26 Aralık 2011
Yeni bir yıla girerken
Yeni yıla girerken ne dilenir? Hep güzel şeyler söylemek isteriz değil mi? Dileklerimiz, umutlarımız, dualarımız vardır ve isteklerimizi hep o yılın değişim anına saklarız. Benim için o kadar da önemli değildir aslında yeni yıla giriş. Yine de ister istemez etrafımdaki heyecana, sevince katılırım. Yeni yıla bu kadar az zaman kalmışken ne tarifi versem, hangi fotoğrafı koysam diye epey bir düşündüm. Yeni yılda tatlı konuşmak, güzelliklere uyanmak için tatlı bir şeyler olmasında fayda var dedim ve bademli, portakallı bu keki koymaya karar verdim. Muhtemelen pek çok blog, site veya dergide göreceğiniz şaşalı görüntülerden biri değil bu ancak beni tanıdıysanız gösterişe meraklı olmadığımı, daha çok sağlığı ön planda tuttuğumu bilirsiniz. Bu keki badem unu veya ıslatıldıktan sonra kabuğu soyulup blenderdan geçirilmiş bademle yapabilirsiniz. Ben 200 gr kadar badem kullandım. İki yumurta, 4 çorba kaşığı tam un, 1 çorba kaşığı stevia ekstresi, 2 çorba kaşığı bal, portakal kabuğu rendesi (bol bol), karbonat, bir tutam tuz ve badem ekstresi var içinde. Bildiğiniz kekler gibi hazırlıyorsunuz. Ben ekstradan yumurtanın akıyla sarısını ayırıp akları bir tutam tuzla güzelce çırparak ekledim karışıma. Hepsi bu işte. Sonra mini kek kalıplarında (veya kağıt kalıplar kullanabilirsiniz), 180 derecede ısıtılmış fırında pişirdim. İsterseniz pişirirken içine yeni yıl için dileklerinizi de koyabilir ve sonra bu kekleri tüm sevdiklerinize armağan edebilirsiniz. Yedikçe dileklerin gerçeğe dönüştüğünü düşleyebilirsiniz. Neden olmasın ki? Hayal ettim ve olacağına kanaat getirdim. Doğrusu ben öyle yapacağım. Afiyet olsun. Yani iyi yıllar!
16 Aralık 2011
Antakya'dan, Sivas'tan, Antep'ten, Mardin'den
Büyücüleri sever misiniz? Belki biraz korkarsınız onlardan. Tekin değillerdir. Ne zaman ne yapacaklarını bilemezsiniz. Bu büyücü mutfak büyücüsü ise düşünceniz değişebilir. O zaman merak duyarsınız. Peki ne yapar bu büyücü? Yemek yapar. Nasıl yemek yapar? Değişik şeyler yapar. Tam bir büyücüdür işte, bir tutam ondan katar, bir tutam bundan. Bazı mutfak büyücüleri malzemeye takıntılı olur. Bizimki onlardan. Antakya'dan biber salçası getirtir, Kazdağı'ndan şifalı otlar, Gökçeada'dan et. Tarifleri de toplar. Birer birer. O tarifleri kendi yorumuyla uygular tabii. Unutulmuş yiyecekleri anımsatır insanlara. Hiç tatmadıkları şeyler koyar önlerine. Pilava iğde konur muymuş? Konurmuş. Büyücüler meraklıdırlar. Yeni şeyler geliştirmeye, öğrenmeye. Karşılarına çıkan fırsatları (çıkmasa da yaratırlar) kendilerini geliştirmek için kullanırlar. İşte o büyücülerden birini tanıyorum ben. Şu anda da tamı tamına oradayım. Büyücünün yeni mekanında. Mutfakta elektronik caz mı retro mu. Ama değişiyor o da. Birazdan türkülere geçilebilir veya Arap müziği çalınabilir. Mutfak ekibinin canı ne çekerse. Zaten 3 tane masa var. Onların derdi (büyücü, hayat arkadaşı ve ekibi) insanlar gelsin burada onlara derin hizmet verelim değildir. İnsanlar gelsin, makul fiyata acaip güzel şeyler yesinler. Daha doğrusu paketletip evlerine götürsünler. Ya da arasınlar, gönderelim. Ama unu tam un olsun, Balıkesir'deki bir su değirmeninden gelsin. Malzemenin hasını kullansın. Takar kafasına. Bir bakır semaverde çay kaynar durur. Gidip alırsınız çayınızı. Zaten hepi topu üç masa. Firuzağa Camii'ne bakan üç masa. Yok pardon dört. Hatta beş. Lahmacun da vardır burada. Bir de şu yandaki katıklı ekmek. Fırıncı küreklerinin üzerinde bir kağıt, üzerinde çıtır çıtır bir lahmacun. Yanında biraz salata. İsterseniz fırında, güveçte pişmiş ahtapot yiyebilirsiniz. Ahtapotlar Çanakkale'den. Ya da firik pilavı ya da güveçte kuru fasulye. Akşamdan fırının ılıklığında, kendi kendine pişmiş. Kerebiçler, kiliçeler. Kiliçe de ne diyeceksiniz? Süryanilerin Paskalya çöreği. Ama hikayesi olan bir çörek. Düğünde eşlerin "ekmeklerini paylaşma" dileğiyle sembolik olarak kırdığı bir çörek. Ya da işte öyle bir şey. Buranın adı Datlı Maya. Mayalanıp pişiyor ekmekler çörekler fırında. Ama önce Dilara'nın kafasında. Ve ben, şu anda buradayım. Fırından taze çıkmış bir katıklı ekmek yemişim, ekşisi kıvamında yayla çorbası içmişim. Mutfaktan sarımsak kokuları geliyor. Müzik daha değişmedi. Bakalım birazdan ne çıkacak? Offf lahmacunlar gelip duruyor fırından. Çıtır çıtır.
12 Aralık 2011
Bugün kuşlar kadar hafif ve özgür olmak istiyorum
Neden acaba? Neden kuşlar kadar hafif ve özgür olmak istiyorum? Ya siz? Siz de benim gibi düşünenlerden misiniz? Ülkenin, dünyanın gündemi, gidişatı, olup bitenler, çaresiz kaldığınız anlar, yaşamın anlamını, anlamsızlığını tartıp biçtiğiniz zamanlar... Kafanızda bu düşünceler mi gelip gidiyor bugünlerde? Uçmak, hafiflemek, özgürleşmek cazip mi geliyor size de? Ama uçamıyorsunuz değil mi? Gidemiyorsunuz. Uzaklaşamıyorsunuz. Özgürleşemiyorsunuz. Hiç değilse hafifleyebilirsiniz. Nasıl yapacaksınız? Ruhunuza neyin iyi geleceğini ben bilemem tabii. Onu ancak siz bilebilirsiniz ancak en azından baktığımda bile hafiflik hissiyle dolduğum bir salatanın fotoğrafıyla hem bedensel hem de zihinsel olarak hafiflemenize bir nebze olsun katkıda bulunabilirim diye düşündüm. Dilerim işe yarar. Hepsi birbirinden güzel, basit malzemeler. Sultani bezelye bulabilir misiniz bilmiyorum. Bizim pazarlarda görünmeye başladı bile zatı şahaneleri. O yoksa başka bir yeşili ekleyebilirsiniz salatanıza. Renk vermesi için. Bu salatadaki sultani bezelyeler neredeyse kendi buharında, bir kaç dakika haşlandı o kadar. Gerisi çiğ. Bir de çekirdeği hafiften kavurmuştum, yağsız tavada. Daha çıtır çıtır olsun diye. Dolabımda hep bulunur ayıklanmış çekirdek. Salatalara renk ve neşe kattığını düşünürüm. İşte gerisi de çubuklar halinde doğranmış havuç, içi kırmızı, dışı yeşil turp ve Antalya pazarlarında "alabaş" adıyla satılan "kohlrabi". Sosunu canınız nasıl çekerse öyle yapın. Üzerine ister çekirdek, ister susam, ister badem, fındık, ceviz, keyif sizin. İsterseniz listeye soya filizi ekleyin, incecik doğradığınız taze soğan serpeleyin. Ne bileyim işte, sizi hafifletecek bir dokunuş ekleyin hayata. Farzedin ki bu salata hayatın ta kendisi. Nasıl olmasını istiyorsanız o malzemeleri koyun içine.
09 Aralık 2011
Gökyüzü ve yolculuk
Ekim ayının ortalarında, iki çekim arası bir kaçamak yaptım. Öyle ucuzdu ki uçak bileti, dayanamadım. Ondan yani. Yoksa o yorgunluğun arasında akıllıca bir şey değilmiş, tüm seyahatler bitince anladım. O yolculuk da yanıma kar kaldı. Balkan ülkelerini hiç görmemiştim. O kadar dibimizde olmalarına rağmen. Uçakta yorgun ve sersem bir haldeydim ama bir yandan da ilk kez göreceğim yerlerin heyecanı vardı üzerimde. Yanda gördüğünüz fotoğraf o uçak yolculuğundan. Öyle muhteşem dağların üzerinden geçtik ve hava o kadar açıktı ki, dayanamadım onlarca fotoğraf çektim. O kıvrımlar, sıra sıra dağlar, tonlar ve dağlara vuran güneşin oluşturduğu mistik hava. Mucizevi bir manzara idi. İlk durağım olan Üsküp'te aslında hiç de Türkiye'den uzak olmadığımı farkettim. Bit Pazar denilen pazaryeri ilk duraklarımdan biri oldu. Daha doğrusu ikinci. İlki sabah kahvaltısı için gittiğim börekçi idi. Sokakta her an Türkçe konuşan birine rastlıyor ve en iyi börekçiyi sorup duruyordum. Tarif ettikleri yeri kolayca buldum. Böreği de Türkçe olarak sipariş ettim. Yanında ayran mı içersin dediler. Yüzümü buruşturdum. Neee sabah sabah ayran mııı? Aslında böreğin yanında ayran iyi gider ama işte sabahın bir saati olunca. Çay dedim. Çay yok dediler. O zaman sıcak su verebilirsiniz, yanımda çay var dedim ve poşeti sallandırdım fincanın içine. Garip bir histi. Hem uzaktaydım hem değildim. Hem yeniydi benim için o coğrafya hem değildi. Börek o yolculuktaki kurtarıcım olacaktı. Elbet başka şeyler de yiyecektim ama sabahları börekle güne başlamaktan dolayı mutluydum doğrusu. Sonraki günlerden birinde yediğim börekte biber turşusu vardı. Peynir ve biber turşusu. Güzel bir birliktelik. Kısa ama güzel bir yolculuktu. Sonunda eve dönememiş, yine yolculuğa devam etmiştim ya Balkanların üzerimdeki etkisi devam ediyordu. Hala da ediyor çünkü bugün o yolculukla ilgili bir yazıyı bitirmekle yükümlüyüm. Yani yeniden yaşıyorum o günleri. Ne güzel.
07 Aralık 2011
Kabak kabak ballı kabak
Dün Salı Pazarı'ndaydım. Aman bir güzeldi ki yine, sormayın. Girer girmez doldurmaya başladım pazar çantamı. İlk aldıklarım yerelması ve balkabağı. Fotoğraftakiler değil ama, pazarda böyle süslenmiş kabaklar yok. Bu zatı şahanelerini 2007 yılındaki New York seferinde çekmişim. Güzel bir balkabağı fotoğrafı ararken yüzlercesi arasından bunu bulup çıkardım. Tam Cadılar Bayramı öncesi olmalı ki sokaklar kabaklarla doluymuş. Ne şık ama değil mi? Bu sefer soyulmuş, dilimlenmişini aldım, eve gelince uğraşmayayım, doğrudan pişireyim diye. Tatlısı için almadım tabii. Çok özlediğim, geçen yıl neredeyse her hafta yapıp yediğim çorbası için. Kesin burada anlatmışımdır bu basit çorbayı. Bu sefer Gaziantep'ten aldığım kabuklu kırmızı mercimekle yaptım. Ölçmedim de. Bir çay fincanı kadar mercimek yetiyor. Yıkayıp koyun tencereye. Yarım kilo da ayıklanmış, dilimlenmiş balkabağı. Bir soğanı irice kesin. Suyunu ekleyin. Tuz, kırmızı biber, karabiber ve köri. Evet, köri bu çorbanın sihirli tılsımı. Başka bir boyuta taşıyor çorbayı. Sonra hepsi pişince blenderden geçirip azıcık sızma zeytinyağı ekliyorsunuz. Çok koyu olduysa biraz sulandırabilirsiniz tabii. Sonra da yanında bir dilim kızarmış ekmekle yiyorsunuz. Bu benim öğle ve akşam yemeğimdi dün. Bugün ne yiyeceğim? Ampul kabak ve nohut yemeği, karışık. Öğlen onu yerim, akşam yine çorbaya dönerim diyorum. Bugün iş çok. Çalışmam lazım. Yoksa bir tas salata yapmak fena olmazdı yanına...
05 Aralık 2011
Bu hafta Gaziantep'teyiz
Arada başka yazılar da yayınlamayı diledim. Gerçekten. Diledim dilemesine de çok özlediğim ev kahvaltısını yazmanın ötesine götüremedim. Bir de yorgunluğumu anlatmıştım değil mi? İnsanın yorucu geçen bir dönemden sonra hiç değilse bir günü tatil ilan edip dinlenebilmesi çok önemliymiş. Genelde yapardım ya bu sefer o tatil gününü geciktirdiğim için ne tam olarak tatil yapabildim ne de %100 işe verebildim kendimi. Öyle gelgitlerden sonra işbaşı yaptım. Kaçış yok çünkü artık. Zaten yeniden yola düşmemize sadece bir hafta kaldı. Bu süre içinde hem yeni bölümlerin hazırlığı, hem son çektiklerimizin metin yazarlığı, seslendirmesi, basın bültenleri, ayrıca dergi yazılarım derken bu hafta herhalde kendimi tamamen işe vermem gerekecek. Olsun. Şikayetim yok. Çok severek yapıyorum hepsini. Şükrederek, isteyerek. İşe mola verdim. Kısacık bir mola. İstedim ki size Gaziantep lezzetlerinden hiç değilse bir tanesini sunayım. Burada pek et görmeye alışkın değilsiniz biliyorum. O yüzden değişiklik yapayım dedim ve Gaziantep'in içli köftesini koydum. Bakalım bu haftaki bölümümüzü beğenecek misiniz? O kadar renkli oldu, o kadar güzel şeyler çektik ki, yönetmenimiz ve montaj sorumlumuz görüntü ayıklarken büyük zorluk çekecek sanırım. Ancak biliyorum ki, ortaya çok iştah açıcı bir bölüm çıkacak. İzlemek isteyenler için yayın gün ve saati: 7 Aralık 2011 Çarşamba 20:00. Kanal 24'te. (Diğer program fotoğrafları ve notlar için de sağ taraftaki program sayfasını tıklayabilirsiniz.)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)