26 Ocak 2012

Hadi gelin bugün uzaklara gidelim

21 Haziran 2007 Perşembe günü çekmişim bu fotoğrafı. Sao Paolo'daki (yani Brezilya'da) 3 ya da 4. günüm. Üzerinden neredeyse beş sene geçmiş, şaka gibi. Pazarları seviyorum ya, orada da pazarı bulmuşum, girip içinde kaybolmaz mıyım. Kayboldum elbet. Meyveyi zaten çok ama çok severim, orada benim için yeni bir sürü meyve var. Yıldız meyvesi de onlardan biri. Daha önce tatmışım ama ortamının dışında. Kendi ortamında, yetiştiği bir ülkede yemediğim için gerçek tadını da bilmem mümkün değil. Brezilya'da "carambola" diyorlardı yanlış hatırlamıyorsam. Şekli nedeniyle İngilizce'deki adı ise "star fruit". Tadı? Öyle ahım şahım değil ama şekli o kadar güzel ki dilimleyip yemek istiyorsunuz. Zaten pazarda da size bir dilim ikram eden bir satıcı bulunuyor mutlaka. Aslında Filipinler, Endonezya, Sri Lanka, Hindistan civarlarına has, şurada okuyabilirsiniz. Ancak sonraları Orta ve Güney Amerika'daki yarı tropik iklimlerde de yetiştirmeye başlamışlar. O gün orada ve Brezilya'da geçirdiğim sonraki günlerde bulduğum bütün meyveleri ve meyveli yiyecekleri tatmıştım. Güzel günlerdi. Sabah sabah neden aklıma geldi bilmem diyecektim ki dün Home TV'de izlediğim bir yemek programında şefin yaptığı meyve salatasına yıldız meyvesi koyduğunu anımsadım. Eh onun üzerine bu görüntü çıkınca karşıma, sizi yanımda sürükleyip uzaklara yelken açmak kaçınılmaz oldu. Dilerim bu ufak kaçamağımız hoşunuza gitmiştir. Sağlıcakla.

18 Ocak 2012

Evde yoğurt yapımı

Benden ses çıkmıyorsa bilin ki yollardayım. Oralardan yazmak zor oluyor. Gündüz zaten çok yoğun çalışıyoruz. Akşam olunca da bir otel odasında oturup blog yazmak anlamsız mı geliyor ne? Neyse ki şu anda odamda, mis kokulu nergislerimle başbaşayım da yolculukta ihmal ettiğim dostlarıma yazabiliyorum. Hem zaten bu sabah erkenden çıkıp (kahvaltı dahi etmeden) pazara gitmişim, bir sürü güzel şey almışım, üstüne üstlük yoğurdumu mayalayıp kalan sütle bir kase de sürmelik peynir yapmışım. Salata malzemelerim yıkanıyor, pancarlar haşlanıyor, salataya koyacağım yabani pirincim pişmiş, soğumakta...
Hep evde yoğurt yapmanın erdemlerinden bahsedeyim istiyorum ama her seferinde unutuyorum. Ya da önemsiz mi buluyorum ne? Oysa ev yoğurdu gibisi yok. Hele de hazır yoğurtların hepten bozulduğu, yoğurttan başka her şeye benzediği bir dönemde. Adam gibi gerçek süt bulabiliyorsanız benim gibi porsiyonluk kaplarda (fotoğraftakileri çok seviyorum, mor kapaklı yoğurt kaplarım benim) mayalayın yoğurdunuzu. Ben sütü kaynatır kaynatmaz kaplara pay ediyor, parmağımın ucunu sokup yanmadığımda (ama sütün ısısı hissedilmeli) ılık sütle seyrelttiğim yoğurdu pay ediyor, güzelce karıştırıp kapaklarını kapatıyor ve uyumaya bırakıyorum. Üzerine battaniye örtüyorum tabii. Süt sıcakken kaba konduğunda kolay kolay soğumuyor. Mayalanma süresi sonunda (7 saat bekletiyorum) kaplar hala ılık oluyor. Sonra kapaklarını açıp biraz oda sıcaklığında bekletiyor, kapatıp dolaba diziyorum. Her gün bir kase. Ohhhh var mı evde olmak gibisi! (Bu hafta Adana bölümümüz yayınlanıyor, hatırlatayım. Çarşamba 20:00'de, tekrarı pazar 19:15'te, Kanal 24'te.)

09 Ocak 2012

Kadıköy'den bir lezzet mabedi

Geçtiğimiz haftalarda çekimler için İstanbul'daydım. Görmek istediğim çok dostum vardı ancak çok azıyla buluşma şansı bulabildim. Yine de sevdiğim bazı lezzet mabedlerini ziyaret ettim, sahipleri dostlarımsa hasret giderdim, değilse tanıştım, yiyeceklerini tattım. İstanbul'da çektiğimiz iki bölüm yayınlandı zaten, belki bir kısmınız izlemişsinizdir. Birincisi yılbaşından önce (tekrarı 1 Ocak günü idi) yayınlanan Beyoğlu bölümü, ikincisi ise Sarıyer bölümü idi. Bu hafta (çarşamba 20:00'de) Kadıköy'de çektiğimiz bölüm yayınlanacak. İşte bu fotoğrafta gördüğünüz perde pilavı da ekranda izleyeceğiniz lezzetlerden biri. Perde pilavının hikayesini bilmiyorsanız dinleyin. Benim çok etkileyici bulduğum yemek öykülerinden biridir perde pilavı. İstanbul'da yaşayıp da Çiya'da yemek yememiş olan okurum var mıdır bilmiyorum. İstanbul'da yaşamıyorsanız dahi Çiya'nın lezzetleriyle tanışmışsınızdır. Şimdi burada ne desem az biliyorum. Zeynep ve Musa Dağdeviren, Türkiye'de yemek anlayışını değiştiren insanlardan. Bu yüzden kendilerine saygım büyük. İşte biz de bu haftaki bölümü çekmek için Çiya'nın yanı sıra daha nice özel mekanı gezdik Kadıköy'de. Bu mekanlardan biri de Baylan Pastanesi. Yine İstanbullu olup Baylan'ın lezzetlerini bilmeyen yoktur. Çoğu insan Baylan denildiğinde "kup griye"yi anımsar ancak benim en sevdiğim tatlı bambaşkadır. Bunu da Harry bey ile yaptığımız söyleşide göreceksiniz. Yolunuz düşerse mutlaka tatmanızı istediğim bir lezzet bu. Daha pek çok şey var bu haftaki bölümde. Dilerim sizler de izlersiniz. Kadıköy bölümü yayınlanırken ben Türkiye'nin bambaşka bir yöresinde olacağım. Hepinize güzel bir hafta diliyor, işimin başına dönüyorum. Bugün iş çok. Yarın ise yolculuk var.

03 Ocak 2012

Günün güzelliği

Çarşamba notu: Aşağıda gördüğünüz fotoğrafı dün çekmedim, not etmeyi unutmuşum. Bu muhteşem kabakları ve diğer olağanüstü güzellikteki sebzeleri bu akşam Sarıyer'de çektiğimiz bölümde izleyebilirsiniz. Artık Tak Sepeti Koluna için yayın bilgilerini sağ tarafa koyuyorum, oradan takip edebilirsiniz. Veya yine yanda linki olan Facebook sayfamızı beğenirseniz gelişmelerden düzenli olarak haberdar olabilirsiniz. Teşekkürler!
Sabah yatakta bugün günlerden ne diye düşündüm. Perşembe? Değil. Çarşamba? Değil. Salı? Eveeet. Bugün pazara gideceğim ben. Hemen öncesinde offff... duygusu varken üzerimde, pazara gidiyor olmak birden neşelendirdi, hafifletti. Üstelik bir de Tevfik ustaya gidecektim, börek yemeye. Önce bir güzel böreğimi yedim (kahvaltım oldu yani), sonra pazarın cümbüşüne daldım. Dönerken hesap yaptım, pazarda tamı tamına 50 tl harcamışım. Önce çok gibi geldi. Sonra aldıklarımı düşündüm. Yok canım, çok değil. İlk satın aldığım şey üç demet nergis idi. Hemen ilerisinde yaşlı mı yaşlı bir teyze katmerlisini satıyor ama bir demet kalmış. Onu da aldım. Her zamanki elmacımdan elma ve Ankara armudu, onun yanındaki satıcıdan yerelması ve mandalina, biraz ilerdeki otçumdan turpotu, marul, su teresi. Biraz daha ilerledim, alıştığım satıcıların yanına gideyim diye. Pazarda gözleme de yapan hanımdan 5 köy yumurtası ile 2.5 litre süt, bakliyatçı amcadan yarımşar kilo yeşil mercimek ve buğday ("dirgitlik mi kızım?" diye sordu, evet dedim. Yani tam buğday), son gidişimde keşfettiğim muzcudan bahçe muzu (1.2 kg kadar), annemle paylaşırız diye 1.5 kilo körpecik pırasa, karşısındaki satıcıdan iki demet pazı, annem kahvaltıda seviyor diye etli kırmızı biber, kışın tek yediğim sera ürünü kiraz domates, çorbalık diye bir dilim balkabağı. Başka? Bir başka satıcıdan maydanoz, taze soğan, roka ve tere. Bir de yarım kilo tuzsuz kabak çekirdeği. Galiba hepsi bu kadar. Pazardan gelip önce sütü kaynattım. Yoğurdumu mayalayıp kalanıyla sütlaç pişirdim (içine vanilya çekirdekleri ve şeker yerine bal koyarak), turpotlarını yıkayıp haşladım, biraz mercimek ayıklayıp önceden aldığım ıspanak köküyle pişirdim. Maraş'tan getirdiğim sumak ekşisinden ekledim ki hafif ekşi olsun. Salata malzemelerini yıkadım. Saat oldu 2, ben daha yeni oturdum. Biraz nefesleneyim, yemeğimi yiyeyim. Gözlerinizi de daha fazla yormayıp sizi gününüzle başbaşa bırakayım, bugün çok güzel bir armağan almanızı dileyerek. Mutlu günler!