*
 Bu fotoğraf yeni değil. Üç yıldan çok olmuş çekeli. Yenisini de çekebilirdim ya, bu fotoğrafı seviyorum. Bu yazı da bu fotoğrafla birleşsin, ne çıkar. Ondan nasıl vazgeçer insan diyorum ya, hiç sevmeyenler de var onu. Anlamış değilim nasıl ve neden sevmediklerini. Asla da anlayamayacağım sanki. Onunla tanışalı epey oldu. Anadolu'ya has bir meyve değil, bize sonradan gelmiş. Bana söylenen, bundan 30 yıl kadar önce bir ziraat mühendisinin getirip denemek için Antalya'daki Narenciye Enstitüsü bahçesine diktiği. Avokado çabuk meyve verebilen bir ağaç. Diktikten 3-4 yıl sonra meyve alabiliyorsunuz. Ancak yalnızlıktan hoşlanmıyor bizimki, ille de eş istiyor kendine. Dişiyle erkek birlikte yaşayacak. Yoksa meyve vermeyi reddediyor. Ne garip değil mi? Buralara girmeye gerek yok çünkü ne yapıp ediyor, meyve veriyor bizimki. Pek çok türü var ama gördüğüm kadarıyla Türkiye'de 3-4 türü var ancak. Bunlar farklı dönemlerde olgunlaşıyor. Yani eğer Antalya'daysanız, ithal avokadolara yüz vermeden, Eylül-Ekim ayından itibaren, Mart-Nisan'a kadar rahatlıkla ve de bol bol yiyebiliyorsunuz. Bugün mesela, Narenciye Enstitüsü'ne yürürken ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Hava güneşli, ılık. Bahardan kalma bir gün. Benim asıl sevdiğim, tırtıklı kabuklu, olgunlaşınca kabuğu siyaha dönen avokadolar çıkmış. Hem de kilosu sadece 2 ytl. Tutmayın beni demişim, başlamışım doldurmaya. Zor durdurmuşum kendimi ve hayallere dalmışım. Hmmmm şimdi ben bu avokadolarla neler yaparım. Aklıma bir salata gelmiş, kaç yıldır yapıp bayıla bayıla yediğim. Patatesler haşlanır, şöyle hardallı, sarımsaklı bir sosla soslanır. Yeneceği zaman avokado ve bol su teresi doğranır, karıştırılır. Aman efendim, ne güzel yenir.
Bu fotoğraf yeni değil. Üç yıldan çok olmuş çekeli. Yenisini de çekebilirdim ya, bu fotoğrafı seviyorum. Bu yazı da bu fotoğrafla birleşsin, ne çıkar. Ondan nasıl vazgeçer insan diyorum ya, hiç sevmeyenler de var onu. Anlamış değilim nasıl ve neden sevmediklerini. Asla da anlayamayacağım sanki. Onunla tanışalı epey oldu. Anadolu'ya has bir meyve değil, bize sonradan gelmiş. Bana söylenen, bundan 30 yıl kadar önce bir ziraat mühendisinin getirip denemek için Antalya'daki Narenciye Enstitüsü bahçesine diktiği. Avokado çabuk meyve verebilen bir ağaç. Diktikten 3-4 yıl sonra meyve alabiliyorsunuz. Ancak yalnızlıktan hoşlanmıyor bizimki, ille de eş istiyor kendine. Dişiyle erkek birlikte yaşayacak. Yoksa meyve vermeyi reddediyor. Ne garip değil mi? Buralara girmeye gerek yok çünkü ne yapıp ediyor, meyve veriyor bizimki. Pek çok türü var ama gördüğüm kadarıyla Türkiye'de 3-4 türü var ancak. Bunlar farklı dönemlerde olgunlaşıyor. Yani eğer Antalya'daysanız, ithal avokadolara yüz vermeden, Eylül-Ekim ayından itibaren, Mart-Nisan'a kadar rahatlıkla ve de bol bol yiyebiliyorsunuz. Bugün mesela, Narenciye Enstitüsü'ne yürürken ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Hava güneşli, ılık. Bahardan kalma bir gün. Benim asıl sevdiğim, tırtıklı kabuklu, olgunlaşınca kabuğu siyaha dönen avokadolar çıkmış. Hem de kilosu sadece 2 ytl. Tutmayın beni demişim, başlamışım doldurmaya. Zor durdurmuşum kendimi ve hayallere dalmışım. Hmmmm şimdi ben bu avokadolarla neler yaparım. Aklıma bir salata gelmiş, kaç yıldır yapıp bayıla bayıla yediğim. Patatesler haşlanır, şöyle hardallı, sarımsaklı bir sosla soslanır. Yeneceği zaman avokado ve bol su teresi doğranır, karıştırılır. Aman efendim, ne güzel yenir.
 
 










 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
