30 Nisan 2010

Güzel bir aktivite

İstanbullulara güzel bir pazar aktivitesi duyurmak istiyorum. Sevgili arkadaşım Ayfer Yavi ve çok sevgili dostlarımızla tanışmak ve nefis yiyecekler tatmak isterseniz tam size göre. Bu hafta gidemezseniz üzülmeyin, bu pazar iki hafta daha devam edecek. Bilgileri Ayfer'den geldiği şekilde iletiyorum:

02 Mayıs Pazar saat 10:00-20:00 arası Bir Nokta’da sanat, tasarım pazarı kurulacak,
Galatasaray'da Saint Antuan'a bakan 500 m2 lik açık terasta Yağmur Böreği olarak bir stand açacağız. Lütfen teras için tıklayın: http://www.bir-nokta.com/
(Pazar Mayıs sonunda Bebek Günleri Etkinliği çerçevesinde Bebek Parkında da yer alacak!)

- Tasarımcımız Gabrielle Haag özel sunum tasarımlarımızı hazırladı.
- Sunulacak yiyecekler: Süpriz sağlıklı ve mevsiminde sebze kullanılarak yapılan yiyecekler
- Stand: Dizayn edilen geri dönüşümlü kartvizit ile tohumlar dağıtılacak. İmece Ekolojik de özel ürünlerle bizimle olacak.
Sizleri de bu etkinliğe katılımcı olarak bekliyoruz.

27 Nisan 2010

Hayatı yaşanılır kılan mucizeler

Son dört yıl, belki de yetişkinlik hayatımın en zor dönemini yaşadım. Burası yeri değil diye düşündüğümden duygularımı kendime sakladım çoğu zaman. Sadece en yakınımda olanlar bildi. Güzel bir şeyler olmasaydı hayatımda, delirebilirdim. Öyle canımı acıtan şeyler yaşadım. Haksız bulduğum, acımasız bulduğum, adaletten uzak bulduğum şeyler. Herşey insan içinmiş, bunu öğrendim. Ha tabii bir de kimseye güvenmemek gerektiğini, bazı insanların sevgini ve saygını hak etmediklerini. İnsan keşke herkese güvenebilse. Keşke öyle bir dünyada yaşasak ama olmuyor işte. "Babana bile güvenme" demeleri boşuna değil. (Keşke babam hayatta olaydı. Çok isterdim ona sırtımı yaslayabilmeyi, yanımda olduğunu bilmeyi. Ama o çoook zaman önce terketti bu dünyayı. Belki benzer nedenlerle gitti, bilemiyorum ki.) Ancak dört yıl önce hayatımıza öyle bir güneş doğdu ki, delirmediysem nedeni odur. Bir sabah, günlerden 23 Nisan'dı, erkence çalan telefona sıçrayarak uyanmıştım. Telefonun öteki ucunda heyecanlı bir baba vardı, "abla, bebek geldi" dedi. O bebek, işte o minicik şey hayatımızın en büyük mutluluğunu tattırdı bize. Dört yıl geçti üzerinden ve o tatlı bebecik büyüdü, çok özel bir çocuk oldu. Sevgi dolu, akıllı, mantıklı, anlayışlı. Bazen inatçı, bazen huysuz ama öyle olmayan çocuk var mıdır? Maya bize yaşamı armağan etti. Adı gibi bir şey ve hayatımın en güzel mucizesi. Bu yıl doğumgününde yanında olmayı çok isterdim miniğimin. Uzaktan şahit olabildik. Bir kek pişirdim, ona ikram edemediysek de (zaten beğenmezdi, "kopaçalı" değil çünkü, kopaça Maya dilinde çikolata). Üzerine mumlar koyduk, yaktık ve iyi ki doğdun Maya dedik. İyi ki girdin hayatımıza. Bu kek basit ama ilginç bir kek. Bilmem kaynar su koyduğunuz bir kek tarifiniz var mı? Mevsimlerle Gelen Lezzetler adlı kitabımda yer verdiğim kek için iki yumurtayı çırpıp içine dörtte üç bardak pekmez, 2 çorba kaşığı zeytinyağı (orjinalinde daha çoktu ancak azalttım), 1 tatlı kaşığı tarçın ve 1 çay kaşığı toz zencefil (tazesi varsa elimde büyücek bir parçayı soyup rendeliyorum) koyuyor, güzelce çırpıyorum. 1 çay kaşığı karbonat eklenmiş 1.5 bardak una ihtiyacımız var. Biraz katıca olacak, zorlayacak ama güzelce çırpın. Sonra yavaş yavaş dörtte üç bardak kaynar suyu ekleyeceğiz, hızla karıştırarak. 180 derecede ısıtılmış fırında 40 dk kadar pişecek. İyi ki doğdun biriciğim, hayatımıza sevinç kattın!

22 Nisan 2010

Çin sarımsağı güvenli mi?

Önceki yazıya yorum yazan dostların çoğu Çin'den sarımsak ithal edildiğini, şu anda piyasada olan sarımsakların Çin sarımsağı olduğunu bilmediğini, dahası bu duruma çok şaşırdığını söyleyince ben de "Ulu Google"a sordum, "Google Google söyle bana, Çin sarımsağıyla ilgili ne biliyorsun?" O da bana şunları verdi:
http://www.tarimmerkezi.com/haber_detay.php?hid=12485
http://www.stargazete.com/ekonomi/yerli-cikti-ithal-sarimsak-ucuzladi-118454.htm
http://haber.mynet.com/detay/finans/cinin-gida-istilasi-sarimsakla-basladi/105756
Biraz daha bilgi istedim. Türkçe kaynaklardan İngilizce olanlara geçtim ve şunu sordum: "Is Chinese garlic safe?" (Çin sarımsağı güvenli mi?) İlk verdiği bilgilerden biri Çin'in dünya sarımsağının %75'ini ürettiği idi. Yani sadece Türkiye'ye değil, dünyanın pek çok ülkesine de (başta ABD olmak üzere) ihraç ediyorlar sarımsaklarını. Yani sadece Türk çiftçilerini değil, Amerikalı çiftçileri de kızdırıyor, yerel üretimi etkiliyorlar.
İngilizce bilenler şunu ve konuyla ilgili pek çok yazıyı okuyabilirler:
http://www.laobserved.com/biz/2008/02/how_safe_is_chinese.php
Geçmiş yıllarda Çin'den ve diğer başka ülkelerden gelen sarımsakların güvenlik duvarına takıldığı yazılı makalede ama Georgia Üniversitesi Gıda Güvenliği Bölümü başkanı Marion Nestle'ye göre "sarımsak üretiminde pestisitler kullanılsa bile bu kabukta kalır, içe geçmez. Geçse bile yıkadığınızda kurtulursunuz bu arkadaşlardan. Yıkamayla kurtulamasanız bile şöyle bir kaynar suya atıp çıkarmanız yeter. Sarımsağın pestisitlere karşı kendi savunma mekanizması vardır."
Ama burada da Çin'de tarım ürünlerinde yüksek oranda pestisit kullanılıyor deniliyor:
http://cookingresources.suite101.com/article.cfm/how_safe_is_your_food
Daha çok yazı var ama gözlerim yoruldu, araştırmanın kalanını merak eden herkese bırakıyorum. Bir şeyler bulursanız (veya biliyorsanız) siz de bizimle paylaşır mısınız?
SONUÇ: Sizi bilmem ama ben YERLİ SARIMSAKTAN BAŞKASINI KULLANMAAAAAM!

21 Nisan 2010

Sarımsak krizi

Bir haber: Sevgili dost, biricik Mine de sonunda blogcular dünyasına katıldı. O aslında tam bir doğasever. Mineflora'da inanılmaz güzel çiçekler, fideler yetiştiriyor. Ama aynı zamanda bir sabuncu Mine. Çok özel sabunlar yapıyor, sabun yapım kursları düzenliyor. Hoşgeldin Mine'ciğim, hoşgeldin Sabunlarım!
*
Malum bugün çarşamba. En sevdiğim günlerden biri. Pazarımız kuruluyor çünkü bugün. Eskiden, sokağımızdayken ne mutluyduk. Heyhat, taşıdılar uzaklara. Hiç değilse yürüyüş oluyor deyip sabah erkenden düşüyorum yollara. Baharın tüm güzellikleri var pazarda. Önce tatlı sütçüm Gülcehan'a uğramak lazım. Bana 5 tane enginar ayıklayacak, sütümü, yumurtamı, deniz börülcemi de ondan aldım. Hacıdan yeşillikler, iç bezelye ve yeni dünya (ne severim!) Hacı'nın köylüsü teyzemden taze iç bakla, bir yanındaki iki dişi eksik gülenyüzlüden çilekler (koklamadan almam, güzel kokuyordu, tadı da güzeldi), onun yanındakinden de yemin billah garanti vererk sattığı "tarla salatalığı". Öyle gibi gerçekten. Tarla tarla kokuyor. Serada yetiştirilen cinsten değil üstelik. Başka? Portakal bitmek üzere, bolca portakal, Burdurlu teyzeden iç badem, Elmalılı Hacı'dan elma, bir başkasından taze patates (evet çıktı, miniminnacık ve çok leziz), Gazipaşa muzu, anneme bir ufak lahana, en ufaklarından seçip aldığım (ne yapayım çok pahalı bu ara, bunun bile kilosu 2 lira) henüz kuruya dönmemiş soğanlar. Çantam doldu iyice ya bir dakika sarımsak almadım. O da ne, her yerde Çin'den ithal edilen o koca sarımsaklardan. Hadi tavaf et pazarı yeni baştan. İyi de tazesi çıkmadı mı bunun? Çıktı abla ama halde 3 liraydı demeti. Hayallah sarımsaksız olur mu ne yapacağım şimdi ben? Ne yapalım bu hafta her yemeğe bol soğan doğrar, sarımsaksız yaparız. Dönüşte servis otobüsüne bineyim, yüküm çok. Aaa Tülin hanımın elindeki taze sarımsak değil mi? Nereden aldınız derken gördüm sarımsakçıyı. İmdadıma yetişti ufaklık. Artık gönül rahatlığıyla dönebilirim eve, sütümü kaynatıp kahvaltımı etmeye.

19 Nisan 2010

Canım pilav çekti

Ç'nin çizgisi eksik kaldı. Onu ayarlayamadım. Üç kere sil baştan yazdım yazısını, her seferinde ölçüsü eksik geldi. Gözüm iyi değilmiş, buradan onu anladım. Zannediyorsun ki sığacak. Altı üstü bir kelime: PİRİNÇ, altı harf. (Dikkatli arkadaşımıza teşekkürler, neden yedi saydıysam???) Ne ki. Sığmadı mı sığmıyor işte. Hayat gibi. Öyle değil mi hayat? Zannediyorsun ki yaparım, ederim, yetişir, yetiştiririm, sığdırırım, sığarım. Olmuyor bazen. Sığmıyor, sığamıyorsun kalıbına. Ne yapsan, ne etsen tutmuyor ölçü. Ya tenceresi küçük geliyor ya suyu fazla. Pilav da öyle biraz. Onu tutturmak da zor. Bir kere elin alıştı mı gözü kapalı yapıyorsun. Bardak ölçüsüne falan da ihtiyaç yok. Pirinci suda bekletiyorsun, tuzlu suda. Sonra tereyağında kavuruyorsun. Sonra suyunu ekliyorsun. Bazı kadınlar pirincin üzerini 2-3 parmak geçecek kadar su koyar, çekti mi suyunu tel tel, tane tane, inci gibi oluyor pirinçler. Fotoğraftakine gelince safranlı ve bezelyeli pilav oluyor kendileri. Safran olayını hatırlıyorum da bezelyeyi pilavla birlikte mi pişirdim yoksa sonra mı ekledim pilava hatırlamıyorum. Fotoğraftan çıkardığım kadarıyla yasemin pirinci (Basmati) kullanmışım. E ne de olsa aradan dört sene geçmiş, unutuyor insan. Siz bildiğiniz gibi yapabilirsiniz. Alıştığınız, tercih ettiğiniz gibi. Öyle de yapın zaten. Sarı ve yeşil. Bahar ve bezelye. Pirinç ve ölçü. Nerden geldi aklıma şimdi bütün bunlar?

14 Nisan 2010

Bir masal, bir söyleşi, bir kitap, bir fotoğraf

Masalın hikayesi şöyle:
Günlerden bir gün sevgili Güneşin aradı. Yeşil Atlas için bir yazı yazar mısın dedi. Yazarım dedim. Bu sene Yeşil Atlas'ı yılda tek bir sayı yerine 6 sayıya bölerek e-dergi olarak çıkarma kararı alınmış. Yani para vermeden, üye olmadan derginin internet sitesinden okuyabilirsiniz:
http://www.yesilatlas.com/
Siteye girince "dergiyi oku"yu tıklayın. Dergi açılınca sol üst köşede "içindekiler" var, orada "Gerçek ve Masal"ı tıklarsanız yazdığım yazıya ulaşabilirsiniz. Sayfanın altında sayfa çevirme tuşu var, ileri/geri. Okumak istediğiniz sayfanın üzerine tıkladığınızda da sayfa büyüyor, okunacak boyuta geliyor. Tekrar sayfaya tıklarsanız küçülüyor. İyi okumalar!
*
Söyleşi ise Vedat Milor'la, yeni kitabı İtalya Lokanta ve Şarap Rehberi için yapıldı. Karşılıklı oturup söyleşmeyi tercih ederdim ama araya epey bir kilometre girdiği için internetin kolaylaştırıcılığını kullandık. Dürüst ve açıklayıcı yanıtları için Vedat beye teşekkür ederim. Yeme-içmeye meraklı iseniz, hele de İtalya'ya gitmeyi düşünüyorsanız yakınlarda, bu kitap tam size göre. Hoş İtalya'ya gitmeyecek olsanız bile keyifle okuyacağınıza garanti veririm. Vedat Milor, İtalya'ya duyduğu aşkı gayet edebi bir dille anlatmış:
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=990410&Date=14.04.2010&CategoryID=40
*
Gezi, gezmek demişken bir kitaptan daha bahsedeyim. 41 ODTÜ Endüstri Mühendisliği mezununun biraraya gelerek, telif gelirinin tamamı ODTÜ Burs Havuzu'na bırakılmak üzere gezi anılarını yazdılar. Kitabın adı SeyahatnamEM. Önceki kitapları TecrübEM'in telif geliri de burs havuzuna aktarılmıştı. ODTÜlü olan ve olmayan herkese tavsiye ederim. SeyahatnamEM'le ilgili bir tanıtım yazısı:
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=984646&Date=10.03.2010&CategoryID=82
*
Madem İtalya'dan bahsettik, günün fotoğrafı İtalya'dan olsun istedim. İki yıl önce bugünlerde (26 Mart 2008) çekilmiş. Baharın en güzel zamanları gelmek üzere. Doğa uyanmış, ağaçlar çiçeğe durmuş. Bertinoro adındaki ufak bir kentteyim. Cesena'dan günübirlik gitmişim. Bağları ve şarapçılığıyla ünlü Bertinoro. Bu fotoğraftan da anlaşılıyor olmalı. Bu satırları yazarken o günü yeniden yaşadım zihnimde. Tepelerinde yürüdüm Bertinoro'nun, karnım acıktığında girip bir restoranda pizza yedim, yanında bir kadeh kırmızı yöre şarabıyla. Sonra yine yürüdüm, baharı içime çektim ve Cesena'ya geri döndüm.

13 Nisan 2010

Kadıköy'de Ekolojik Pazar

Bugün haber aldım, sizlere de iletiyorum (ileti için teşekkürler sevgili Tülay):

Kadıköy Belediyesi ve Ekolojik Üreticiler Derneği’nin birlikte yürüttüğü Kadıköy Belediyesi Organik Halk Pazarı’nın açılışı 14 Nisan Çarşamba günü saat 11:00’da Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk’ün konuşmasıyla başlayacak. Konuşmaların ardından etkinlik Masalın Aslı müzik grubunun dinletisi ile devam edecek.
(Sormuşsunuz, hep çarşambaları mı olacak diye. Sanırım öyle, çarşamba günü açıldığına göre. Yeni bir bilgi geçerse elime iletirim, belki aranızda yarın açılışa gidip güzel fotoğraflar çeken olur. Lütfen sitenizde bu fotoğrafları yayınlarsanız haber verin, ben de buradan duyurayım, tüm komşular gelsin sitenize, görsün pazar fotoğraflarınızı.)
*
İlk haber Beyza'dan geldi, meğer neredeyse iki aydır açıkmış bu pazar!
(Tabii ya, NuNu'cuğum da bahsedip duruyordu organik pazarımız açıldı diye. Bu da NuNu'nun bol resimli organik pazar yazısı.)

09 Nisan 2010

Yaşam... Döngü

Dünya dönüyor. Zaman geçiyor. Yaşımız ve deneyimlerimiz artıyor. Her gün. Her mevsim. Her yıl. Örneğin ben bu fotoğrafı çektiğimden beri iki yıl daha deneyimliyim hayatta. Siz de.
Bir an, bir görüntü:
Bir yeşil bahçedeymişim. O bahçede yeşil bir kulübe varmış. Kulübede tatlı bir kadınla kızı yaşarmış. Yeni bir köpekleri olmuş. Köpek o bahçeyi yuvası bellemiş çünkü. Bahçede, hemen yeşil kulübenin önünde, kocalak zeytin ağacının altında bir masa varmış. Ahşap bir masa tabii. Etrafında sandalyeler. Masanın üzerinde çaycı tepsisi. Tepside iki bardak, bir de porselen demlik. Demlikte yasemin çayı. Masada bahçeden kiraz domatesler, Ege'den Manyas peyniri, Gaziantep'ten kahkeler. Etrafında insanlar. Bahçede mutlu tavuklar dolanıp dururmuş. Mevsim tam çılgın narenciye ağaçlarının yeni yıl döngülerinin başlama zamanı ya, arılar portakalların, limonların, greyfurt ve mandalinaların çiçeklerine üşüşmüşmüş. Öyle bir telaştalarmış ki solmadan çiçekler nektarını emme ve bala dönüştürme arzusundalarmış. Başdöndürücü kokular salıyormuş bu muhteşem ağaçların yakında meyveye dönüşecek olan çiçekleri. Her mevsim başka bir güzel diye düşündüm bahçe. Yaşam döngüsünü en güzel izleyebildiğim yerlerden biri. Baharı ve bahar çiçeklerini de.

05 Nisan 2010

Ressam olsam ancak bu kadar...

O beyaz soğan parçasının üzerindeki karabiberi bir türlü silemedim üzerinden ya Picasso olsa ancak bu kadar güzel çizebilirdi demeden yapamıyorum. (Tabii ben bir türlü dersimi almıyorum. Onu da söylemeden geçemem. Fotoğraflarda siyah küçük noktacıkları sevmiyorum ama yemeklere karabiberi baştan koymadan da edemiyorum. Bir dahaki sefere akıl etsem de fotoğraf çekiminden sonra eklesem???) Şu baklaların güzelliğine bakın. İçin içi bunlar. Yani şöyle oluyor: Pazardan iç bakla alıyorsun (çünkü benim tatlı pazarcı teyzelerim tezgahları başında otururken önlerindeki baklaların içlenmiş olanlarını ayıklamaya başlıyorlar. Bir yandan sohbet edip öte yandan el çabukluğu marifet şeklinde iç bakla dağları yaratıyor, ölçüp tartıp yarımşar kiloluk poşetlerde satıyorlar), sonra o iç baklanın dış kabuklarını ayıklıyorsun. Öyle bir tabloya dönüşüyor ki görüntüsü şaşakalıyorsun. Sonra tencereye az sızma zeytinyağı, bol sarımsak, doğranmış bol taze soğan koyuyor, şöyle bir çevirip baklaları ekliyorsun. Zaten için içi olduklarından hemen pişiyorlar. Bu sefer bir farklılık yapayım dedim, biraz da arpa şehriye haşladım, okudum, üfledim, kutsadım, şöyle güzelce karıştırdım ve sofraya alıverdim. E sonra da yedim tabii. Yemese miydim ki?

03 Nisan 2010

İzmir Bornova'da bir "Küçük Ev"

Sevgili blog komşumuz Serpil ve kardeşi Bornova'da ufak bir yer açmışlar. Adı Küçük Ev. Pastalar yapıyorlar, doğumgünü partileri düzenliyorlar, kahvaltı veriyorlar, mantı, gözleme, börekler, krepler... Daha neler var neler. Serpil'ciğim ikinizi de kutluyor ve tüm blog komşularımıza ve bizi okuyanlara duyuruyorum. Ben de İzmir'e geldiğimde mutlaka ziyaret edeceğim, şimdilik ayağımı sanal olarak sürüyorum ama geldiğimde bereketi bol olsun diye kapısında uzuuun uzun ayak sürüyeceğim, bilesin! Ayrıntılı bilgiye Serpil'in sitesinden ulaşabilirsiniz. Ben broşürden sadece telefon numarasını okuyabildim. Sanırım telefonla da bilgi alabilirsiniz: (232) 348 11 48

01 Nisan 2010

Tatlı yeme zamanıdır

Bazı günler tatlı yeme günleridir. Bugün o günlerden biri olsun istiyorum. Ama öyle şerbetli, kremalı, şeker hamurlu, hatta şekerli bile olsun istemiyorum tatlılarım. (Zaten hiç öyle olmaz da lafın gelişi.) Fotoğrafta gördüğünüz arkadaş en favori tatlılarımdandır. Hatta şu anda elime bir parça alıp kemirmek istiyorum kendilerinden bir dilim! Gümüşhane yapımı fındıklı dut pestili. Yanında Beypazarı'nın cevizli sucuğu. (Birlikte dursalar da birlikte yemem pek, bir gün birinden, ertesi gün ötekinden...) En sevdiklerim listesinde hep baş sıralarda durur kendileri. İstanbul'da pek sevdiğim bir yer vardır bu lezizelerin tedarik edilebildiği ve İstanbul'a yolum düştüğünde uğramaktan geri duramam: Brezilya Kurukahvecisi. Kadıköy Çarşısı'na yolu düşenler biliyordur. Herşeyin en güzelini orada bulurum. Bu sefer ben değil, annemdi oraya yolu düşen, daha doğrusu düşmek zorunda bırakılan. Veee bana bu şaheserlerden getirmişlerdir, teşekkürü bir borç biliriz zatıallerine. Yanında bir de Medine hurması. Yeme de yanında yat diyen çıkarsa, yanında yatıyorum evet (odamda tutuyorum kendilerini) ama yemeden yatamıyorum. Gece geç saatte yemem asla, gün içinde, acıktığımda, canım tatlı çektiğinde. Bitmesin diye gözünün içine bakıyorum her birinin ya elbet bitecekler. Neyse belki bir telefonla sipariş edilebiliyordur kendileri ve ben elimdekileri bitirince bir denerim bu yolu. Gününüzün tatlı kıvamda geçmesi dileğiyle hepinize birer parça ikram ediyorum. Afiyet şeker olsun efendim.