları birer kavanoza koydum kırdıktan sonra. İşte günde 2-3 kere suyu değiştirilenler onlar. Pet şişedekiler ise günde bir kere değiştirilebilir, hatta 2 günde bir. Pazarın öte tarafına doğru yürürken bir kaç kadının zeytin sattığını, hem de kilosunu 2.5 liraya sattığını görünce dayanabilir miyim? Onlardan da yine 3.5 kg aldım. Bu sefer çizeceğim. Kırma zeytinlerim erken olacağı için telaş etmeme gerek yok. Parti parti alabilirim. Bu ilk parti olacak ve bugün çizilecek. Böylece 12 Eylül tarihli çizme zeytinlerimi Ekim'in ortalarına doğru yiyebileceğim. (Bocuruk'cuğum yorum bırakmış, bir zeytin anısını paylaşmış. Sizin de var mı zeytine dair anılarınız?)
(Yorumlarda yer alan bir yanlış bilgiyi düzeltmek istiyorum. Birincisi, zeytin toplamak için dallarını sırıklarla dövmek zeytin ağacına verdiğimiz en büyük ceza. Dünyada başka yöntemler geliştiriliyor. Bunlardan biri de ağacın gövdesini kavrayan bir mengene ile ağacı silkelemek. Yahut vibrasyonlu bir tırmıkla tarar gibi toplanıyor bir diğerinde. Bu sistemler de şüpheyle karşılanmış ancak pek çok Avrupa ülkesinde zeytin artık böyle toplanıyor. Dolayısıyla toplama maliyetini de düşüyorlar. Zeytinin bir yıl ürün verip 2. yıl ürün vermemesinin en büyük nedeni ona kötü davranıyor olmamız. İyi davranıldığında her yıl ürün veriyor. Belki 2. yıl 1. yıldan daha az ama veriyor. Bu konuda Prof. Yahya Laleli'nin çabalarını takdir ediyorum. Zeytinliklerinin olduğu köylerde yeni yöntemlerle -köylüler başta inanmasa dahi-yok yıllarındaki ürünü gözle görülür bir şekilde artırdığını biliyorum. Bir kaç yıl içinde %20 civarında artırmıştı.)
*
Geçen hafta gelir gelmez pazara gitmiş, zeytin aranmış, hatta bir kaç satıcıya sormuştum. "Daha zamanı gelmedi" dedi, asık suratlı pazarcım. Hayal kırıklığıyla eve döndüm. Geçen hafta kurmuş olsam, şimdiye bir haftası geçmiş olacaktı. Belki salı pazarında olur diye dün sabah kalkıp pazara yollandım. Salı pazarında bir bölümde sadece zeytinciler olur. O da ne, bu sefer sadece canlı tavuk satıcıları var. Gerisingeriye dönüp tek bir tezgâhta gördüğüm zeytinlerin yanına gittim. Kaça? Kilosu 4 lira. Olur mu öyle şey, geçen yıl 2 liradan aldım. Bu sene zeytin yok hanfendi. Zaten daha zamanı gelmedi. Komşunun tarlasındaymış bu ağaç. Sulandığı için olmuş. Peki 3.5 kg verir misiniz? Neden 3.5 kg? Çünkü 5 litrelik pet şişenin o kadar aldığını düşünüyorum. Aklımda öyle kalmış. Oysa 3 kg alsam yetecekmiş. Ben de ufakları bir tabağa, rengi kararmaya yüz tutmuşları ayrı bir tabağa ayırıp onları birer kavanoza koydum kırdıktan sonra. İşte günde 2-3 kere suyu değiştirilenler onlar. Pet şişedekiler ise günde bir kere değiştirilebilir, hatta 2 günde bir. Pazarın öte tarafına doğru yürürken bir kaç kadının zeytin sattığını, hem de kilosunu 2.5 liraya sattığını görünce dayanabilir miyim? Onlardan da yine 3.5 kg aldım. Bu sefer çizeceğim. Kırma zeytinlerim erken olacağı için telaş etmeme gerek yok. Parti parti alabilirim. Bu ilk parti olacak ve bugün çizilecek. Böylece 12 Eylül tarihli çizme zeytinlerimi Ekim'in ortalarına doğru yiyebileceğim. (Bocuruk'cuğum yorum bırakmış, bir zeytin anısını paylaşmış. Sizin de var mı zeytine dair anılarınız?)
(Yorumlarda yer alan bir yanlış bilgiyi düzeltmek istiyorum. Birincisi, zeytin toplamak için dallarını sırıklarla dövmek zeytin ağacına verdiğimiz en büyük ceza. Dünyada başka yöntemler geliştiriliyor. Bunlardan biri de ağacın gövdesini kavrayan bir mengene ile ağacı silkelemek. Yahut vibrasyonlu bir tırmıkla tarar gibi toplanıyor bir diğerinde. Bu sistemler de şüpheyle karşılanmış ancak pek çok Avrupa ülkesinde zeytin artık böyle toplanıyor. Dolayısıyla toplama maliyetini de düşüyorlar. Zeytinin bir yıl ürün verip 2. yıl ürün vermemesinin en büyük nedeni ona kötü davranıyor olmamız. İyi davranıldığında her yıl ürün veriyor. Belki 2. yıl 1. yıldan daha az ama veriyor. Bu konuda Prof. Yahya Laleli'nin çabalarını takdir ediyorum. Zeytinliklerinin olduğu köylerde yeni yöntemlerle -köylüler başta inanmasa dahi-yok yıllarındaki ürünü gözle görülür bir şekilde artırdığını biliyorum. Bir kaç yıl içinde %20 civarında artırmıştı.)
08 Eylül 2007
Sonbahar meyveleri
Bugün Selim İleri'nin çok güzel bir yazısını okudum. Adı "Sonbahar Meyveleri". Vaktiniz olursa okuyun isterim. Diline de belleğine de değer verdiğim, geçmişi bize taşıyan, anımsatan, canlandıran bir yazar Selim İleri. Yazıyı buradan okuyabilirsiniz. Sizin sevdiğiniz sonbahar meyveleri hangileri? Doğrusu ben tatlı olan her meyveyi çok seviyorum. Geçen gün pazara gittiğimde hepsine ayrı ayrı baktım ya sadece üç tanesini aldım. Pazar bizim sokakta kurulurken de alışveriş yaptığım bir üzümcü vardı, onu bulunca siyah ve bordo üzümlerinden aldım; sepet içinde kendi bahçesinin incirini satan teyzeden siyah ve yeşil incir ve içi geçmekte olan bir karpuz. Onun yerine armut alaydım ya... Şöyle yağlı, benekli sonbahar armutlarından. Ah bir de muz. Yerlisi çıkmış diye sevinerek aldım ya kokusu olup tadı olmayan muzlar bugün bir keke dönüşecekler. Ne yazık, yahut ne mutlu ki.
07 Eylül 2007
Canın tatlı çektiğinde
İnsanın canı tatlı çektiğinde etrafında yiyebileceği bir şeyler olması güzel şey. Yoksa sokağa fırlayıp ne içerdiğinden emin olamadığı bir şeyler alıp sonra da mideyi bozabilir. En iyi pastane bile olsa, yahut fırın, tatlıcı falan, hazır ürünlerin hemen hepsinde bir şekilde yemek istemeyeceğiniz şeyler bulunabilir. Katkı maddeleri, gıda boyaları, aroma artırıcılar, glikoz... Geçen gün halis mulis bal üreten bir dostla konuşuyorduk. Dedi ki artık ucuz balların arıyla ilgisi yok. İmalathanelerde hazırlıyorlarmış. Glikoz, şeker, o, bu derken bala benzer bir şeyler çıkıyormuş ortaya. Onun balının kilosu 30 ytl. Eh tabii ki rekabet edemez 5 liraya, 10 liraya bal satanlarla.
İşte bu resimde gördüğünüz de görünüşte ve lezzette doğala yakın bir tatlı. İnsan bakınca ne bu diyebilir. Hatta sorsam belki tahmin edemeyecekler çıkar. Cevizli dut pestili. 1957'den beri Erzurumlulara şeker, çikolata ve benzeri lezzetler satan Şekerci Osman'dan alındı. (Böyle dükkânları keşfetmeyi sevdiğimi biliyorsunuz. Ailecek çalışıyorlar. İçerş girdiğimde kurucu Osman beyin gelini ve torunları vardı. Canla başla kandil şekeri kutuları hazırlıyorlardı. Erzurum'da kandilde kutu kutu şeker hediye edilirmiş.) Kocaman bir kalıbın yarısı. Ekmek dilimler gibi incecik dilimleyip dilimleri de üçe bölüp tabağa diziyor, sonra da gelip gidip yiyorum. Bol yağlı yahut peynirli yahut şunlu bunlu pastalardan, aşırı şerbetli tatlılardan bin kat daha iyi. (Yazıyı yayınladıktan hemen sonra Radikal gazetesinde bir haber gördüm. Haberin başlığı şöyle: "Boyalı gıda hiper çocuk mu yaratıyor?" Yazıyı okumak isterseniz burayı tıklayın.)
İşte bu resimde gördüğünüz de görünüşte ve lezzette doğala yakın bir tatlı. İnsan bakınca ne bu diyebilir. Hatta sorsam belki tahmin edemeyecekler çıkar. Cevizli dut pestili. 1957'den beri Erzurumlulara şeker, çikolata ve benzeri lezzetler satan Şekerci Osman'dan alındı. (Böyle dükkânları keşfetmeyi sevdiğimi biliyorsunuz. Ailecek çalışıyorlar. İçerş girdiğimde kurucu Osman beyin gelini ve torunları vardı. Canla başla kandil şekeri kutuları hazırlıyorlardı. Erzurum'da kandilde kutu kutu şeker hediye edilirmiş.) Kocaman bir kalıbın yarısı. Ekmek dilimler gibi incecik dilimleyip dilimleri de üçe bölüp tabağa diziyor, sonra da gelip gidip yiyorum. Bol yağlı yahut peynirli yahut şunlu bunlu pastalardan, aşırı şerbetli tatlılardan bin kat daha iyi. (Yazıyı yayınladıktan hemen sonra Radikal gazetesinde bir haber gördüm. Haberin başlığı şöyle: "Boyalı gıda hiper çocuk mu yaratıyor?" Yazıyı okumak isterseniz burayı tıklayın.)
05 Eylül 2007
Her yiğidin...
Her yiğidin bir yoğurt yiyişi olduğu gibi, herkesin de bir yemek yapma tarzı vardır. Kullandığı malzemeler, yemek pişirirken nelere dikkat ettiği, kişinin alıştığı ve yemekte aradığı lezzet, doku, renkler... Ben de bugün tam kendi damak tadıma uygun bir barbunya pişirdim, resimde görüyorsunuz. Bir zorluğu yok. Alışıldık tariflerden büyük bir farkı da. Az zeytinyağıyla, bol renkli, az tuzlu bir barbunya pişirdim. Çabucak pişen, çabuk dağılan bir beyaz barbunya imiş, bugün pazardan almış, alır almaz da ayıklayıp pişirmeye koyulmuş idim. Salça veya domates yok içinde bu yemeğin. Minicik doğranmış yeşil ve kırmızı biber, bol kuru soğan, bol sarımsak, tadını sevdiğim ve gaz yapıcı özelliğini azaltsın diye tane kimyonla pişirdiğim barbunyaya bol da maydanoz doğradım. Pazardaki tonton teyzemden almıştım maydanozları. Üzerine geleneksel olarak susam serptim. Böylece basit bir zeytinyağlı yemeğe kalsiyum da katmış oldum. Bayıla bayıla yedim, şükrettim.
02 Eylül 2007
Erik bahçesi
Bazı bahçeler var,
girince insanı içine alıverıyor.
Bazı bahçeler var,
içine girince çocuklaşıyor insan.
Bazı bahçeler var,
Güneş sızıp girdi mi aralardan,
başka dünyalara göçmüş gibi oluyorsun.
Rüya mı bu?
Bu ışık, bu lezzet,
bu saflık gerçek mi diyorsun.
İster istemez.
Erikler var o bahçede.
O erikleri toplayıp,
buğdayla takas ediyorlar.
Çok çünkü.
Bir de yiyorlar.
Bir de reçelini yapıyorlar.
Sonra kış gelince,
reçeli sulandırıp hoşaf yapıyorlar.
Eriştenin yanına,
böreğin yanına.
girince insanı içine alıverıyor.
Bazı bahçeler var,
içine girince çocuklaşıyor insan.
Bazı bahçeler var,
Güneş sızıp girdi mi aralardan,
başka dünyalara göçmüş gibi oluyorsun.
Rüya mı bu?
Bu ışık, bu lezzet,
bu saflık gerçek mi diyorsun.
İster istemez.
Erikler var o bahçede.
O erikleri toplayıp,
buğdayla takas ediyorlar.
Çok çünkü.
Bir de yiyorlar.
Bir de reçelini yapıyorlar.
Sonra kış gelince,
reçeli sulandırıp hoşaf yapıyorlar.
Eriştenin yanına,
böreğin yanına.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)