30 Nisan 2008

Bahar güzellerinden biri daha

Hasankeyf'e sadakat kampanyası için bir dilekçe de siz göndermek ister misiniz?
Öyleyse burayı tıklayın. Lütfen!
*
Bahar güzelleri teker teker görünüyor tezgahlarda. Her biri yeni bir sevinç benim için. Ama bu aralar sevinçlerim hep buruk, hep yarım. Dünyada gıda krizi büyüyor. Bir yanda cebini dolduran kalantor holdingler, umarsızca harcanan paralar, öte yanda açlıktan birbirini öldüren insanlar, insanların açlığını, yokluk ve yoksunluğunu kullanan politikacılar. Bizi zor günler bekliyor dostlar. Ve hepimize önemli görevler düşüyor. Ayşen'ciğimin önceki yazıya bıraktığı yorumu okuyun ne olur. Hepimiz bir şeyin parçası olmak zorundayız. Ya çözümün, ya ölümün, yok oluşun. Bazen ufacık önlemler, hayatımızda yapacağımız ufacık değişiklikler, dünyanın daha iyi, daha yaşanılır, daha güvenilir bir yer olmasına katkıda bulunabiliyor. Bazen değil, her zaman. İşte bu yüzden hepimize iş düşüyor ya. Ekolojik Pazar'ı, bu pazara gelen üreticileri, iyiyi, sağlıklı ürünler üretenleri desteklemek görevimizin parçalarından biri. Önümüzdeki günlerde bu konuyu tartışmayı, paylaşmayı sürdürelim olur mu? Hiç aklımızdan çıkmasın.
*
Fotoğraftaki taze patatesler minicik aslında. İri göründüklerine bakmayın siz. Birer ceviz büyüklüğündeler en fazla. Beş dakikada haşlanıyorlar. Kabukları incecik, tül gibi. Bir kaseye biraz halis, sızma zeytinyağı, az deniz tuzu, bir diş rendelenmiş sarımsak koyup karıştırıyorum. Patatesleri soyup bütün olarak, yahut ortadan kesip kaseye alıyor, güzelce karıştırıp üzerine her zaman olduğu gibi biraz susam serpiyorum. Öyle güzel bir yemek ki bu. Ve o kadar çok şeyi simgeliyor ki!

28 Nisan 2008

Haydi Antalyalılar Ekolojik Pazar'a/Müjdemi isterim!

Huuuu İstanbullular orada mısınız? Müjdemi isterim! Bugün çok güzel bir haberim var sizin için. Ne mi haber? %100 Ekolojik Pazar 1-19 Mayıs tarihleri arasında her gün Ümraniye'deki Meydan Alışveriş Merkezi'nde! Detaylar için buraya bakınız.
*
Siz de benim gibi misiniz, yürümek/hareket etmek için amaca ihtiyaç duyar mısınız? Pazar günü amaçların en güzeli zihnimdeydi. Ekolojik Pazar'a gidecektim. Buğday Derneği'nin İstanbul Şişli'den sonra ikincisini Antalya'da, Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin katkılarıyla kurduğu Ekolojik Pazar'a. Ne heyecanlıydım bilseniz. Sabah uyanınca elimi yüzümü yıkayıp giyindim, attım kendimi sokağa. Bir saatten fazla yürüdüm pazara ulaşmak için. Pek iyi oldu. Türkiye Anneler Derneği Antalya Şubesi'nden hanımlar gözleme yapıyorlar -tamamı pazarda satılan ekolojik ürünler kullanılarak. Tam undan. Çay da ekolojik. Yani önce ekolojik kahvaltınızı ediyorsunuz, yürüdüyseniz hak ederek! Ardından alışverişe başlıyorsunuz. Dostlar var, bildiğiniz markalar, yeni tanışlar. Haftaya onlardan da bahsederim size ama biri var ki, gördüğümde yüzümde güller açtı: Sultan Ersöz (yanındaki de yakışıklı oğlu Erdal. Sultan ve Vehbi'yi tanıdığımda oğulları daha ufacıktı. Ne kadar özlemişim seni Sultan kadın. O mavi gözlerini hiç unutmadıydım.) Sultan ve Vehbi kadar aydın, çalışkan, doğru ve kararlı olsak hepimiz, tüm zengin ülkeleri sollarız inanın. Yıllardır bıkmadan, usanmadan ekolojik ürün yetiştirdiler. Yaşadıklarını duysanız inanamazsınız. Şimdilerde Vehbi cumartesi günleri İstanbul'daki, Sultan ise oğlu ve kaynıyla pazar günü Antalya'daki Ekolojik Pazar'da satıyor ürünlerini. Nerede mi yaşıyorlar? Afyon Başmakçı'da. Buğday Derneği'nin TaTuTa projesine üye onlar da. Dilerseniz ziyaret edip çiftlikte onlara yardım edebilirsiniz. İşte Ersözler gibi hayatını insanlara sağlıklı ürünler sunmaya adamış daha nice güzel yürekli dost var bu pazarlara gelen. Bize düşen ise onları desteklemek, ürünlerini satın alarak geçimlerini ve yaşamlarını sürdürmelerini sağlamak. (Ersözler ile ilgili Radikal gazetesi haberi için de burayı tıklayabilirsiniz.) İşte bunun için diyorum ya: HAYDİ ANTALYALILAR EKOLOJİK PAZAR'A! (Her pazar günü 09:00-19:00 saatleri arasında çoluğunuzu çocuğunuzu alıp Atatürk Kültür Merkezi'nin yanıbaşındaki Cam Piramit'e gidin. Tabelalar sizi yönlendiriyor zaten. Alışveriş edin, onlarla sohbet edin, çimenlere yayılıp piknik yapın. Tadına doyamayacaksınız.)

26 Nisan 2008

Keçi sütü ve bu sütten yapılan peynirler

Aşağıdaki satırlar, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğretim görevlilerinden Prof. Dr. Tümer Uraz'ın Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan "Keçi sütü, anne sütüne daha yakın" başlıklı yazısından. Özellikle "keçi sütünün ana proteini olan kazein parçacıklarının küçük boyutlu" olması nedeniyle daha kolay sindirildiğini ve daha homojen olduğunu biliyordum. Keçi sütünden yapılan peynire bayılırım. Bizde ancak yöresel peynirlerin satıldığı pazarlarda bulunsa da (son zamanlarda büyük marketlerde de tek tük yerli keçi peynirleri görülüyor!) başka memleketlere gittiğimde ilk elimi uzattıklarım keçi peynirleridir. Prof. Uraz'ın yazısını okuyunca bu kısmını paylaşmak istedim, çiğ keçi sütünden yapılma muhteşem bir peynirin fotoğrafı eşliğinde.
*
Keçi sütünün yağ yuvarlakcıkları çok küçük olduğundan, uzun bekletilmeler sırasında inek sütündeki gibi kalın kaymak bağlamaz. Bu yönüyle keçi sütü "doğal homojenize süt" sayılır ve çocuklar açısından sindirimi kolaydır. Aynı şekilde keçi sütünün ana proteini olan kazein parçacıklarının boyutları küçük ve yapısı oldukça yumuşaktır. Başta ABD, İngiltere ve daha birçok ülkede keçi sütü çocuk hastanelerinde beslenme amacıyla kullanılmaktadır. İnek sütünü, kazeinin yapısından dolayı sindirmeyen ve "alerjik reaksiyon" gösteren bebek ve çocuklar keçi sütünü kolayca sindirebilmektedirler. Bu yönleriyle keçi sütü inek, koyu ve manda sütlerine oranla insan sütüne (ya da anne sütüne) daha yakın sayılmaktadır.

24 Nisan 2008

İnsan neden mantar sever?

İyi ki mantardan bahsetmişim. Mantar üreticiliği alanında çalışmış olan bir arkadaşımız (Semiramis), bu konuda bildiklerini ve mantar üretimindeki bazı sorunları paylaşmış. Doğrusu ben mantar üretiminde bunca tarım ilacı kullanıldığını bilmiyordum. Lütfen sizler de yorumlar kısmında Semiramis'in yazdıklarını okuyun. Sanırım bundan sonra mantar alırken iki kere düşünmemiz gerekecek.
*
Sahi insan neden mantar sever? Vardır elbet bir sebebi ya ben bilmiyorum. Bilim insanları bunun da yanıtını bulmuştur eminim. Onda çikolatada olduğu gibi insanı mutlu eden bir şeyler vardır belki. Belki etsi bir dokusu var diyedir. Ya da ne bileyim, binlerce yıl önce atalarımız mantar bulup yediğinde çok mutlu olmuştur, sonra genlerine işlemiştir bu mutluluk ve taa bize kadar gelmiştir. Bir ara (arınma öncesi) mantara takmıştım. Her hafta pazara gidiyordum gitmesine ya güzelim sebzelere, yeşilliklere değil, mantarlara gidiyordu elim. Kocaman, beyaz mantarlara. Her hafta mantar alıyordum. Geçen gün de aldım. Gerçi bu sefer bir sürü sebze de aldım ya. Yıkadım (ben yıkamadan yiyemiyorum ne yalan söyleyeyim), doğradım, attım tavaya. Azıcık zeytinyağı, tuz, karabiber ve sarımsak ekledim. En yüksek ateşe koydum. Cızır cızır ettiler, sularını salıp sonra çektiler ve hafiften kızardılar. Sonra yedim onları. Mutlu oldum mantar yedim diye. Niyeyse? Yanına da bezelyelerimi pişirdim. Geçen gün söylediğim gibi. Bol taze soğan, bol taze sarımsak doğradım. Beş dakikada pişti ikisi de.

22 Nisan 2008

Bezelyenin tam zamanı

Şiir gibi bir "Büyük Ve Küçük Sesli Uyumu" yazısı okumak ister misiniz? Hele de Emirgan'ın laleleri eşliğinde daha da büyük zevk alacağınıza bahse girerim. Berceste yazdı bu sefer. Bir yazdı pir yazdı. Haydi Berceste'ye... (Affet Berceste, ben ne güzel Emirgan lalesi yaptım o şık latifeleri. İyi ki uyardın. Arkadaşlar lalelerin fotoğrafları Emirgan Parkı'nda değil, Yedikule Soğanlı Bitkiler Parkı'nda çekilmiş. Böyle yerler de var bilesiniz, kimbilir daha ne güzeller vardır orada da!)
*
Bu fotoğrafı çok seviyorum. Bahar bahar bir fotoğraf. Tam bugünler için. Bezelyenin en çok olduğu zamanlar için çekmişim sanki. Hani herkesleri bezelye yemeğe özendirmek için diyeceğim neredeyse. Bizim yemek grubunda kızlar taze fasulye alıp dondurmaktan söz ediyorlardı, dayanamadım, şimdi fasulyenin mevsimi mi, ne güzel bezelyeler, baklalar, enginarlar var demek zorunda kaldım. Galiba sebzelerin mevsimlerinden iyice uzağa düştük. Unuttuk neyin mevsimi ne zamandır. Hoş artık o güzelim kurtlu bezelyeler de yok. Yok hayır, şaka etmiyorum. Kurtlu bezelyeleri ayıklarken iiyykk! derdik belki ya, şimdiki o koskoca, plastiğimsi bezelyelerde aynı tadı bulamıyoruz. Belki çoğumuz aramıyoruz da, alıştık belki... Bugün -neyse ki- pazarda minik bezelyeler buldum. Kurtlu değil muhtemelen ya, irilerine göre daha lezzetli olduklarının garantisini verebilirim. Ben onları ayıklayıp bol taze soğanla pişireceğim. Üzerine biraz zeytinyağı gezdirip biraz da tuz koyacağım. Hepsi bu. Belki biraz da sarımsak doğrarım. Sonra da afiyetle yiyeceğim. Bahar bahar olacağım, bahar kokacağım.

19 Nisan 2008

İki güzel kadından güzel tatlar

Güzel dostum, Fatma arkadaşımın tanıştırdığı ve en az onun kadar sevegeldiğim Güniz; Güniz sayesinde tanıdığım, bir o kadar tatlı bulduğum Gamze ile ilgili bu yazı. Güniz'le Gamze bir peri masalı yaşattılar bize. Eski günlerden dostum Pelin de vardı. Beyazdı masa, şıktı ama çok sadeydi. Buyrun oturun dediler. Oturduk. Önce nane ferahlığında bezelye çorbaları geldi. Ardından üç çeşit ev yapımı ravioloni. İtalyanların meşhur ravioli'sinin irisi. (Toprağı bol olsun, babaannem 'piruhi' derdi bizde yapılan benzerine.) Çıtır çıtır bademli salatalar, mini mini ekmekler, tadı damağınızda kalan nefis bir armut tatlısı. Pasta, catering ve danışmanlık işiyle başladılar Cikare'ye. İkisi de öyle zevkli ki, güzeller güzeli bir atölye olmuş. Bu atölyenin en hoş yanı, ortasındaki masanın tek kişilik bir restoran olarak hizmet vermesi. O günün şanslıları bizlerdik. Güzel müzikler, güzel dostlar, güzel yemekler. Daha ne olsun ki? Sitelerinde bilgiler var ama özel, çok özel bir kutlama yapacaksanız ve sayınız 12'yi geçmiyorsa bir de orayı deneyin derim (tabii önceden haber vererek). Elimdeki mis kokulu vişneli mini kekleri sallaya sallaya, gülümseye gülümseye ayrıldım oradan. Siz kimbilir nasıl ayrılırsınız.

15 Nisan 2008

Leylak

İnsan bir ayda blog güncellemeyi unutur mu? Unutuyormuş demek. Fotoğraf yükleyeceğim ama nasıl? Ne zor soru! Öyle ya da böyle, bir fotoğraf yükledim. Bahar gelmiş ya memlekete, biraz da renk gelsin dedim. Eh ilk renk ne olur? Elbette çiçek olur. Hele de hayatında çok önemli bir yeri varsa bir çiçeğin ve bir anda karşına çıkıveriyorsa, bir anda bir sürü anıyı canlandırıveriyorsa, hakkıdır ön plana çıkmak.
*
Leylaklı ne çok anım var gerçekten. Çocukluğumun, öğrenciliğimin geçiği yerler hep leylaklı. Hele de uzaklarda yaşadığım kentte, baharda açan rengarenk leylakların parfümünü içimize çekmek için parklara gidişimiz... Şimdi yaşadığım kentte ise sadece bir tane leylak var, bir kebapçının bahçesinde. Belki başka yerlerde de vardır ya ben bilmiyorum. Bu sabah karşıma çıkıverince birden. Onun için yazdım işte. Yazmasam olmazdı. Evet evet birinciliği leylağa veriyorum bugün, laleler alınmasın.
*
Bu yazıya bıraktığınız tüm güzel yorumlar için teşekkürler. Hepsine teker teker yanıt veremedim ama biliyorum, affedersiniz.

11 Nisan 2008

Var mi cay gibisi?

Insan bazi seylerin kiymetini ona ulasamadiginda anlar ya, iste cay da onlardan biri. Demlenmis caysiz bir hayat olabilir mi? Poset caylar disimin kovuguna bile gitmiyor (biliyorum bu deyimin yeri bu cumle degil ama icimden oyle soylemek geldi). Istersen on bardak ic, zaten bardak da yok ya, fincan, hatta cogu zaman kocaman fincanlar (hani su Amerikalilarin "mug" dedigi) veya bazen de, hani istasyonlarda falan beklerken, kagit bardakta icilen poset caylarin hic biri, ama hic biri bizim halis mulis cayimizin yerini tutamaz. Demligi kim icad ettiyse (bu kisinin bir Turk olma ihtimali cok dusuk, belki de degildir, antropolog arkadaslara sormali) alnindan opmek istiyorum, tabii hala hayatta ise (ki bu ihtimal cok dusuk, hatta yok, yok, yok). Hele su satirlari sessiz sakin bir evde, bir bardak (evet evet, cam bardak) demlenmis cay esliginde yazmak gibisi ise hic yok. Elbette bu ev insanin kendi evi olsa, bilgisayar da kendi bilgisayari olsa, tuslar elinin altindan su gibi akip gitse, sozcukler duzgun ciksa, sen guzel ve mutlu yazilar yazsan, seni merak etmis olan, hal hatir soran, guzel hosgeldin mesajlari gonderen dostlara kendi bilgisayarinin tuslarindan tesekkur sozcukleri yollasan (tuslarla ne kadar olursa artik) daha da guzel olur ya guzel bir dostun yaninda olmak da, yuvasina, hayatina kabul edilmis olmak da cok guzel. Oyleyse iyisi mi ben bu guzelliklerin (ah cay seni ne cok seviyorum!) tadini cikarayim...