31 Ekim 2008

Madem mantardan bahsediyoruz

Kazdağı'na yapılacak mantar ve ot toplama gezisinden bahsedince mantarlı anılarım canlandı. Öyleyse bugün mantara dair bir şeyler yazmalı. Yandaki fotoğraf ne güzel değil mi? Tombul ve lezzetli mantarlar. Helsinki'de çekilmiş bir fotoğraf bu. Pazarda. Helsinki'de bir kaç meydan var, haftanın her günü pazar kurulan. Genelde 3'e kadar açık oluyorlar. O zamana kadar ihtiyacınız olan şeyleri aldınız aldınız, yoksa marketlere kalırsınız. Gördüğünüz bu güzel mantarların kilosu orada 25 euro, yani 50 ytl. Ama aynı mantarları Riga'daki pazaryerinden kilosu 8 euro'ya alabilirsiniz. Sonra eve götürürsünüz. Ieva mantarları soyar ama yıkamaz. Ortadan ikiye keser, kurt var mı anlamak için. Kurt yoksa güzelce doğrar, tereyağında soğanla birlikte kavurur. Ne de lezizdir. Yine aynı mantarla (bolet) yapılmış bir çorba. Vilnius'ta, sanatçı mahallesinde bir kafede. Yabani mantarları seviyorum. Aklıma Bodrum günleri geliyor. Victor'un (Ananias) mangalda pişirdiği körek mantarları. Bodrum civarında yetişen iri ve etli bir mantar. Ama ne leziz. Sonra Gökçen Adar'ın İzmir'de kavurduğu çintarlar. İçine biraz portakal suyu ekleyerek. Daha düşünsem neler çıkacak. Ah evet, Bolu'da bir gün. Kentin ana caddelerinden birinde mantar satan bir kaç satıcı. Sonra Kasımpaşa'daki İnebolu Pazarı'na gelen mantarlar...
*
Yabani mantarları tanımak isteyenler için İstanbul'da mantar semineri var biliyor muydunuz? İşte gerekli bilgiler (Eğitimlerin çoğu tamamlanmış ancak hala 4 Kasım'dakine katılma şansınız var.)
Ücretsiz olan Amatör Mantarcılığa Giriş seminerlerine katılımınız çok önemlidir. Bunların tarihi ve yeri aşağıdaki gibidir:

- 19 Ekim 2008 15:30 - 17:30 Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi
- 20 ve 27 Ekim 2008 19:00 - 21:00 Yıldız Teknik Üniversitesi
- 04 Kas¹m 2008 19:00 - 21:00 Yıldız Teknik Üniversitesi
detaylı bilgiler grup sayfasında bulunmaktadır.

Arazi çalışmaları için rezervasyonlarınızı Bemet Tour'a info@bemettour.com adresinden ve 0216 467 83 66 (pbx) nolu telefondan ulaşarak yaptırabilirsiniz.

Jilber Barutçiyan
Mantar uzmanı
İsviçre Sağlık Bakanlığı mantar kontrol uzmanları (VAPKO) serbest üyesi
0532 761 4961
Grup adresi: mantardostu@googlegroups.com
*
Şu anda Jilber Barutçiyan Kanal 24'teki "Doğanın Çığlığı" programında. Tam da konudan bahsederken izlemek ne güzel. Dilerim tekrarı olur bu programın ve siz de izlersiniz. (Cumartesi 18:39'da ilave edildi.)

30 Ekim 2008

Kazdağı'na mantar ve ot toplama gezisi

Bu aralar biraz duyuru sitesine büründü Mutfakta Zen ama hem blogların kapanması gibi canımızı sıkan, hem dostların kitapları, gezi programları gibi insana umut veren şeyler olunca duyurular kaçınılmaz oldu. Bir dahaki yazı daha kişisel olacak, söz! (Belki bugün yapmayı planladığım -plan mı?- peynirli browninin fotoğrafı falan olur...)
*
Aşağıdaki mektup sevgili dost Ayfer Yavi'den geldi. Harika bir gezi düzenliyorlar, Slow Food Hareketi'nin Türkiye ayağına bağlı iki grup olarak. Belki ben de gelirim (zor görünüyor ama hayat bu, belli mi olur?) Gezi programında ilgili kişilerin telefon numaraları var ama burada vermek doğru gelmediği için bana mutfaktazen at gmail nokta com adresinden yazarsanız seve seve tam dosyayı gönderirim. Belki İmece Evi'nin web sitesinde de vardır ayrıntılı bilgi, aşağıda linki var sitenin.
*
Merhabalar,
21-22 Kasım tarihinde Mantar ve yerel otları yakından tanıyıp,öğrenip toplayarak yemeğini pişirmek üzere Kazdağı’na, İmece Evi’ne gidiyoruz. Perşembe akşamı 23.00-23.30 saatlerinde servis (Klimalı Midibüs) bizi evimize yakın noktalardan alıp (Kadıköy,Beşiktaş,Taksim) cuma günü sabah kahvaltısına İmece Evine götürecek.

Cuma günü iki adet yerel pazar var. İkisini de ziyaret edip o günü çevreyi tanıma, pazar gezisi ve dinlenmeyle geçirdikten sonra cumartesi kahvaltıdan hemen sonra dağlara mantar toplamaya çıkacağız. Rehberlerimiz dağcı; Baki Akkuş, 28 yıl mantar üreticiliği yapmış Mengenli Mutfak Gurusu Çetin Özbayram (SF-Yağmur Böreği üyesi) ve İmece Evi kurucularından İsmail Yenigün olacak.

Tüm bu etkinliklerin 10 kişiden az olmamak üzere kişi başı bedeli 220 TL. Bu rakamlara rehberlik, ulaşım, 6 öğün beslenme ve 1 gece konaklama, çay,kahve dahil, içki hariçtir. İsteyenler içkisini yanında getirebilir. Konaklayacağımız evler sobalı, 2-3-4 kişilik düzenekte ve tuvaletlerimiz dışarıda. Bir gece de olsa konaklanacak yerin özel koşullarını öğrenmek için internet sitesini ziyaret etmeniz önemle tavsiye edilir.
www.imeceevi.org

Sansürü tarihe gömme toplantısı

"İnternet Ekipler Amiri" M. Serdar Kuzuloğlu (kendisini Radikal'den bilirsiniz belki) sitesinde internet yasaklarına karşı neler yapılabileceğini tartıştıkları toplantının sonuçlarını yazmış, Defne (Koryürek) de "yasaklı" grubuna göndermiş. Ben de linki sizlerle paylaşmak istedim:
http://mserdark.com/web_dunyasi/sansuru-tarihe-gommek-icin-toplandik

28 Ekim 2008

Yasak şimdilik kalktı ama

Yasak şimdilik kalktı ama yarın sitelerimize erişimin yeniden yasaklanıp yasaklanmayacağını bilmiyoruz. Bilgilenelim, gerektiğinde tepkimizi gösterelim diye aşağıdaki bildirgeyi sizinle paylaşmak istedim.
***
Saat 10.30 gibi basina geçtiğimiz bildirge
http://bt-stk.org.tr/yasakli.html
Saygılar
Mustafa Akgül
*
Bilişim Sivil Toplum Kuruluşları Basın Bildirgesi

Türkiye İnterneti Yasaklama Ayıbından Kurtulmalıdır !

Youtube 6 aya yakındır yasaklı. Myspace, Dailymotion, Dawkins, ve nihayet Blogger yasaklandı. Wordpress ve Alibaba'yı yasaklamaktan çekinmedik. Son bir yılda 5651, kişilik hakları ve fikri ve sinaihaklar nedeniyle bini aşkın webi yasakladık. Türkiye dünya internetine kendi kurallarını empoze etmeye çalışıyor ve bunu sadece yasaklarla yapmaya çalışıyor. Yapılanlar, Anayasaya aykırı, Hukukun temel ilkelerine ters, bu iş için çıkartılan 5651'ın 9. maddesini ihlal ediyor. Yasaklamalar, savunma almadan, tebliğ edilmeden, tedbir olarak alınmasına rağmen, bir ceza olarak uygulanıyor. Yasaklar, suçluyu değil, sıradan Türk yurttaşını, ve internet üzerinden iş yapmak isteyen, görüşlerini paylaşan, Türkiye'yi dünyaya tanıtmak isteyen girişimci, öncü yurttaşlarımıza zarar veriyor; yasaklar pire için yorgan yakarak adaletsizlik yaratıyor. Kanımızca, mahkemelerimiz ve diğer ilgililer kolaycı bir yaklaşımla herşeyi yasaklayarak, haksızlığa sebeb olarak suç işliyorlar; tazminat davalarına muhatab olacaklardır. Yasaklar, Türkiye'nin AB, Demokrasi ve Bilgi Toplumu projeleriyle uyuşmuyor.

Ülkemizin yasakçı bakış açısından vazgeçip, tüm dünya ile birlikte yönetişim ilkeleri ışığında internetdeki "zararlı" içerik ve bilişim suçları ile mücadele etmelidir. Bu mücadele tek başına kamu otoritesi ve mahkemelerle yapılacak bir mücadele değildir. Yasaklamalar, bilenlerce kolayca delinmekte, gittikce artan bir oranda, yurttaşların bu yasakların aşılması bilgisi yayılmaktadır.

Sivil toplum örgütleri bu sürecin bir parçası olarak çalışmaya hazırdır.

Yeter ki makulde uzlaşmak istensin ve diyalog kurulsun. Örneğin, çocuk pornosu, ihtihara teşvik konularındaki yasaklamaların, uzman görüşü ışığında mahkemelerce yapılmasına hiç bir itirazımız yok. "İkaz et/Kaldırt" yönteminin uygulanması istiyor, ve bu sürecin parçası olmak istiyoruz.

Kısa vadede ülkemize büyük zarar veren bu trajedinin önlenmesi için acil tedbir alınmalıdır. En başta, Ankara ve İstanbul'da 2 uzmanlaşan mahkeme geçici bir süre için İnternet yasaklarına bakmalıdır. Adalet Bakanlığı, Barolar Birliği, Yüksek Hakimler Kurulu bu konuda Sivil Toplum Kuruluşlarıyla işbirliği ile böyle bir yapılanmayı sağlamalıdır. Telekomunikasyon Kurumu, katalog suçları dışındaki
yasaklamalarda da, resen yetkilerini artırmadan, mahkeme kararlarının uygulanmasında aracı olmalı; 5651/9'un uygulanmasında üzerine düşen sorumluluğu almalıdır. Ama, TK resen karar verme yetkisini acil haller dışında kullanmamalı, ilgili mahkemeden karar almalıdır. 5651'in yönetmelikleri gözden geçirilip, hem katalog dışı yasaklamalar, ve yurt içi/ yurt dışı konusu; hemde "yasaklı nesnenin kaldırılması" konusunu berraklaştırmalıdır. Youtube yasağı açmazını çözmenin tek yolu budur.

Yasakların ancak son çare olarak, bütün yollar bittikten sonra uygulaması benimsenmeli; o halde bile nesne temelli engelleme yapılmalıdır. TK bunun mali sorumluluğunu almalıdır. Nesne temelli engellemenin yapılması Bilişim Kurultayı ve İnternet Konferansı gibi açık ortamlarda ilgili taraflar ve uzmanlarca tartışılmalıdır.

Uzun vadede 5651'i kaldırıp, Siber Suçlar sözleşmesine uygun, Adalet Bakanlığı Komisyonunca hazırlanan ve askıya alınan taslakla başlayarak yeni bir düzenlemeye gitmeliyiz. Sektörle ortak yapılar (self-regulation/co-regulation) kurmalıyız.

Türkiye internetin marjinal problemlerine cok fazla enerji harcıyor. Asıl, İnterneti demokrasimizi geliştirmek, toplumsal kalkınmaya katkı vermek ve bilgi toplumu yönünde nasıl kullanırız konularına kafa yormamız gerekir.

İnternet Yaşamdır !
İnternet Teknolojileri Derneği - INETD
Türkiye Bilişim Derneği - TBD
Türkiye Bilişim Sektör Derneği -- TÜBİDER
Linux Kullanıcıları Derneği - LKD
Tüm İnternet Evleri Derneği -- TİEV
Türk Kütüphanecileri Derneği -- TKD
Universite ve Araştırma Kütüphanecileri Derneği -- UNAK
Tıp Bilişimi Derneği - TurkMIA
ODTÜ Mezunları Derneği -- ODTÜ MD
Yurttaş Girisimi
Katılımcı Avukat Grubu - KAV

Belki artık gerek kalmadı ama...

Aşağıda yazdığım notu sabahtan beri yüklemeye çalışıp yükleyemiyordum. Neyse ki
verilen tepkiler işe yaramış (yani umarım ondandır) ve de bloglara ulaşım yasağı kalkmış. Üzerimden yük kalktı kalkmasına ya bunun son olup olmadığından emin değilim. Yasalar değiştirilmedikçe yine bu tür sorunlarla karşılaşabiliriz. Bu yüzden belki artık gereksiz ama Digitürk'ün gönderdiği mektubu ve aşağıdaki notumu iletmek istedim. Yarından itibaren normal yazışmalara döneriz artık. Herkese geçmiş olsun!
*
Burada Digitürk'e gönderilen protesto mektuplarına gelen yanıt var. Bir konuda haklılar. Tüm blogların kapatılması onların yaptığı bir şey değil. İletişim altyapısındaki yetersizlikler yüzünden pireler yorganı yaktı diyelim. Olan budur. Belki bir kaç güne kadar sorun çözülür, blogger yayına devam eder ancak bugün de "google video" sisteminin kapandığı bilgisi geldi. Yani toplu halde mücadele edilmezse sonumuz karanlık (gibi görünüyor). İşte gelen mektup:
*
Google'in Blog hizmetlerinin kapatilmis olmasindan biz de mutlu
degiliz. Soz konusu olaya neden teskil eden; yayin haklari
sirketimize ait olan Turkcell Super Lig ve Fortis Türkiye Kupasi
maclarinin, izinsiz, illegal olarak yayinlanmasina onlem almak
istememizdi.

Maç goruntulerimizin "izinsiz" olarak yayinlanmasi Digiturk'un, bu
konudaki butun haklarinin ihlali anlamina gelmektedir. Bu ihlalin
engellenmesi için hukuki yollara basvurmak kaçinilmaz olmustur.

Erisimi engellenen site yoneticilerinin iletisim adreslerine de soz
konusu sitelerde yayin haklarimizin ihlal edildigini ve maclarin
"izinsiz canli" olarak yayinlandigini bildirdik. Kendilerine 1
haftadan fazla sure de verdik. Ancak, geri donus alamadigimiz icin
hukuki yola basvurduk.

Sulh Ceza Mahkemeleri, bu tarz davalarda genel yetkili mahkemelerdir
ve buradan cikan mahkeme kararini uyguladik.

Ozetle, biz "KORSAN YAYIN" yapan sitelerle ilgili, kanuni cozum
yoluna gittik. Yoksa bloglarin kapatilmasi , iletisim ozgurlugunun
engellenmesi gibi bir soylem asla soz konusu olamaz. Bizim amacimiz
da tam olarak "iletisim ozgurlugune ve etik yayinciliga" cozum bulmak için basvurulmus bir aksiyondu.

Saygilarimizla,

DIGITURK Musteri Hizmetleri
Tel:0212 473 73 73
Fax:0212 473 73 03
Mailto:destek@digiturk.com.tr

27 Ekim 2008

Digitürk mü?

Blogger'a ulaşımın yasaklanmasının arkasında Digitürk var deniyor. Söylentiye göre Lig TV'den yayınlanan maçların -anında- bir blogda yayınlanması üzerine kapatma davası açmışlar. Öyle ya, milyon dolarlar vererek maçları yayınlama hakkını alan Digitürk böyle bir şeye göz yumamaz. İyi de bir kişinin eyleminin binlerce insanın iletişim hakkını engellemesine ne demeli? Doğru mu bu? Pireyi yakmak için kendi yorganını mı yakıyor yoksa Digitürk? Yoksa bu kozmik bir şaka mı?

Kampanya-devam

Bu da bir bilişim hocası tarafından gönderilmiş:
Blogger.com'un yasaklanması sonrasında blogu yasaklanan ve hakkını
korumak için dava açmayı düşünen kişileri bir araya toplamak için
bir çaba başlamıştır. Gönüllü bir avukat grubunun desteğiyle bir hukuki mücadele vermek için çalışacağız. (Mücadelenin parçası olmak isteyenler ve hukuki destek verebilecek avukatlar için birer e-posta adresi verilmiş, katılmak istiyorsanız lütfen bana yazın, size göndereyim. Buraya yazmak doğru olmaz diye düşündüm. Ancak aşağıdaki kampanya adresini tıklayarak daha genel bir kampanyaya da katılabilirsiniz.)

Sansure hayir kampanyasi: http://kampanya.org.tr
Bilisim STK Platformu: http://bt-stk.org.tr

Ekler

Aşağıdaki not İmge'den geldi. Aynen aktarıyorum:

Arkadaşlar, ben de herkese gönderiyorum, ama hepinizin de ilgisini çekeceğini düşünüyorum.

vtunnel.com ya da sansursuz.net ya da fastfreeproxy.com hepsi de birer çözüm olabilir, ama çeşitli kullanım zorlukları var. (bilgisayarı yavaşlatma, bazı feature'ların çıkmaması, reklam, vs görünmemesi gibi gibi...)

Şimdi size söyleyeceğim programı bilgisayarınıza indirerek Youtube dahil tüm yasaklı sitelere eski orijinal formatında girebiliyorsunuz. Google'dan Ultra Surf yazıp, güvendiğiniz bir siteden indirebilirsiniz. Ben aşağıdaki link'ten indirdim:

http://www.gezginler.net/modules/mydownloads/singlefile.php?download=ultrasurf&lid=6729

Yaklaşık 400 KBlik bir program, kolay yükleniyor ve bilgisayarınızı açar açmaz explorer yerine bunu tıklıyorsunuz. O size bir explorer ekranı açıyor zaten. Oradan eski hayatınıza devam ediyorsunuz. Çin'deki sansüre karşı üretilmiş ve size her bağlanışta Bahamalar'dan, Kanada'dan, ordan burdan IP veren bir program ve kesinlikle güvenli.. Tavsiye ediyorum.

Ama bu yalnızca bizim kendi bloglarımıza ve takip ettiğimiz bloglara girebilmemizi sağlıyor. Internet'teki sansür olayını ayrıca protesto etmemiz gerektiğine yürekten inanıyorum ve yapılacak her türlü protestoda varım. Bir şeyler yapmazsak sıra Facebook'a, maillere ve en sonunda toptan Internet'in kapatılmasına gelecektir.

26 Ekim 2008

Sakin olalım, işimize bakalım

Arkadaşlar şimdi paniğe kapılma zamanı değil. Hepimiz üzüldük, kırıldık, kızdık, öfkeden kudurduk ama bu şekilde savaşamayız ki. Sükuneti elden bırakmanın zamanı değil. Kiminiz sitelerinizi taşıyorsunuz biliyorum. Ben şimdilik bir yere gitmiyorum. Adresim aynıdır çünkü ne siteyi taşımaya, ne yeni listeler yapmaya zamanım var. Hoş aracı siteler yardımıyla siteme girmek ve yorumları, yazıları bu şekilde yayınlamak hoşuma gitmiyor ama bunun mümkün olduğunu biliyoruz. Eger freeproxies sitesine girerseniz orada uzunca bir liste var, bu listeden seçtiğiniz aracı sitedeki kutuya kendi sitenizin adresini yazarsaniz sitenize girebilirsiniz. Yazı yüklemek ve yorumları yayınlamak için onun bir altındaki kutudaki yeşil tıkları kaldırmak gerekiyor sanırım, benim tecrübem böyle. Google'dan "yasaklı sitelere giriş" yazarsanız pek çok alternatif önerildiğini göreceksiniz. Bunlardan biri IP numarasını değiştirmek. Ben denedim ama başarılı olamadım. Belki bilgisayardaki bir ayarı daha değiştirmek gerekiyordur. Bir de "open surf" diye bir program yükleyerek (400 kb civarında) explorer veya firefox yerine onu açarak sitenize girebiliyorsunuz ancak onu da denedim, dün becerdim, bugün yine giremedim oradan. Ayrıca yavaş bir işlem. Neyse, durum budur. Tercih sizin, ister taşının, ister yerinizde kalıp buradan işlerinizi sürdürün ama vazgeçmeyin, küsüp bir kenara çekilmeyin. Toplu olarak neler yapabileceğimiz önerileri geliyor elbet. İlk etapta iki kampanyaya imzanızla katılabilirsiniz:
http://blogspotacilsin.wordpress.com/
ve
http://www.bloghareketgunu.com/imza/bloguma-dokunma/index.php

25 Ekim 2008

Şimdi de blogspot'a ulaşım YASSAH

Farketmişsinizdir, 24 Ekim 2008 Cuma günü akşamüzeri bir mahkeme kararı ile (pire için yorgan yakarak) blogspot uzantılı sitelere ulaşım yasaklandı. ÖNCELİKLE BİRİLERİNİ RAHATSIZ EDEN BİR TAKIM SİTELER YÜZÜNDEN TÜM KULLANICILARIN SİTELERİNE YASAKLAMA GETİRİLMİŞ OLMASINI KINIYORUZZZZZ... HELE DE BU YASAĞIN SANKİ BİREYSEL OLARAK SİTE SAHİPLERİ SUÇ İŞLEMİŞ, YASADIŞI BİR ŞEYLER YAPMIŞ GİBİ YANSITILMASINI BEN ŞAHSEN AYRICA KINIYORUM.
Bir avukat dosttan gelen bilgi şöyle:
Türkiye'de 5651 sayılı Kanun yürürlüğe gireli beri herhangi bir web sitesinde bu kanunda sayılan suçlardan biri ile ilinitli içerik olduğu iddiası ile sitelere erişim engellenebiliyor. Bu kanun dışında da Türk Ceza Kanunu'ndaki suçlara yada Medeni Kanun'da belirtilen kişilik hakkı ihlallerine ilişkin bir içerik taşıyan web siteleri de engellenebiliyor. Ne var ki bu "engelleme" yapılırken Türkiye'deki Internet servis sağlayıcıların alt yapısı ve kullandıkları yazılımlar sadece o sitenin bulunduğu web adresine erişimi engellemeye elverişli olmadığından siteyi taşıyan sistemi tümden kapatıyorlar. Sonuç ortada, bir kişinin hakkını aramak için ya da bir suç işleyeni engellemek için milyonlarca kişinin ifade özgürlüğü engelleniyor.
*
Şimdilik çeşitli aracı siteler kullanarak sitelerimizi güncellemeyi sürdüreceğiz. Tez zamanda yasağın kalkması için de elbirliği ile mücadele edeceğiz. (Bu sitelerden biri www.vtunnel.com, şu anda onu kullanarak bu yazıyı yüklüyorum. Siz de giremediğiniz siteler için bu veya benzeri siteleri kullanabilirsiniz.)

24 Ekim 2008

Ekmek aslanın ağzında olmasın

Eve döndüğümden beri bir türlü ekmek yoğuramamıştım. Oysa unum hazırdı. İş hamuru yoğuracağım kaseyi çıkarıp un, maya, su, tohum, yemiş ve baharatları koyup yoğurmak, ardından hamuru kabarmaya bırakıp yağlanmış tepsiye almak ve biraz daha kabardıktan sonra ısıttığım fırına koymaktan ibaretti aslında. Gelin görün ki bir türlü sıra gelmedi. Elbet bunda kolaylıkla ulaşabildiğim lezzetli Isparta ekmeğini bulabilmemin katkısı var. Sonra tabii iş güç derken olmadı işte. Dün, ancak dün yoğurabildim hamurumu. İçine biraz ceviz, biraz çörekotu, biraz kabuklu susam, biraz da tane anason koydum, yoğurdum, yoğurdum. Kabardı, kabardı. Pişerken kokusunu saldı. Dayanamadım, akşam ondan yedim. Ne güzeldi. İyi ki yoğurmuşum dedim. Sonra Cem'le konuştuk, krizden, gelişmelerden. Dedi ki, hiç değilse henüz soframıza koyduğumuz ekmeğin kalitesinden ödün vermek zorunda değiliz. Doğruydu dediği. Yoğurdum, yoğurdum, ekmek aslanın ağzında olmasın diye diye.
*
Fotoğraftaki yassı ve sert ekmekler Finlandiya'nın Turku kentinden. Ağırlıklı olarak arpa unu kullanılarak hazırlanmış hamuru kalp şeklinde keserek pişirmişler. Arasına tereyağ sürüp bir kaç dilim peynirle ne güzel bir sandviç olur değil mi? Ekmeğiniz de, aşkınız da bol olsun.

22 Ekim 2008

Göldağı'nın Güldestesi: Arapgir

Arapgirliler yaprak sarmasına "yarpah dolaması" derlermiş. Hanımlar dolama yaparken
bir tane de büyücek sarma hazırlar, bunun için geniş dilimli bir yaprağın beş veya yedi dilimine harç koyup her bölümü koparmadan sarar, bunu tencerenin ortasına koyar, üzerini de bir yapraklankapatırlarmış. Bir evde yemek yenirken tesadüf bu ya, büyük olan dolama topak şeklinde gelinin kaşığına gelmiş. Hepsini birden ağzına atmış ya yutamamış, konuşamamış, gözleri faltaşı gibi açılmış. Ölümden dönen gelin başına gelenleri şöyle anlatmış:

Yedi dolama hop gahtı (kalktı)
Suyu neçeğime ahtı (başörtüme aktı)
Kaynanam benden utandı
Eltim etimi büktü
Görümcem benden gorhtu (korktu)
*
Hikayeleri sevdiğim için bu hikayeyle aktarmak istedim Göldağı'nın Güldestesi: Arapgir kitabini. Aslen Sivasli olan ancak Arapgirli eşi nedeniyle Arapgir mutfağına sevdalanan Suna Ertekin Akkaya ve Türk mutfağının en kıymetli araştırmacılarından Müjgan Üçer hazırladı bu kitabı. İki yıl sürdü çalışmaları. Sözlü ve yazılı kaynak araştırmalarından sonra yazmak için kolları sıvadılar ve ortaya çok kapsamlı, çok renkli, çok zengin bir kitap çıktı. Bu kitapta sadece Arapgir mutfağı yok, ilçenin gelenek ve görenekleri ile sözlü kültürü de var. Yöreye has çorbalar, et, baklagil
ve sebze yemekleri, pilavlar, hoşaf, komposto, şerbet, şurup, kahve ve çaylar, ekmek ve hamurişleri, tatlılar (sütlü tatlılar ayrı bir başlıkta ele alınmış), helvalar, süt ve süt ürünleri, meyvelerle yapılan ürünler (pestil, cevizli sucuk vs), yabani ot ve meyveler ve bunların kullanımları, yemek ve kiler kültürü, reçeller, turşular, mutfak araç ve gereçleri, Arapgir'in tarihi eserleri, zanaatları, doğum, ölüm, evlenme gelenekleri, atasözü ve deyimler, maniler, ninniler, çocuk oyunları, Arapgir türküleri, bilmeceler, masallar, fıkralar ile son olarak Arapgir'de yetişen sebze-meyve, Arapgir'in meşhurları, aile adları ve Arapgir sevdasi bölümleri. (Fotoğraf kitaptan değil, anneciğimin lahana sarmalarından, hani sarmadan bahsedince bir sarma fotoğrafı koyayım dedim.)

Kitabın künye ve satınalma bilgileri:
Göldağı'nın Güldestesi: Arapgir
Mutfağı Gelenek Görenekleri ve Sözlü Kültürü
Müjgan Üçer-H. Suna Ertekin Akkaya
Sivas, 2008
Satış fiyatı: 15 ytl (kitabın geliri Arapgir'de bir okula
bağışlanacak)
Kitap için telefonlar:
Kitabevi Yayınları Satış Mağazası (Çok zengin bir kitapçıdır aynı zamanda,
sadece kendi yayınlarını satmıyorlar, tavsiye ederim)
Çatalçesme Sok. 54/A
Cağaloğlu-İstanbul
0212 512 43 28-0212 511 21 43
veya
M.Fatih Akkaya: 0216 418 45 89

20 Ekim 2008

Litvanyalı annemden bir tarif

Bugün Zerrin'ciğimin doğumgünüymüş, ben de bu hikayeyi tatlım kadıncığıma armağan ediyorum. İyi ki doğdun Zerrin kadın. Dilerim tüm dileklerin birer ikişer beşer onar gerçek olur.
*
Evet yanlış okumadınız, Litvanyalı annemden bu tarif. Benden daha yaşlı değil Ieva. Beni evlat edinmiş de değil ama öyle anaç ve öyle sevgi dolu ki, ona Litvanyalı annem diyorum çünkü yollarda başıma musallat olan öksürüğü o iyileştirdi. Bir gün sohbet ediyoruz. Nereden söz açıldı hatırlamıyorum ya çocukların sevdiği yiyeceklerden bahsediyor Ieva ve diğer Litvanyalı arkadaşım Iveta. Çocuklar ekmekleri dilimleyip üzerine kabuğu soyulup dilimlenmiş elma koyar, elmanın üzerine tarçınla karıştırılmış toz şeker serper, en üste de ekşi krema (bence süt kremasıyla da denenebilir) gezdirip fırına verirlermiş. Hani bizim domatesli, kaşarlı ekmek dilimlerimiz gibi, ama tatlısı. Biraz kızardıktan sonra da çıkarıp afiyetle yerlermiş. Aa demişim, ne enteresan, hiç duymamıştım. Ertesi sabah uyandığımda mutfak masasında duruyordu bunlar. Üşenmemiş, işe gitmeden yapıp bırakmış. Kızı Alma ve bana da onları yemek düştü. Ben poşet çayımla, Alma ise kahvesiyle. Gel de Ieva'ya anne deme! (Hani size bahsettiğim fakir nineler var ya, kaç tanesini birer sepet içinde bahçelerinden kopardıkları elmaları satarken gördüm. Her biri içimi cız ettirdi. Kiminden bir kaç elma aldım, kimine dua ettim.)

18 Ekim 2008

Frankfurt'un tatları

Bugünlerde olmak isteyebileceğim yegane yer Frankfurt. Güzel olmasına rağmen kent olarak pek bayıldığımdan değil. Yirmi yıllık arkadaşım Fee'nin memleketi olduğundan da değil. Frankfurt Kitap Fuarı'nı ziyaret edebilmiş olmayı dilerdim. Özellikle bu yıl. Türk edebiyatının çıkış yılı olacak mı bu dersiniz? Orhan Pamuk'a bir kez daha teşekkür etmeliyiz, Türk edebiyatını dünyaya tanıttığı için. O Nobel ödülünü almayaydı Türk edebiyatına bu kadar ilgi olur muydu bilmem. Başka ülkelerde kitapçılara gidip de Türkçe kitapların veya Türk edebiyatından kitapların bulunduğu rafları görmek ne büyük bir gurur kaynağı.
*
Frankfurt'a Nisan ayında gittimdi. Kah güneşli, kah yağmurlu bir dönemdi. Fee'nin misafiri olmuş, çocuklarını görmüştüm. Pazarlarını, çarşılarını. Pastalar yemiştim (yine!) ama elma şarabı tadamamıştım. Mevsimi değildi çünkü. Frankfurt'un çok güzel bir yemek kitabı var. İngilizcesi yok ama. Olsa almak isterdim. Oradan görüp keşfettiğim bir tat: Bethmannchen. Söylentiye göre üzeri bademli bu badem ezmelerini yapan bir aile varmış. Ailenin dört evladı varmış. Bu yüzden dört tane badem koyarlarmış. Bir gün çocuklardan biri ölmüş, o gün bugündür üç bademli olarak yapılır, satılırmış. Frankfurt'un -sanırım- en ünlü pastanesi olan Hollhorst'ta da satılıyordu, diğer muhteşem pastaların yanı sıra. Bir de sahibi/işleticisi biraz güleryüzlü olaydı.

17 Ekim 2008

Bu pastalar nereden geldi aklıma?

Nereden geldi aklıma sahi? Yok aslında öyle olmadı. Bir fotoğraf arıyordum. Bologna'da üniversiteyi bitirenler, başlarına defne dalından yapılma bir taçla, yanlarında arkadaşları, kenti dolanırlarmış. Adetmiş. İpek'im öyle anlatmıştı. İşte o fotoğrafı bulmak için Bologna fotoğraflarına bakarken bunları gördüm. Ağzım sulandı. Bir yağmurlu günde, aylardan Mart, İpek götürmüştü beni oraya. "Burası Bologna'nın en güzel pastalarını yapar, pahalıdır ama değer," demişti. Girince kendimizden geçmiştik. Şundan, ondan, bundan derken tabağımıza bunları almış, paylaşmıştık. Hepsi de birbirinden güzeldi doğrusu. Yanında kahvelerimiz. Pek kahveci olmadığım halde İtalya'da olunca kahve içmiştim, hem de her gün, en az bir tane. Sabah kahvaltılarında bile içiyordum, ne garip. Cafe latte, capuccino... Bir tür İtalyan kahvesi işte, çok sert olmayan, şeker kullanmayı gerektirmeyen, yanında bir çörek. Oturup (hele de Cenova'da) o daracık sokaklardan birindeki bir mini kahvede, sohbet edenleri izliyordum. Herkes birbirini tanıyordu çünkü her sabah orada duraklayıp kahvelerini içiyor, çöreklerini yiyor, gülüş şamata sohbetlerini edip öyle başlıyorlardı güne. Özeniyordum onlara ya dillerini bilmiyordum. Sadece günaydın, iyi akşamlar, lütfen, bir kahve falan gibi şeyler işte.

16 Ekim 2008

Metro-Gastro dergisi

Metro-Gastro dergisinin Eylül-Ekim 2008 sayısı piyasada. Bu sayının ana dosya konusu Giresun ve Giresun mutfağı. Yumurtanın dansından havyar hikayesine, turunçgillerden paella'ya pek çok yazı iştah açıcı fotoğraflarla dergi sayfaları arasında yer alıyor. Benim bu sayıya katkım yaylacılık ve yayla yemekleri yazım. Başlığı "Yaylanız otlu, sürünüz bereketli olsun" Eskiden Doğu Karadeniz köylerinde yaylaya gidecek olanlar bu temenniyle uğurlanırmış. Ne şenlikler yapılırmış yaylalarda, ne yemekler yenirmiş. Ne meşakkatliymiş yaylaya gidiş ve dönüş, bir o kadar da vazgeçilmez. Yayla kömbesi, höşmer, göç helvası, yaylalarda yapılan ayran mayalı ekmek, pongule, katık, minci, yayık vurma geceleri, pancarcı şenlikleri, yayladan getirilen fesleğenler, ayvalar, ekmekler...

15 Ekim 2008

En güzel pazar tezgahı

Gezi boyunca elbet pek çok pazara gittim. Meydanlarda kurulan pazarlara, açık ve kapalı pazaryerlerine, günlük veya haftalık olanlarına. Gitmemek ne mümkün. Bir ülke/yöre insanını en iyi pazarlarda tanıyabiliyor insan. Bir de dilini bilseniz kimbilir ne sohbetler yapılacak. Pek çok fotoğraf çektim elbet ya bu en sevdiklerimden biri. Orta yaşlı bir adamın Vilnius'ta, Hales Turgus'taki (Turgus pazaryeri demek Litvanyaca'da, yani herhalde, çünkü pazarlara hep turgus deniyordu) tezgahı. Sattığının tamamı gördükleriniz. Biraz karnabahar, bir kaç siyah turp, biraz aromatik ot, biraz çiçek. Ama ne güzel, ne zevkli değil mi? Çoğu tezgahlarının ve yiyeceklerin fotoğrafının çekilmesine izin veriyordu ama insan fotoğrafı çekmekte zorlandım doğrusu. Ancak bir kaç tanesinden izin koparabildim, bir kaç da uzaktan çektim. Oysa pazarlardaki her bir insanın fotoğrafını çekmek isterdim, hele de yaşlıların. Baltık ülkelerinde yaşlılar çok büyük geçim sıkıntısı çekiyor çünkü emekli maaşları çok düşük. Giderlerini karşılamaya yetmediği için de sonbaharda bahçelerinden elma, erik, doğadan topladıkları ahududu ve diğer mevsim meyveleriyle mantarlar, kimileri de bahçelerinden çiçek getirip satıyor. Üç beş kuruş kazanacaklar da geçinecekler. Yaşlı olmak, hele de yaşlıyken geçim sıkıntısı çekmek zor olmalı.

13 Ekim 2008

Krize çözüm buldum!

Kendimce, basit bir çözüm yani. Her zaman işlemiyor ya bazı anlarda insanı rahatlatabiliyor. Cuma Pazarı'ndan aldığım, fotoğrafta görülen, Mudanya tipi zeytinleri kırmam lazım. Üç kg kırılacak zeytin var. Aynı gün 3.3 kg de tavşan yüreği almışım. Böylece salı günü aldıklarımla birlikte toplam 13.8 kg işlenmeye hazır (neyse ki geri kalanları aldığım gün çizip her gün suyunu değiştirmek üzere tatlanmaya bıraktım) zeytinim olmuş. Çizmek yine daha kolay. Oturduğun yerden çizip çizip içinde su olan şişeye atıyorsun. Biraz kolları ağrıyor insanın, yüksekte durduğu için ya olsun, geçiyor sonra. Oysa zeytin kırmak hem daha meşakkatli, hem de daha pis bir iş. Bir kere kırarken zeytinin yağı üzerinize başınıza ve etrafa sıçrıyor. Taşla kırdığım için taşın ağırlığından bir süre sonra bileğim ağrıyor. E o bilek yazmak için de lazım değil mi ama? Ayakta duruyorum, tezgahın üzerinde kırdığım için. Bir de tabii komşuları rahatsız ediyor olabilirim, tak tak sesleriyle. Üstelik kriz patlamış, ortalık toz duman. Kafamın bir yanı orada. Ne yaparsın? Koyarsın bir Elis Regina cd'si. Ekmek tahtasının üzerine bir poşet serer, bir de mutfak önlüğü takarsın. Müziğin ritmiyle kırarsın zeytinlerini, tak tak. Hızla azalır torbadaki zeytinler. Bir bakmışsın hem krizi unutmuş, hem zeytinleri kırmışsın. Tavsiye ederim, iyi oluyor. Zeytin kırmasanız da müziğe kendinizi verip dansedebilirsiniz. Kısa bir süre için bütün dertleri kafanızdan silip atıyor!

11 Ekim 2008

Markalara para ödemek/Dolabınızda neler var?

New York Times gazetesi pazar ekinin bu haftaki konusu yiyecekler. Önemli bir konu. Hele de kriz dönemlerinde, hele de küresel ısınmadan bahsedilen, yiyeceklerin gitgide daha pahalı, daha ulaşılmaz, daha üretilmesi zor hale geldiği bir dönemde. Hani oturup çevirmeye vaktim yok, keşke İngilizce bilmeyenler için çevirebilsem ancak oradaki söyleşilerden birinde (ilginç bir söyleşi) farklı alanlarda yiyecek işiyle uğraşan -yazar, çiftçi, aktivist, yönetmen vs- kişilere buzdolabınızda ne var diye sormuşlar ve söyleşilerin ses kayıtlarını vermişler. (Bu konuyu yakında bizim gazete veya dergilerden birinde görürseniz şaşırmayın tabii, aa ne güzel fikir diyen bir ben olmayacağım muhtemelen.) Bu kişilerden biri Anne Lappe. Bir dönem Amerikalıların evlerine yerleşmiş olan (milyonlarca kopya satıldığını biliyorum) "Diet for a Small Planet" (Ufak Bir Dünya için Beslenme) adlı kitabın yazarı Frances Moore Lappe'nin kızı Anne Lappe. 2002 yılında annesiyle birlikte Small Planet Institute'u (Küçük Dünya Enstitüsü) kurmuşlar. Anne, buzdolabında "marka" yiyecekler bulundurmadığını, çünkü bu yiyeceklere ödenen paranın büyük bir kısmının firmanın ürünlerini pazarlama faaliyetlerine gittiğini söyledi. Onu dinledikten sonra gözümün önünde markalar uçuşmaya başladı. Hepsi de sağlığımızı düşünen (!?!?) ve market raflarını dolduran markalar. Tereyağı gibi yapan margarinler, kolesterolümüzü düşüren, gazımızı gideren süt ürünleri, yemeklerin tadını mükemmelleştireceği iddia edilen tabletler/tozlar, misler gibi ev çorbalarımızı rafa kaldırtan yapay lezzetlendiricili hazır çorbalar... Daha dün, büyük Amerikan pizza zinciri Pizza Hut'ın adını Pasta Hut olarak değiştirdiğini, bundan böyle pizzadan çok makarna satacağını, salatalarının çok daha sağlıklı ve leziz olduğunu iddia ettiklerini okumuş, yaşadığım kentteki bir McDonald's'ın önünden geçerken kızartmalarının trans yağ içermediğinin üzerine basa basa ilan edildiğini görmüştüm. Yaaa arkadaşlar, bu büyük markalar hep bizi düşünüyorlar. Ne şanslıyız! (Mehmet Vuran dostumuz dolabında neler olduğunu yazmış, belki siz de paylaşmak istersiniz?)
(Bir not daha: Elbette markalı ürünlerden kastım büyük, çokuluslu, ana gıda ürünleri dışında kalan markalar. Yani buzdolabınızdaki sütün, yoğurdun, tereyağının markalı olması değil sözünü ettiğim şey. Türkiye'de bu tür yiyeceklerin markalı olması herhalde özellikle önemlidir.)

10 Ekim 2008

Slow Food Türkiye etkinliği

Aşağıdaki duyuru sevgili dostum AYfer Yavi'den geldi. Ben de size
iletiyorum:
*
Sevgili Slow Food Türkiye convivium başkanları, üyeleri, gönüllü ve dostları,

Ayvalik convivium'undan Mehmet Cömert
15 Ekim 2008 Çarşamba günü,
saat 18:30'da,
İstanbul Beyoğlu, Platform Güncel Sanat Merkezi'nin seminer odasında
zeytincilik, zeytinyağı ve Ayvalık üzerine bizlerle tecrübe ve birikimlerini paylaşacak,
sorularımıza cevap vermeye gayret edecek.

Bu beraberlikte sizi de aramızda görmek dileği ile,

Yağmur Böreği Conviviumu adına, Ayfer Yavi
Fikir Sahibi Damaklar Conviviumu adına, Defne Koryürek

tarih: 15 Ekim 2008
saat: 18:30
adres: İstiklal Cad. no: 115A, Beyoğlu, İstanbul
telefon: + 90 212 293 3071

09 Ekim 2008

Yolculukta beni en mutlu eden şey

Yolculuk boyunca bir çok güzel insanla tanıştım, mutlu an yaşadım, güzel şeyler tattım, yeni yerler, nefes kesici manzaralar gördüm ama hiç biri yandaki fotoğraftaki kadar mutlu etmedi beni. Amsterdam'dayım, hem bu eskiden çok sevdiğim kentte, hem de yolculuktaki son günüm. Günlerdir hava bir açmış bir kapamış ya çoğunlukla bulutlu ve yağışlı geçmiş. O gün ise bir güzel güneş var gökte. Keyfim pek yerinde. Sabah diğer günlere göre erkence çıkmış, kendime koyduğum hedef doğrultusunda yürüyorum. Bir sürü güzel caddeden, kanaldan geçiyor, kanal evlerinin, eski binaların fotoğrafını çekiyorum. Sonra Spui denen bölgeye düşüyor yolum. Orası kitapçı cenneti. Bir kitapçının vitrinindeki bir kitap dikkatimi çekiyor. Ona bakmak için içeri giriyorum. Bu kitapçının adı Athenaeum Boekhandel. Girişte hangi dillerde kitaplar bulundurduklarına dair bir liste var. Listede Türkçe de olunca hangi kitaplar var acaba diye merak ediyorum. Orhan Pamuk, Yaşar Kemal, Can Dündar, Orhan Kemal, Nedim Gürsel... Aklımın ucundan bile geçmiyor ya aa o da ne, Meyve Ağacından Hikayeler var orada. Bir tane, romanların arasında duruyor. Tanrım ne büyük mutluluk. Sevinçten ağlayabilirim. Hemen fotoğraf çekmek için izin isteyip onu daha aydınlık bir yere götürüyor, İngilizce kitapların arasında fotoğraflıyorum. O akşam eve dönünce ilk iş Helga'ya anlatıyorum, biliyor musun bugün ne oldu...

07 Ekim 2008

Eve dönmek ne güzel

Artık evdeyim, ne güzel. Pazarıma gittim, pembe domateslerime, çıtır salatalık ve biberlerime kavuştum. Yarım metre uzunluğundaki salatalıklardan, tatsız domateslerden, zeytinsizlikten, poşet çaylardan sıkılmıştım. Yılın ilk zeytinlerini bile aldım, birazdan çizmeye başlayacağım.
*
Gelelim fotoğraflara. Nereden olduklarını merak ediyordunuz, söyleyeyim: (1) Stokholm, (2-3) Turku, Finlandiya, (4) Helsinki, (5) Turku, (6-7) Tallinn, Estonya, (8) Vilnius, Litvanya, (9) Riga, Letonya, (10) Vilnius, (11) Tallinn, (12) Turku, (13) Helsinki, (14) Riga, (15) Amsterdam.
*
Bugünkü fotoğraf da Amsterdam'dan. Albert Straat'da bulunan pazaryerinden. Pek severim teneke tabak çanakları. Bir şey alıp getiremedim o dükkandan ya, kendini tanıtış, müşteri çekiş şekli hoştu.
*
Uzaklardayken gelen yorumlara pek yanıt veremedim, kusura bakmayın. Şimdi vakit oldukça geriye dönüp yorum bırakan herkesi ziyaret etmeye çalışacağım.

06 Ekim 2008

Günün fotoğrafıXV-Masalın sonu

Her masalın iyi ya da kötü bir sonu vardır. Sordum, yüreğinizden geçen sonu yazdınız. Benim aklımdan geçen son ise hepsinden farklı. Bir modern zaman masalı bu ne de olsa. Zamane kızları da eski zamanlardakinden farklı haliyle.
*
Prens gelmiş, çaylarını içip pastalarını yemişler. Beklendiği üzere prens kıza evlenme teklifi etmiş. Kız ne dese beğenirsiniz, "prenssin iyi güzel hoş da fakirim diye ailen beni istemez biliyorum. Bize rahat yüzü göstermezler. Zaten seni ne kadar sevsem de çocuk doğurup eve kapanmaya hazır değilim. Ben dünyayı gezmek istiyorum. Arkadaşlarım bisikletle dünya gezisine çıkıyorlar, onlarla gitmeye karar verdim. Yollarda gerektikçe çalışıp para kazanacağız. Seni hiç unutmayacağım sevgili prens ama inan bu bizim için en iyi son." Belki bu herkes için en iyisidir, kim hangi sonun daha hayırlı olacağını kestirebilir ki?