30 Ekim 2013

Geldi çorba mevsimi



Geldi gerçekten değil mi? Gerçi Antalya'da hâlâ denize girilebiliyor, hâlâ gündüz saatlerinde kısa kollularla gezilebiliyor. Güneş içine işliyor insanın, ılık ılık esiyor rüzgâr. Yine de biliyorum ki bugün Ekim'in son iki gününden biri. İki gün sonra Kasım ayı gelmiş olacak. Biliyorum ki yakında soğuk günlerimiz de olacak. Öyleyse çorba kâseleri yıkansın, zihindeki tarifler birer birer ortaya dökülsün. Bizim pazarlarda kışlıkların yanı sıra yazlık sebzeleri de bulmak mümkün. Dün mesela, bizim tonton teyzelerden tarla patlıcanı, domatesi, kabak, salatalık, biber ve fasulyesi aldım. Fasulye için annem "bu sene yediğim en lezzetli fasulye" dedi. Patlıcana da bayıldı. Siz de bulabiliyorsanız yazlıkları, kullanın, bulamıyorsanız da kışlık sebzeleri tercih edin. Bir tahıl (arpa şehriye veya ufak bir tür makarna olabilir, buğday, çavdar, yulaf olabilir, bulgur olabilir), bir bakliyat (mercimek, kuru fasulye, kuru barbunya, nohut vs), dilediğiniz sebzelerden (küp şeklinde doğranmış olarak) azar azar (birer tane genelde yetiyor, hele de çeşit çoksa), az biraz zeytinyağı, tuz, karabiber, pul biber, kuru nane. Tabii su, dilerseniz biraz da salça. Yaza da kışa da uyan halis mulis bir çorba. Yapana da yiyene de şifa olsun.

25 Ekim 2013

Bereketli günler ola...


Nar demek bereket demek. Bence zaten bu salatadaki her şey bereketin bir ifadesi. Geyibayırı'ndan nar, Elmalı'dan elma, pazardan taze soğan, tonton nenelerimden birinden içlenmiş taze börülce, Burhaniye'den ceviz, Kastamonu'dan siyez bulguru, çok güzel bir kadının düğün hediyesi olarak aldığı zeytinlikten mis kokulu zeytinyağı... Başlı başına bir öykü bu tabak. Üstelik kendisi miniminnacık ama baksanıza resmen içi bir bereket küpü. Zorunluluktan çıkan tariflerden biri bu da. Evde malzeme yok günlerinden. Bir de belki misafir gelir, hazır olsun tariflerinden. Bir kereyle yetinilmeyip akla geldikçe yapayım denilen şifalıklardan. Diyeceğim o ki, bereketli günler ola...

18 Ekim 2013

Makarna lütfennnnn!



Önce www.makarnalutfen.com adresine gidilir. Oradan aile yadigârı (hem de memleketime, yani Eskişehir'e has) mercimekli mantı seçilir. Tabii başka şeyler de seçilir çünkü hepsi birbirinden özel tatlar. Çorbalar, erişteler, ıspanaklı, pancarlı, brokolili, kerevizli, karnabaharlı, biberli ve domatesli makarnalar... Seçilir diyorum ama karar vermek de öyle zor ki. Bir ondan bir bundan derken hayaller zihinde uçuşup dururken ödemesi yapılır ve heyecanla paketin gelmesi beklenir. (Gerçi ben öyle yapmadım. Bu muhteşem mantıyı arkadaşım Ayfer getirdi armağan olarak. Teşekkür ederim Ayfer'ciğim!) Paket gelince "ayyy ne güzeller, incecik, çıtır çıtır, çiğ çiğ bile yenir bu mantı" denir. Nasıl kıyacağım ben şimdi bunlara, tablo gibiler diye düşünülür ve uygun an gelene kadar (bir kriz anı mutlaka olacaktır) paket erzak dolabına kaldırılır. O kriz anı (ki evde bir şey yok ne yiyeceğim ben şimdi anıdır bir yandan) geldiğinde tencereye biraz su ve azıcık tereyağı konur. Su kaynayınca mantılar atılır, piştiğine kanaat getirdiğinizde de doğranmış taze soğan. Baharat olarak az pul biber ve biraz tuz. Çorba gibi kaşıklanır, pek güzel olur. (Bir de miniminnacık arpa şehriyeler var ki onları da yeşil mercimekle yaptığım çorbaya koydum.)

10 Ekim 2013

Sonbahar pazarları



Demiyorsunuz ki artık pazar falan anlattığın yok. Aslında çok şey anlatıyorum ama sessiz, içten içe. Ayfer'ciğim bu güzel fotoğrafımı göndermiş, haydi dedim hiç değilse pazarlarımızı anlatayım. Fotoğrafım dedim dikkatinizi çektiyse, ben görünmesem de parmağım görünüyor. Eh sepetim de afili yani. Yakıyor ortalığı. Peki ya içindeki domateslere ne diyeceksiniz? Artık yazın son yayla domatesleri geliyor pazara, son pembeler. Her hafta biraz alıyorum ya bu son, gerisi yok gari dedikleri an stoklama yoluna gideceğim. Hoş ne kadar stoklanır ki, bilemediniz iki hafta. Sonra yazı beklemeye başlayacağım yine. Bu ara haftada iki kere gittiğim zamanlar oldu pazara. Bir sürü kışlık aldım. Zeytinlerim tatlanıyor (kimini kırdım kimini çizdim), biberler közlendi buzlukta, közlenmiş biberlerin bir kısmı közlenmiş patlıcanlarla birlikte soslandı, kış için ayrıldı. Dün akşam biraz domates sos yaptım, sarımsaklı, makarna sosu olarak, fazlaca yaptım, kalanı 3 porsiyona bölüp ufak kaplarda dondurdum, kırmızı krizine gireceğim günler için. Kırmızı biberlerin bir kısmını küp küp doğrayıp buzluğa attım, kışın yemeklere renk veriyor. Bir miktar domatesi küp şeklinde doğrayıp, birazını rendeleyip dondurdum. İki pişirimlik de bamya. Doldu zaten buzluk. Hiç bu kadar doldurmamıştım. Bu sene yaz nimetlerinden ayrılmak istemedim galiba. (Gerçi bu ilk sefer değil, her sene anasından ayrılan çocuk gibi hüzün yaşarım.) Bitmeden bir kaç kere daha yiyeyim diye yayla fasulyesi alıyorum, en sevdiğim haliyle, beyaz barbunyayla pişirmek üzere. Barbunya da bitti bitiyor. Böyle işte. Günler geçigeçiveriyor. Kış geldi gelecek. Bense güneşin ve mevsim pazarlarının tadını çıkarmaya çalışıyorum, sessiz sessiz. (Bu güzel fotoğraf için Ayfer Yavi'ye teşekkür ederim.)

03 Ekim 2013

Fıstık gibi



Hem de ne fıstık.Aynaya baktım, kendimi gördüm. Seni de gördüm aynada. Fıstık gibiydin. Ne yaptın saçına? Gözlerinin içi gülüyor. Hadi bir kere de benim için gülümse. İyi geliyor insana değil mi gülümsemek? Bir başkasına, bir başka şeye, başka bir varlığa değil, kendine gülümsemek. Hem de gözlerinin içine bakarak. Fıstık gibisin bugün. Hep öyle kal.
*
Lafı açmışken fıstıklardan bahsetmemek olmaz. Alınır küserler sonra. Bu fıstıkları Kuala Lumpur'dan Penang'a giderken, otobüs mola verdiğinde görmüştüm. Sarı sarı. Almadım. Otobüste yan komşum ikram edince sevinerek kabul ettim. Meğer haşlanmış yerfıstığı imiş ve pek lezzetliymiş. Sonra hiç yapmadım, yapmadım ama unutmadım da. Geçen hafta pazarda taze fıstıkları görünce sordum hanımlara, siz hiç fıstık haşladınız mı? Aa evet haşlarız, pek güzel, kestane gibi olur dediler. Nasıl yapacağım? Suyuna biraz tuz koyarım dedi biri. Peki dedim. Makarna suyu kaynatır gibi kaynattım tuzunu da ekleyip. Kabuğuyla yıkadığım fıstıkları attım. 10-15 dakika kadar piştiler. Aman bir lezzetli oldu ki sormayın. Gözü kapalı yese insan, hakikaten kestane der.