
30 Aralık 2008
O an

27 Aralık 2008
Ihlamurlar altında

26 Aralık 2008
Sebze suyu
Dünkü yazıdan sonra Mevsimlerle Gelen Lezzetler'e baktım ve oradaki "sebze suyu" yazısını bulup buraya aldım. Zaten artık kendi kitaplarımdaki tariflerle diyet yapmaya karar verdim. Canım Güniz'ciğim bana kaç yıl önce, "ben senin kitaplarınla kilo veriyorum," demişti. Yanaklarından öpüyorum can arkadaşım. Ve güzel gülüşlü kadından da güzel haberler geliyor. Korkma demiş melekler ona, korkma yok bir şeyin. Sadece yaşama biraz daha farklı bakacaksın bundan sonra, hepsi bu. Nergisleri koklamaya ve o kokuları tanrısal bulmaya devam edeceksin, söz!
*
"Sebze suyunu çorbalarınızı lezzetlendirmek ve sebzelerin bol vitamin ve mineral içeren kabuk ve saplarından da faydalanabilmek için düzenli olarak hazırlamanızı öneririm. Günümüzde pek çok kişi yemeklerine lezzet vermesi için hazır et ve tavuk bulyonlarını kullanıyor. Oysa bulyonlarda sağlığa zararlı katkı maddeleri bulunuyor ve lezzet verdiğimizi zannettiğimiz bir yemeğin sağlığımıza zararlı olabileceğinin farkına varamayabiliyoruz. Diyelim ki salata yaptınız. Marulun ve taze soğanın dış yapraklarını, maydanoz ve dereotunun saplarını, havucun baş kısmını ayırın. Bir de sebze yemeği mi yaptınız? Patatesin (gerçi bu önerimden çok emin değilim. İlaçlanan sebze ve meyvelerin kabuklarını kullanmak ne kadar mantıklı bilemiyorum, belki bir bilen bu satırları okur ve bize yol gösterir) ve yer elmasının kabuğunu, kerevizin kabuğu ve saplarını, ıspanağın köklerini, lahana ve pırasanın dış yapraklarını, elma yediyseniz kabuklarını bir tencereye doldurun. Üzerini kapatacak kadar suyla doldurup kaynatın, 5-10 dakika kısık ateşte pişmeye bıraktıktan sonra ocaktan alın. Soğuduktan sonra süzüp buzdolabında 3-4 gün saklayabilirsiniz. Böylece hem sebze artıklarını kullanmış, hem de çorbalarınıza lezzet katmış olacaksınız. Bu suyu sadece çorbalarda değil pilav, makarna ve yemeklerde de kullanabilirsiniz."
*
"Sebze suyunu çorbalarınızı lezzetlendirmek ve sebzelerin bol vitamin ve mineral içeren kabuk ve saplarından da faydalanabilmek için düzenli olarak hazırlamanızı öneririm. Günümüzde pek çok kişi yemeklerine lezzet vermesi için hazır et ve tavuk bulyonlarını kullanıyor. Oysa bulyonlarda sağlığa zararlı katkı maddeleri bulunuyor ve lezzet verdiğimizi zannettiğimiz bir yemeğin sağlığımıza zararlı olabileceğinin farkına varamayabiliyoruz. Diyelim ki salata yaptınız. Marulun ve taze soğanın dış yapraklarını, maydanoz ve dereotunun saplarını, havucun baş kısmını ayırın. Bir de sebze yemeği mi yaptınız? Patatesin (gerçi bu önerimden çok emin değilim. İlaçlanan sebze ve meyvelerin kabuklarını kullanmak ne kadar mantıklı bilemiyorum, belki bir bilen bu satırları okur ve bize yol gösterir) ve yer elmasının kabuğunu, kerevizin kabuğu ve saplarını, ıspanağın köklerini, lahana ve pırasanın dış yapraklarını, elma yediyseniz kabuklarını bir tencereye doldurun. Üzerini kapatacak kadar suyla doldurup kaynatın, 5-10 dakika kısık ateşte pişmeye bıraktıktan sonra ocaktan alın. Soğuduktan sonra süzüp buzdolabında 3-4 gün saklayabilirsiniz. Böylece hem sebze artıklarını kullanmış, hem de çorbalarınıza lezzet katmış olacaksınız. Bu suyu sadece çorbalarda değil pilav, makarna ve yemeklerde de kullanabilirsiniz."
25 Aralık 2008
Bilin bakalım bu nedir?

*
Biraz ufkunuzu genişletin kızlar. Belki bulmak daha kolay olur. Dedim ya, "şaşırtmacalı uzman sorusu" bu. Yanıtlar çoook yakında... Hele bir -Maya deyimiyle- "komacan" salatamı yiyip geleyim de. (Durun bir dakika, gitmeden bir dakikanızı daha ayırabilir misiniz? İşinizi bırakıp bir dakikalığına gözlerinizi kapatıp güzel gülüşlü bir kadın için dua eder misiniz? Söyleyin bütün meleklere, onun başında beklesinler, saçlarına mis kokulu nergisler taksınlar ve gıdıklasınlar onu, ki gözlerini açıp büyük büyük gülsün!)
*
Galiba sizi daha fazla merakta bırakmasam iyi olacak. Resimde gördükleriniz vitaminlerini suya bırakmış maydanoz, su teresi sapları ve göbek marulun dış yaprakları. İki gündür "sebze suyu" yapıyorum, salata artıklarıyla. Dünkünde marul, su teresi, maydanoz ve dereotu sapları, taze soğan ve taze sarımsağın dış yaprakları vardı. Bugünkü yukarıda saydıklarımdan. Eskiden çok yapardım sebze suyu. Mevsimlerle Gelen Lezzetler'de de anlatmıştım. Belki başka kitaplarda da anlatmışımdır, hatırlayamadım şimdi. İşte böyle. Yeşilliklerin salataya koymayacağım kısımlarını çöpe atmak yerine değerlendirdim. Sizi şaşırtmak için de suyunu süzdükten sonra posa kısımlarını tabağa koyup öyle fotoğrafladım. Şaşırdınız değil mi? Ne mi yapacağım bu sularla? Bugünkünü kullandım bile. Kavılca haşlarken sade su yerine sebze suyu kullandım. Dünküleri kavanozlara pay edip dolaba koymuştum. Onlar soğuk diye bugünkünü kullandım. Dünküler de çorba suyu olacak. Bugünlerde yemek yaparsam onlardan kullanırım elbet. Kapağı kapalı olarak buzdolabında 3-4 gün dayanıyorlar. Denemeye ne dersiniz?
24 Aralık 2008
Konferans duyurusu
"GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ÜRÜNLER VE YAŞAMSAL RİSKLERİ"
PROF. DR. ŞEMİNUR TOPAL (YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ)
TARİH : 26 ARALIK 2008 CUMA
SAAT : 14:00
YER : KADIKÖY BELEDİYESİ BARIŞ MANÇO KÜLTÜR MERKEZİ
PROF. DR. ŞEMİNUR TOPAL (YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ)
TARİH : 26 ARALIK 2008 CUMA
SAAT : 14:00
YER : KADIKÖY BELEDİYESİ BARIŞ MANÇO KÜLTÜR MERKEZİ
Lezzet dergisi yazıları
Biliyorsunuz kriz gerekçesiyle pek çok firma işten eleman çıkarıyor veya maaşları düşürüyor. Bir sürü şey olup bitiyor, farkındasınızdır, olmamak imkansız. Ben de "kriz gerekçesi" ile Lezzet dergisine yazdığım yazılara artık telif ödenemeyeceğini öğrendim. Belki bizlerin teliflerini keserek kar rekorunu kırmaya devam eder Doğan grubu. Öyle ya bu zamanda önemli olan hep daha çok kar etmek. Emeğin değeri yok. Değerli olan tek şey para. Neyse, uzun uzun konuşmak istemiyorum bu konuda ama bu nedenle 2006 yılının Ocak ayından beri yazdığım Lezzet dergisi yazılarına son vermek durumunda kaldım. Hani derginin okuru iseniz ve beni görmezseniz şaşırmayın diye söylüyorum. Durum değişir hadi yazılarına devam et, telifini de ödeyeceğiz derlerse size haber veririm elbet.
(Not: Bu yazıyı kırgınlık veya kızgınlıkla yazmadım. Aslında duyduğumda şaşırmadım da. Yaşadığım bazı şeylerden dolayı artık çok daha az şaşırıyorum çünkü. Haberi bugün almış da değilim. Ocak sayısı için telaşla yazı hazırlayıp gönderdiğim zaman, on gün kadar önce öğrendim. O zaman değil şimdi yazmış olmam sadece dergide beni arayıp göremezseniz şaşırmayın diye. Türkiye'de -ve sanırım dünyada da- pek çok dergi kar amaçlı olarak yayınlanıyor ve en azından bizim ülkemizde çoğu 3-4 kişi ile çıkartılıyor. Kar etmeyenler kapatılıyor, yerine yenileri çıkarılıyor. Bu düzen böyle. Ama şaşırdığım bir şey var, aynı basın gruplarında yazanlar başka şirketler/kurumlarca işten çıkarılanları yazarken arkadaşlarının yaşadıklarını görmemeyi tercih ediyorlar. Bunu kendim için söylemedim elbet, genele bakarak konuşuyorum. Herkes işini kaybetmemek, yerinde kalabilmek telaşında. Ne kötü bir dönemde yaşıyoruz değil mi? Yine de hepinize teşekkür ederim önerileriniz için.)
(Not: Bu yazıyı kırgınlık veya kızgınlıkla yazmadım. Aslında duyduğumda şaşırmadım da. Yaşadığım bazı şeylerden dolayı artık çok daha az şaşırıyorum çünkü. Haberi bugün almış da değilim. Ocak sayısı için telaşla yazı hazırlayıp gönderdiğim zaman, on gün kadar önce öğrendim. O zaman değil şimdi yazmış olmam sadece dergide beni arayıp göremezseniz şaşırmayın diye. Türkiye'de -ve sanırım dünyada da- pek çok dergi kar amaçlı olarak yayınlanıyor ve en azından bizim ülkemizde çoğu 3-4 kişi ile çıkartılıyor. Kar etmeyenler kapatılıyor, yerine yenileri çıkarılıyor. Bu düzen böyle. Ama şaşırdığım bir şey var, aynı basın gruplarında yazanlar başka şirketler/kurumlarca işten çıkarılanları yazarken arkadaşlarının yaşadıklarını görmemeyi tercih ediyorlar. Bunu kendim için söylemedim elbet, genele bakarak konuşuyorum. Herkes işini kaybetmemek, yerinde kalabilmek telaşında. Ne kötü bir dönemde yaşıyoruz değil mi? Yine de hepinize teşekkür ederim önerileriniz için.)
23 Aralık 2008
Birbirimizi Yemekteyiz
Bu yazıyı Kaybolan Tatlar grubunun kurucusu/moderatörü Bülent bey grupla paylaştığında okudum. Tarık Bayazıt'ı alnından öpmek istedim. Böylesine güzel dile getirdiği için. Şu an yol yorgunu olup ağrıdan çatlayan başımı ne yapacağımı bilmiyor olmasam Radikal'deki diğer yazılarını da okurdum ya bu zevki yarına bırakırken sizi de bu muhteşem çözümlemeyle başbaşa bırakıyorum:
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=913674&Date=23.12.2008
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=913674&Date=23.12.2008
22 Aralık 2008
Buğdaylı tatlı

*
Bugün içimden -ki ne zamandır yapıp afiyetle yemedim- buğdaylı muhteşem bir tatlıdan bahsetmek geldi. Victor'u (Ananias) anmadan anlatılamaz tabii. Çünkü bu tatlı onun yarattığı güzelliklerden biri. Bodrum'da, Buğday Restoran'ın menüsündeydi bu tatlı. Kahvaltı için tatlı bir seçenek isteyenler için. Tam buğday (köy buğdayı, kepeği alınmamış buğday) önce suda bekletilir, ardından yumuşayana kadar haşlanır. Tatlı yapılacak tabağı iyi seçmek lazım. Size kendinizi iyi hissettirecek, içinde yemekten keyif aldığınız bir tabak olmalı. Buğdaydan 4-5 çorba kaşığı (veya yemek istediğiniz kadar) koyun, içine bir güzel sulu elmayı doğrayın, bir avuç organik kuru üzüm, bir tutam tarçın, bir kaç kaşık da bal koyup güzelce karıştırın. Dilerseniz bal yerine pekmez de koyabilirsiniz. Aman rafine şeker tercih etmeyin. Yazık değil mi bedeninize?
21 Aralık 2008
Gülbeşeker
Sevgili Priscilla Mary Işın'ın Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan Gülbeşeker kitabını burada da tanıtmak istedim ancak önce Radikal kitap için yazmak istiyordum yazıyı. Cuma günkü kitap ekinde yayımlanmış yazı. Okumak isterseniz burada. Tatlılar tarihine meraklı olmasanız bile roman okur gibi okunacak çok kıymetli bir eserle buluşturmuş Mary bizi. Ellerine sağlık sevgili Mary!
19 Aralık 2008
Yeni yıla az kaldı

17 Aralık 2008
Ev ekmeği gibisi o-la-maz!

Bu yazıya not: Meğer UNO ve Ülker birleşmiş. Sanırım reklam gücü de buradan geliyor. UNX diye yazdığım marka da aynı firmaya ait(miş). Belki bir alt marka, bilemiyorum. Burada Diyetisyen Selma Önelge Gür'ün konu ile ilgili hazırladığı yazıyı okuyabilirsiniz. Pozitif veya negatif özelliği nedeniyle vermiyorum bu adresi. O da zaten tarafsız gibi görünen bir yazı yazmış.
16 Aralık 2008
Nohut oda, bakla sofa

15 Aralık 2008
Sihirli Mutfak

Sihirli Mutfak adlı kitabı geçtiğimiz
haftalarda Alfa Yayınları'ndan çıktı.
Tanıtmak için bayramın bitmesini bekliyordum.
İşte bugün sırası geldi. Gülhan'cığımı zaten
tanıyorsunuzdur. Yıllarca Lezzet dergisinin
yayın yönetmenliğini yaptıktan sonra Chef's
Lezzet Ustası dergisini çıkarmaya başladı.
Ayrıca Chef's İstanbul Mutfak Atölyesi'nde
harika kurslar veriyor, televizyon programları
yapıyor, çeşitli programlara konuk olarak katılıp
lezzetli yemeklerini pişiriyor... İşte bu kitap da
onun güzel ellerinden çıkan harika tarifler içeriyor.
Kitapla ilgili bilgiyi yukarıda verdiğim linkten
görebilirsiniz. Senin de kitabının da yolunuz
açık olsun Gülhan'cığım!
*
Bir süredir çok güzel kitaplar okuyorum.
Onları da ara ara anlatacağım. Okumak ne güzel şey!
11 Aralık 2008
Rehavetten çıkalım

08 Aralık 2008
Et yerine

07 Aralık 2008
Kurban üzerine
Sevgili dost Dr. Umur Gürsoy'un "Et mi yiyelim kul veya insan hakkı mı?" başlıklı yazısını şu adresten okuyabilirsiniz:
http://umurgursoyla.blogcu.com/
http://umurgursoyla.blogcu.com/
05 Aralık 2008
Bildiğiniz iyi bir baklavacı var mı?
Tam bayram üzeri sorulacak soru mu? Belki bayram tatlısı almak isteyenlerin de işine yarar diye soruyorum. Bir televizyon çekimi için İstanbul'da ufak, temiz, mümkünse geleneksel bir baklava imalatçısına ihtiyacım var. Bilenlerin insaniyet namına... (Şaka şaka, biliyorsanız adı, semti ve telefonu benim için yeterli. Çok çok teşekkürler!)
Krizin mutfağa yansıması
Biliyorsunuz bir süredir ana haber bültenlerinde yemek tarifleri izliyoruz. Ağlak sesli bir spiker krizin mutfağa yansımasını izletiyor bize. Ağlak diyorum çünkü kendileri lüks içinde yaşarken titrek ve acımtrak bir sesle -en azından beni kandıramıyorlar- bakın sayın seyirciler, marifetli hanımlar az parayla ailelerini nasıl doyuruyor ahh kriz çok kötü, insanlar işlerini kaybediyor ne yapsın zavallıcıklar diyorlar. Sonra ana haber bülteninin yarısında beş tavuk kanadıyla yapılan beş çeşit yemeği izliyoruz. Kriz durumları her zaman birilerine yarar ama hep halka zarar verir. Emekli maaşları artmaz, erir, çalışanlar işten çıkarılır, işyerleri kapanır ama birileri enselerini biraz daha kalınlaştırır. Her neyse, ben asıl okuduğum bir makaleden özetler paylaşacaktım. Huffington Post adlı internet gazetesinde yayınlanan bir makale bu:
http://www.huffingtonpost.com/leslie-hatfield/desperate-times-dont-call_b_148560.html
Yazı uzun. İngilizcesi olanlar okur ama ben yazının ortasında yer alan listeyi çevireceğim. Mutfak masraflarını kısmak için neler yapabileceğimizi anlatıyor:
1. Mutfağa girin. Evde pişirilen yemek her zaman dışarıda yenenden daha ucuzdur, buna marketlerden alınan konserve ve donmuş hazır gıdalar da dahildir. (Hoş bizde konserveler evde pişirebileceğimizden daha ucuz galiba ya.)
2. Yerel üreticilerden, mevsimlik ürünler alın. Mevsiminde, en ucuz zamanında bol miktarda satın alabileceğiniz sebzeleri kurutarak, dondurarak veya konserve halinde saklayarak tasarruf edebilirsiniz. (Sebzeleri işlemden geçirecek vaktimiz yoksa bile kış zamanı taze fasulye, patlıcan, biber almanın alemi var mı yani? Pırasanın, kerevizin, lahananın bol olduğu bir zamandayız. Hatırlatayım dedim. İlk saydıklarım yaz sebzeleri ve şu anda seralarda yetiştiriliyorlar.)
3. Dikkatli bir tüketici olun. Eğer et yiyorsanız daha azını yiyin ancak yörenizde yetiştirilip kesilen hayvanların etini yiyerek hem daha sağlıklı ve lezzetli şeyler yiyin, hem yerel ekonomiye katkıda bulunun. Böylece dünyanın daha temiz bir yer olmasına da katkıda bulunabilirsiniz. Yüzlerce, binlerce kilometre öteden taşınmadıkları için petrol kullanımı ve hava kirliliği azalır. (Türkiye şartlarında bu ne kadar geçerli olur bilmiyorum ya tüm ürünlere yayabiliriz bu öneriyi.)
4. Hiç bir şeyi ziyan etmeyin. (İşte ana haber bültenlerine çıkan hanımların yaptığı da bu.) Sebzelerin, meyvelerin sap, kabuk, yaprak gibi kısımlarını haşlayıp çorba ve yemeklerde kullanabileceğiniz sağlıklı ve leziz sebze suları yapın. Aynı şey etler için de geçerli. (Burada bir not: TAMAMEN DOĞAL, HİÇ BİR KORUYUCU KATKI MADDESİ İÇERMEZ, diye bastıra bastıra reklam yapan bir firma var hani, tavuk bulyonları için. İnanmayın, koruyucu katkı maddesi olmasa da katkı maddesi içeriyor. Numarasıyla söylemiyorlar ama listede "karamel" denen bir şey var. Bunu şekerle mi yapıyorlar sanıyorsunuz? Yoo, düpedüz katkı maddesi, E'lerden biri, adı karamel! Bir de MSG var tabii, monosodyumglutamat. O da mı katkı maddesi değil? Kandırmasınlar bizi lütfen!)
5. Toptan satın alın. Özellikle tahıl ve bakliyatları toptan almak ucuza gelir. Ayrıca açık olarak alındıklarında paketleme malzemelerine de para vermemiş olursunuz. (Bu aralar İstanbul halinde bir kampanya var, 3,5,20 kiloluk mu? O şekilde çok daha ucuza alabiliyorsunuz. Gerçi evinize uzaksa oralara gitmek zor ama pazardan da olsa kasayla sebze meyve almak daha ucuza gelir. Konu komşu paylaşılır, ilişkiler güçlenir. Eskiden de öyle değil miymiş? Kışlık erzak bir seferde alınır, kilerlerde tutulurmuş. Evet kilerlerimiz yok, ne yazık ki ama kışın balkonlar soğuk, birer dolap yaptırılıp bu tür şeyler o dolaplarda saklanabilir.)
ÇOK İÇ AÇICI BİR YAZI OLMADI AMA ŞİMDİDEN HEPİNİZE İYİ BAYRAMLAR, İYİ TATİLLER. TÜM SEVDİKLERİNİZLE OLMANIZ ve ÇOK KİLO ALMAMANIZ DİLEĞİYLE. YOLA ÇIKANLAR AMAN NE OLUR DİKKATLİ OLUN, NE SEVDİKLERİNİZİ ÜZÜN, NE DE BİZİ.
http://www.huffingtonpost.com/leslie-hatfield/desperate-times-dont-call_b_148560.html
Yazı uzun. İngilizcesi olanlar okur ama ben yazının ortasında yer alan listeyi çevireceğim. Mutfak masraflarını kısmak için neler yapabileceğimizi anlatıyor:
1. Mutfağa girin. Evde pişirilen yemek her zaman dışarıda yenenden daha ucuzdur, buna marketlerden alınan konserve ve donmuş hazır gıdalar da dahildir. (Hoş bizde konserveler evde pişirebileceğimizden daha ucuz galiba ya.)
2. Yerel üreticilerden, mevsimlik ürünler alın. Mevsiminde, en ucuz zamanında bol miktarda satın alabileceğiniz sebzeleri kurutarak, dondurarak veya konserve halinde saklayarak tasarruf edebilirsiniz. (Sebzeleri işlemden geçirecek vaktimiz yoksa bile kış zamanı taze fasulye, patlıcan, biber almanın alemi var mı yani? Pırasanın, kerevizin, lahananın bol olduğu bir zamandayız. Hatırlatayım dedim. İlk saydıklarım yaz sebzeleri ve şu anda seralarda yetiştiriliyorlar.)
3. Dikkatli bir tüketici olun. Eğer et yiyorsanız daha azını yiyin ancak yörenizde yetiştirilip kesilen hayvanların etini yiyerek hem daha sağlıklı ve lezzetli şeyler yiyin, hem yerel ekonomiye katkıda bulunun. Böylece dünyanın daha temiz bir yer olmasına da katkıda bulunabilirsiniz. Yüzlerce, binlerce kilometre öteden taşınmadıkları için petrol kullanımı ve hava kirliliği azalır. (Türkiye şartlarında bu ne kadar geçerli olur bilmiyorum ya tüm ürünlere yayabiliriz bu öneriyi.)
4. Hiç bir şeyi ziyan etmeyin. (İşte ana haber bültenlerine çıkan hanımların yaptığı da bu.) Sebzelerin, meyvelerin sap, kabuk, yaprak gibi kısımlarını haşlayıp çorba ve yemeklerde kullanabileceğiniz sağlıklı ve leziz sebze suları yapın. Aynı şey etler için de geçerli. (Burada bir not: TAMAMEN DOĞAL, HİÇ BİR KORUYUCU KATKI MADDESİ İÇERMEZ, diye bastıra bastıra reklam yapan bir firma var hani, tavuk bulyonları için. İnanmayın, koruyucu katkı maddesi olmasa da katkı maddesi içeriyor. Numarasıyla söylemiyorlar ama listede "karamel" denen bir şey var. Bunu şekerle mi yapıyorlar sanıyorsunuz? Yoo, düpedüz katkı maddesi, E'lerden biri, adı karamel! Bir de MSG var tabii, monosodyumglutamat. O da mı katkı maddesi değil? Kandırmasınlar bizi lütfen!)
5. Toptan satın alın. Özellikle tahıl ve bakliyatları toptan almak ucuza gelir. Ayrıca açık olarak alındıklarında paketleme malzemelerine de para vermemiş olursunuz. (Bu aralar İstanbul halinde bir kampanya var, 3,5,20 kiloluk mu? O şekilde çok daha ucuza alabiliyorsunuz. Gerçi evinize uzaksa oralara gitmek zor ama pazardan da olsa kasayla sebze meyve almak daha ucuza gelir. Konu komşu paylaşılır, ilişkiler güçlenir. Eskiden de öyle değil miymiş? Kışlık erzak bir seferde alınır, kilerlerde tutulurmuş. Evet kilerlerimiz yok, ne yazık ki ama kışın balkonlar soğuk, birer dolap yaptırılıp bu tür şeyler o dolaplarda saklanabilir.)
ÇOK İÇ AÇICI BİR YAZI OLMADI AMA ŞİMDİDEN HEPİNİZE İYİ BAYRAMLAR, İYİ TATİLLER. TÜM SEVDİKLERİNİZLE OLMANIZ ve ÇOK KİLO ALMAMANIZ DİLEĞİYLE. YOLA ÇIKANLAR AMAN NE OLUR DİKKATLİ OLUN, NE SEVDİKLERİNİZİ ÜZÜN, NE DE BİZİ.
04 Aralık 2008
Haftada bir kilo vermek için
Geçen gün söz verdiğim bilgilere geldi sıra. Önce basit bir hesaplama yapmak gerekiyor. Yaşınızı, boy, kilo ve hareketlilik durumunuzu girip (sayfanın altında) günlük kalori ihtiyacınızı hesaplayabilirsiniz. Kısaca anlatayım. Diyelim ki 1.65 boyundasınız, 30 yaşında ve 70 kilosunuz. Normal bir hareketlilik düzeyiniz var. Hesapladığınızda günlük kalori ihtiyacınızın 2200 olduğunu göreceksiniz. Yani aynı kiloda kalmak için bu kadar kalori almanız gerekiyor. Ancak siz kilo vermek istiyorsunuz. Uzmanlar haftada bir kilodan fazla verilmemesini öğütlüyorlar. Bunun için de yedi günde 7000 kalori yakmanız (veya daha az almanız) gerekiyor. Günde 1000 kalori eder. Yani ya günlük 1200 kalorilik bir diyet yapacaksınız ya da spora başlayacaksınız. İkisini birlikte yapmak en sağlıklısı, çünkü sporla verilen kiloların daha kalıcı olduğunu söylüyorlar. Ayrıca spor yaptığınızda bedeniniz daha zinde, daha enerjik oluyor. (Bir not daha, spor yapıp metabolizmanızı hızlandırıyor, böylece uykuda da daha fazla kalori harcıyorsunuz. Yani bir taşla bir çok kuş...) Diyelim ki günde 500 kalori yakacağınız bir spor yapıyorsunuz, o zaman 500 kalori eksik almak sizi hedefinize götürecektir. Mantıken hem spor hem de 1200 veya 1500 kalorilik bir diyetle daha fazla kilo verebilirsiniz. Bilmem bu bilgiler açıklayıcı oldu mu? Yani ne yapıyoruz? Hem daha az kalori alacağımız bir beslenme düzenine geçiyor, hem de her gün ortalama bir saat spor yapıyoruz. Sonra da enerjik, sağlıklı birer birey oluyoruz. Geçen gün kime söyledimdi, hepimiz birer kilo versek dünya hafifler. Yalan mı? Hadi kolay gelsin. (Aşağıdaki iki yazıda 1200 ve 1500 kalorilik diyetler için porsiyon oranları ve porsiyon bilgileri var, oraya da bakabilirsiniz.)
03 Aralık 2008
Organik ürünler gerçekten sağlıklı mı?
Kaliforniya'da yaşayan çocuk hastalıkları uzmanı Dr. Alan Greene, bir deney için 3 yıl boyunca tamamen organik besinlerle beslenmiş; evde, yolda, restoranda. Bir hayvanın organik olarak sertifikalandırılabilmesi için 3 yıl geçmesi gerektiğini bildiği için deney süresini 3 yil olarak belirlemiş (sanırım önce normal şekilde beslenen hayvanlari kastediyor, yani ben öyle algıladım. Bildiğim kadarıyla konvansiyonel tarımdan organik tarıma geçen üreticiler için de geçerli bu kural. Toprak da ancak 3 yılda temizlenebiliyormuş çünkü). Dr. Greene, bu deneye organik çiftçiliğe geçtikten sonra hayvanlarının daha az hastalandığını söyleyen bir çiftçiyle konuştuktan sonra %100 organik ürünlerle beslenirse daha sağlıklı olup olmayacağını merak ettiği için başlamış. Üç yıl sonra kendini daha enerjik hissediyor ve sabahları daha erken uyanıyormuş. Çocuk doktoru olduğu için sürekli hasta çocuklarla iletişim halinde olduğunu, eskiden sıkça hasta olduğunu ancak artık çok seyrek hastalandığını söylüyor. Yazının tamamı için:
http://www.nytimes.com/2008/12/02/health/02well.html?_r=1&em
http://www.nytimes.com/2008/12/02/health/02well.html?_r=1&em
Yuvalarımız hep bereketli olsun!

02 Aralık 2008
Kilo vermek için ne kadar yemeliyiz?
Dün farklı besin gruplarıyla ilgili porsiyon bilgilerini vermiştim. Şimdi de bu listeyi temel alarak ne kadar yemeniz gerektiği bilgisini veriyorum, yine aynı kaynaktan. (Yarın da mevcut kilonuzu korumak için kilo, yaş ve hareketlilik durumuna göre kaç kalori almanız gerektiğine, zayıflamak için ne kadar kalori vermek gerektiğine bakarız isterseniz.)
1200 kalorilik bir diyet yapmak istiyorsanız günlük gıda tüketiminiz şöyle olmalı:
180 gram et veya aynı gruptan protein,
5 porsiyon ekmek/karbonhidrat grubu yiyeceği
3 porsiyon meyve
4 veya daha fazla porsiyon sebze
2 porsiyon süt ürünü
3 porsiyon yağ
1500 Kalorilik Diyet için;
180 gram et veya aynı gruptan protein
6 porsiyon ekmek ve/veya karbonhidrat
4 porsiyon meyve
5 veya daha fazla porsiyon sebze
2 porsiyon süt ürünü
3 porsiyon yağ
1200 kalorilik bir diyet yapmak istiyorsanız günlük gıda tüketiminiz şöyle olmalı:
180 gram et veya aynı gruptan protein,
5 porsiyon ekmek/karbonhidrat grubu yiyeceği
3 porsiyon meyve
4 veya daha fazla porsiyon sebze
2 porsiyon süt ürünü
3 porsiyon yağ
1500 Kalorilik Diyet için;
180 gram et veya aynı gruptan protein
6 porsiyon ekmek ve/veya karbonhidrat
4 porsiyon meyve
5 veya daha fazla porsiyon sebze
2 porsiyon süt ürünü
3 porsiyon yağ
01 Aralık 2008
Hepsi bir porsiyon
Aşağıdakilerin hepsi birer porsiyon olarak kabul ediliyor. Buna göre
hangisinden günde kaç porsiyon yediğinizi çıkarabilirsiniz. Örneğin
günde üç dilim ekmek yiyorsanız 3 porsiyon karbonhidrat almış oluyorsunuz.
Üzerine tereyağ sürdüyseniz yağ grubundan da bir porsiyon ekleyin (bir
porsiyon tereyağı 1 tatlı kaşığına denk geliyor). Ya da kahvaltı gevreğinizi
bir bardak sütle yiyorsanız 1 porsiyon karbonhidrat, bir porsiyon da protein
almış oluyorsunuz:
Ekmek, kahvaltı gevreği, makarna, pirinç grubu:
30 gramlık bir dilim ekmek,
30 gram kahvaltı gevreği,
1/2 su bardağı pişmiş makarna veya pirinç (bulguru da bu listeye dahil edebiliriz)
Sebze grubu:
1 su bardağı çiğ yapraklı sebze,
1/2 su bardağı çiğ veya pişmiş diğer sebzeler,
1/2 su bardağı sebze suyu
Meyve grubu:
1 orta boy elma, muz veya portakal
1 su bardağı üzümsü meyve veya küp şeklinde doğranmış karpuz/kavun
1/2 su bardağı doğranmış, pişmiş veya konserve meyve
1/2 su bardağı meyve suyu
Süt, Peynir, Yoğurt grubu:
1 su bardağı süt
1 su bardağı yoğurt (yapay tatlandırıcılı)
3/4 su bardağı yoğurt (sade)
1/4 su bardağı lor veya çökelek
30 gr diğer peynirler
Et, Balık, Yumurta, Bakliyat ve Kuruyemiş grubu
30 gr pişmiş et veya balık
1/2 su bardağı haşlanmış bakliyat
1 yumurta
2 çorba kaşığı fıstık ezmesi
1/3 su bardağı kuruyemiş
Yağ grubu:
1 tatlı kaşığı zeytinyağı, tereyağı veya mayonez
1 çorba kaşığı salata sosu veya krem peynir
(Bu liste Amerikan Diyabet Enstitüsü’nün 1998 yılında yayınladığı liste. Belki değişiklikler olmuştur, ben bunu buldum. Yarın da 1200 ve 1500 kalorilik diyet listesine bakarız.)
hangisinden günde kaç porsiyon yediğinizi çıkarabilirsiniz. Örneğin
günde üç dilim ekmek yiyorsanız 3 porsiyon karbonhidrat almış oluyorsunuz.
Üzerine tereyağ sürdüyseniz yağ grubundan da bir porsiyon ekleyin (bir
porsiyon tereyağı 1 tatlı kaşığına denk geliyor). Ya da kahvaltı gevreğinizi
bir bardak sütle yiyorsanız 1 porsiyon karbonhidrat, bir porsiyon da protein
almış oluyorsunuz:
Ekmek, kahvaltı gevreği, makarna, pirinç grubu:
30 gramlık bir dilim ekmek,
30 gram kahvaltı gevreği,
1/2 su bardağı pişmiş makarna veya pirinç (bulguru da bu listeye dahil edebiliriz)
Sebze grubu:
1 su bardağı çiğ yapraklı sebze,
1/2 su bardağı çiğ veya pişmiş diğer sebzeler,
1/2 su bardağı sebze suyu
Meyve grubu:
1 orta boy elma, muz veya portakal
1 su bardağı üzümsü meyve veya küp şeklinde doğranmış karpuz/kavun
1/2 su bardağı doğranmış, pişmiş veya konserve meyve
1/2 su bardağı meyve suyu
Süt, Peynir, Yoğurt grubu:
1 su bardağı süt
1 su bardağı yoğurt (yapay tatlandırıcılı)
3/4 su bardağı yoğurt (sade)
1/4 su bardağı lor veya çökelek
30 gr diğer peynirler
Et, Balık, Yumurta, Bakliyat ve Kuruyemiş grubu
30 gr pişmiş et veya balık
1/2 su bardağı haşlanmış bakliyat
1 yumurta
2 çorba kaşığı fıstık ezmesi
1/3 su bardağı kuruyemiş
Yağ grubu:
1 tatlı kaşığı zeytinyağı, tereyağı veya mayonez
1 çorba kaşığı salata sosu veya krem peynir
(Bu liste Amerikan Diyabet Enstitüsü’nün 1998 yılında yayınladığı liste. Belki değişiklikler olmuştur, ben bunu buldum. Yarın da 1200 ve 1500 kalorilik diyet listesine bakarız.)
30 Kasım 2008
Porsiyon ölçüleri
Sonra Türkçesini de yazacağım ama şu linkte kilo vermek isteyenler
için porsiyon ölçüleri var. Neyi ne kadar yemeli, günde 1200 veya 1500
kalorilik diyetlerde nerede dur demeli sorularının yanıtını içeriyor.
Tabii diyette olan veya kilo vermek isteyenler için. Aydınlatıcı bulabilirsiniz:
http://walking.about.com/cs/walkoflife/a/dayservings.htm
için porsiyon ölçüleri var. Neyi ne kadar yemeli, günde 1200 veya 1500
kalorilik diyetlerde nerede dur demeli sorularının yanıtını içeriyor.
Tabii diyette olan veya kilo vermek isteyenler için. Aydınlatıcı bulabilirsiniz:
http://walking.about.com/cs/walkoflife/a/dayservings.htm
29 Kasım 2008
Hazırlayan da yemekle pişmeli
Bu yazıyı A. Tansuğ Kaybolan Tatlar grubuna yollamış. Kürşad bey sağolsun Mutfaklardan Taşan Öyküler'den de bahsetmiş. Kitabımın Sevgili Mary Işın'ın Gülbeşeker adlı eseriyle birlikte anılması ne güzel:
http://www.newsweek.com.tr/haberler/detay/21450/Hazirlayan-da-yemekle-pismeli
http://www.newsweek.com.tr/haberler/detay/21450/Hazirlayan-da-yemekle-pismeli
Sebze müzesi
Bu müzeyi gezdiniz mi?
Sebzelerden oluşan tablolar.
Her tablonun üzerine gidip tıklarsanız biraz daha büyük
halde görebilirsiniz. Ne sanatçılar var dünyada!
http://www.parisbeijingphotogallery.com/main/juduoqiworks.asp
Sebzelerden oluşan tablolar.
Her tablonun üzerine gidip tıklarsanız biraz daha büyük
halde görebilirsiniz. Ne sanatçılar var dünyada!
http://www.parisbeijingphotogallery.com/main/juduoqiworks.asp
Sivas yemekleri, Okudukça vs
Güzel bir haber: Bugün (cumartesi) saat 13'te, ATV'de yayınlanan Kültür Aşı'nda Sivas tanıtımı var. Kelle Tatlısı (Zara) ile Alatlı Pilav (Divriği) tariflerini izleyebilirsiniz. Bu haber sevgili Fatma Pekşen'den geldi. Bir diğer tv haberi de bu akşam 19:30'da, TRT2'de yayınlanan Okudukça programı ile ilgili. Bu programda kıymetli ağabeyimiz Sabri Koz, Müjgan Üçer ve H. Suna Ertekin Akkaya'nın birlikte hazırladığı Göldağı'nın Güldestesi Arapgir kitabını tanıtacakmış. Böyle güzel değerler tanıtıldıkça ben de çok mutlu oluyorum.
Bir de hatırlatma: Bugün 17:00'de National Geographic'te sevgili yemek programım Damak Tadını Bilenlerin Dünya Rehberi var. Meraklısına.
Bir de hatırlatma: Bugün 17:00'de National Geographic'te sevgili yemek programım Damak Tadını Bilenlerin Dünya Rehberi var. Meraklısına.
28 Kasım 2008
Sağlık reçeteleri-III
Bir de sorum olacak, İstanbul'da yaşayan dostlara. Eski, geleneksel, temiz bir simit fırını arıyorum. Böyle bir yer bilen var mı? Varsa telefon numarasını edinip bildirmeniz mümkün mü? Şimdiden yardım edecek arkadaşlara teşekkürler. Karaköy'de, Güllüoğlu'nun ilerisinde bir yer vardı ya hala açık mı bilmiyorum. Gülhan da (Kara) Kuzguncuk'ta hem simit hem ekmek yapan bir fırın vardı dedi. Bilmem siz bu yerleri biliyor musunuz?
*
Bugün yemek tarifi yok. Fındık fıstık var. Yani eften püften şeyler. Miş gibi görünse de öyle değil elbet. Fındığın, bademin, cevizin yeri büyük. Çünkü mükemmele yakın besinler bunlar. Öyleyse ne yapmalı? Evde kabuklu ceviz, badem, fındık bulundurmalı. Biliyorum bademi evde kırmak zor. Taş maş lazım, balkonda tık tık. Zor iş. Onu ben de ayıklanmış olarak alıyorum ne yalan söyleyeyim ama cevizle fındığı kabuklu alıyorum. Yıllaaaar önce annemin bir öğrencisinin babası tarafından yapılmış demir ceviz kıracağımızla her gün 3-4 ceviz, 10 kadar fındık kırıyor, ayıklayıp yiyorum. Minik bir Japon kasem var, hepsini (bademleri de) sayıp koyuyorum. (Sayıyorum çünkü daha büyük bir kase dolusu kuruyemişi gıkım çıkmadan yiyebilirim.) Onlar benim günlük kuruyemişlerim. Bakınız Mevsimlerle Gelen Lezzetler'de fındık için ne yazmışız: "Yüzde 50’si yağ olan fındıkta C, E ve F vitaminleri, protein, az miktarda karbonhidrat, albümin, fosfor, demir ve madensel tuzlar vardır. En yağlı kuruyemiş ünvanını kimselere kaptırmayan fındığın hazmı zordur ancak özellikle nekahat devresindekilere, hamile kadınlara, bedenen ve zihnen çalışanlara çok faydalıdır." Tek başına yemek istemezseniz de kuruyemişleri salatalara, pilavlara, kek ve kurabiyelere, ekmeklere.... oooh, pek çok şeye koyabilirsiniz. Galiba yakında güzel bir kuru meyveli, kuruyemişli, yulaflı kurabiye yapacağım. Az yağlı, belki de yağsız. Tatlı isteyenler vardı ya, onlar için.
*

27 Kasım 2008
Sağlık reçeteleri-II

26 Kasım 2008
Sağlık reçeteleri-I

25 Kasım 2008
Şimdi hafiflik zamanı, sağlık zamanı

24 Kasım 2008
Pastacı dostlar için eğitici bir site!
Cumartesi günü National Geographic'e Damak Tadını Bilenlerin Dünya Rehberi programını izlerken (tekrar edeyim, cuma akşamları 22:00'de gösteriliyor, tekrarı cumartesi 17:00'de) bir pasta ustasına rastladım. Hoş bir bayan. Pasta tasarımcısı imiş. Öyle güzel şeyler yaratmıştı ki internete girip araştırdım ve buldum: Confetti Cakes. New York'ta yeri. Program sırasında suşi tabağı pastası yaptı ama sitesindeki pastaların hepsi birbirinden hoş. Blogu da var, ayrıca bazı pastaların yapım videoları. Eminim hepinizin ilgisini çekecektir.
*
Bir de Evren'le duyurumuz var. İkimiz de bayramda Antalya'dayız. Bendeki kitaplarını ne zaman imzalayacaksın deyince eh artık bir Antalya buluşmasının zamanı geldi herhalde dedim. Blogcu dostlarımızdan Antalya'da yaşayan veya bayramda Antalya'da olacak olanlar varsa (Evren bir kaç kişinin geleceği haberini almış) sizden haber bekliyoruz ki gün, yer ve saati saptayabilelim. Sizde de varsa imzalatmak istediğiniz kitaplar, memnuniyetle renkli kalemlerimi getirebilirim. Bir ara her kitabın kapak rengine göre seçiyordum kalemlerimi, eğlenceli oluyor. Gerçi her renk yok elimde şu an ama alırım ne olacak?
*
Handan'ın bir çağrısı var, el vermek isteyenleri bekliyor. Sitesinden okuyabilirsiniz.
*
Bir de Evren'le duyurumuz var. İkimiz de bayramda Antalya'dayız. Bendeki kitaplarını ne zaman imzalayacaksın deyince eh artık bir Antalya buluşmasının zamanı geldi herhalde dedim. Blogcu dostlarımızdan Antalya'da yaşayan veya bayramda Antalya'da olacak olanlar varsa (Evren bir kaç kişinin geleceği haberini almış) sizden haber bekliyoruz ki gün, yer ve saati saptayabilelim. Sizde de varsa imzalatmak istediğiniz kitaplar, memnuniyetle renkli kalemlerimi getirebilirim. Bir ara her kitabın kapak rengine göre seçiyordum kalemlerimi, eğlenceli oluyor. Gerçi her renk yok elimde şu an ama alırım ne olacak?
*
Handan'ın bir çağrısı var, el vermek isteyenleri bekliyor. Sitesinden okuyabilirsiniz.
23 Kasım 2008
Yaşasın kitap!
Ideefixe, büyük bir indirim kampanyası başlatmış. Kitaplar %20-50 indirimle satılıyor. Benim kitaplara baktım, en az %30 indirim (taaa 90'larda çevirdiğim Erkeklerin İyileşmesi Yeryüzünü de İyileştirecektir adlı kitap dışında, aslında kitabın orjinal adı Savaşçının Yuvaya Dönüşü idi, erkekler ve bağımlılıkları üzerine çok kıymetli bir kitaptı ya bana kalırsa yazarının verdiği adla daha iyi tanıtılabilirdi) var. Her Güne Bir Yemek %35, Turunç Kokulu Düşler ve tüm Oğlak Yayınları kitapları %40, Mutfaklardan Taşan Öyküler ve tüm İletişim Yayınları kitapları %30, yine çok severek çevirdiğim ve çevirirken de çok şey öğrendiğim Bana Ne Yediğini Söyle: Hayatınızı Değiştirecek Beslenme Programı %30, diğer sevgili kitaplarım da yine %30-40 indirimde. Hepsi bu linkte var. Ama tüm kitaplar indirimde. Bu aralar kitap satın almak istiyorsanız güzel bir fırsat olabilir. Yılbaşı da geliyor, kitaptan daha güzel armağan olabilir mi?
22 Kasım 2008
Yaşamı çoğaltmak için

Fazla bir şey söylemeyeyim, poster kendisini anlatsın diyordum ama işin içinde biricik Pınar var. Güzel gülen, güzel işler yapan, güzel arkadaşım Pınar. Hal böyle olunca bir kaç satır eklemeden edemedim. Bir de festivalde gösterilecek filmlerle ilgili bilgileri okuyunca yok yok dedim, bir şeyler söylemeden olmayacak. Gittiğinize, gördüğünüze pişman olmayacağınız (veya olacağınız, nereden baktığınıza bağlı, bir daha bazı şeyleri yiyememe gibi bir riskiniz var tabii bu filmleri izledikten sonra, genleriyle oynanmış ürünler mesela) filmler bunlar. Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali ve Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi hakkında bilgi almak için www.surdurulebiliryasam.org
TV'de fastfood reklamları
New York Times'dan yine. Yeni bir araştırmaya göre televizyonlarda yayınlanan çocuk programları sırasında "fast food" reklamlarının yayınlanmasının yasaklanması şişman çocuk sayısını %18, şişman okul çağında çocuk sayısını ise %14 düşürebilirmiş. Araştırmacılar şişmanlık oranları ile fast food reklamlarının seyredildiği zamanları karşılaştırmışlar. Bu çalışmanın sonuçları Hukuk ve Ekonomi Dergisi'nde (The Journal of Law and Economics) yayınlanmış. Ancak şirketleri denetleyen bir kurumun sözcüsü bu çalışmanın 1990'lardaki verileri kullandığını, daha sonra Burger King ve McDonald's'ın Çocuklar için Yiyecek ve İçecek Reklam Konseyi ile bir sözleşme imzaladığını ve o günden beri 12 yaş altı çocuklar için verdikleri reklamlarda sadece daha sağlıklı ürünlerini kullandıklarını söylüyor. Tabii bu reklamlar çocukları bu firmalara çekiyor mu, çekiyorsa geldiklerinde neler satın alıyorlar bunu bilmek zor. Bir cumartesi haberi olarak paylaşmak istedim. Yineleyeyim, bu Amerika'da yapılmış bir çalışma. İster istemez çocuklar için ürün çıkaran yerli firmaları düşünüyorum. Gazozlar, şekerler, cipsler, bisküviler... Bizde RTÜK'ten başka reklamları denetleyen kurum veya kuruluş var mı acaba? Veya daha sağlıklı ürünler üretmeleri için bu şirketlere baskı yapabilecek dernekler, gruplar?
21 Kasım 2008
Brezilya'dan tatlar, renkler-III
Hilal bildi, Ferhan da %50 bildi: Kahve.
Evet, sorunun cevabı kahve. Hiç aklınıza gelir miydi?
*
Yok yok söylediklerinizden hiç biri değil. Tabii biz bazı şeyleri meyve olarak görmüyoruz, bu yüzden şaşırtmacalı gibi oldu bu soru. Aslında hepimize yakın olan bir şey, çoğumuzun hayatında önemli yeri var desem???
*
Yani kimse merak etmedi mi fotoğraftaki meyvenin ne olduğunu?
*
Bugün yazının son bölümü var. Artık haftaya başka bir konuya geçeriz. Brezilya'da bu kadar gezmek yeter herhalde hepimize. Biliyoruz ki yolumuz düşerse orada aç kalmayacağız. Güzel yüreklerce karşılanacağız, sevgi paylaşacağız. Fotoğraftaki meyve nedir diye soracağım. Siz tahminlerinizi paylaşın, sonra onun hakkında bir kaç kelam edeceğim. İşte yazının son bölümü:
Sao Paulo, 2005 yılında dünyanın mutfak merkezi seçilmiş bir büyük metropol ve başta Portekiz, İspanyol, Japon ve Arap mutfakları olmak üzere pek çok ülkeden yiyecekleri bir arada bulabileceğiniz, her gelir grubuna hitap eden restoranları, atıştırmalık yiyecek satan büfeleri ve sokak satıcıları ile gerçek bir lezzet başkenti. Özellikle meyvelere meraklı iseniz Brezilya’da pek çok yeni meyve ile tanışacaksınız. Her tür meyvenin tazesini tatmanın yanı sıra, püresinden yapılmış içecekler, dondurmalar ve tatlıları deneyebilirsiniz. Etseverler için bizim mangalda pişmiş yahut döner tarzı pişirilmiş etlerimizi andıran ve her tür etten hazırlanan “churrasco”lar var ve bu etler de özel lokantalarda servis ediliyor. Et lokantalarında ya baştan sabit bir ücret ödüyor ve sofranıza şişlerle getirilen etlerden tadıyor, yahut mönüden dilediğinizi seçip sipariş edebiliyorsunuz.
Brezilya’da en çok tüketilen yiyecekleri sayacak olursak, pek çok çeşidi ve farklı pişirme yöntemleri ile “feijao” denen baklagiller, pek çok yemek, tatlı ve içecekte yer almasının yanı sıra tek başına da tüketilen “coco”, yani hindistan cevizi, çoğu yemeğe özel bir renk ve tat katan, Afrika kökenli Brezilyalıların çok kullandığı ve bir tür palmiyeden çıkarılan dendi yağı (azeite de dendi), Portekizlilerin yanlarında getirdikleri geleneklerden biri olan “bacalhau” yani tuzlanmış ve kurutulmuş balık, “camarao seco”, kurutulmuş karides, bizdekinden farklı olarak yeşil olan ve yine pek çok tarifte yer alan limon, Brezilya’da çoğunlukla biraz kavrulmuş sarımsakla birlikte (kimi zaman soğan, domates gibi ek malzemeler de kullanılabiliyor) pişirilen pirinç listenin en başında yer alıyor.
Süt tüketiminin çok yüksek olduğu Brezilya’da uzun süre kaynatıldıktan sonra yoğunlaştırılan süt kreması pek çok tatlı yapımında kullanılıyor ve marketlerden hazır olarak satın alınabiliyor. Dünyanın başlıca şeker kamışı üretici ve ihracatçılarından biri olan Brezilya’da, tatlı tüketimi diğer tatlısever kültürlerden hiç de aşağı değil. Hatta arkadaşlarımın söylediğine göre çoğu fakir insan şeker kamışının kaynatılıp yoğunlaştırılmasından oluşan “rapadura” ile besleniyormuş, ben onların yalancısıyım!
Bir meyvesever olarak şu ana kadar karşıma çıkan, kimiyle Türkiye ve Amerika’da tanıştığım meyvelere ne kadar hayran olduğumu, pazar ve marketleri gezerken hepsinden alıp tatmamak için kendimi zor tuttuğumu bilmem söylememe gerek var mı? Kimilerini beğenmediysem de pek çok lezzetli meyve tatma şansım oldu. İlk günümde bir alış veriş merkezinin yanıbaşındaki satıcıdan şeker kamışı suyu aldım ve içerdiği şeker miktarını azaltmak için epeyce limon suyu ekledim. Ertesi gün pazara gittiğimizde pazarcılar çilek (bizimkilerden çok daha lezzetli) ve yıldız meyvesi ikram ettiler. Koskocaman ve çirkin kılıfının altından çıkan tatlı mı tatlı jaca’ya bayıldım, maracuja (çarkıfelek meyvesi) ve acerola’yı ekşi buldum, caju meyvesinden çok hoşlanmadım, satın almakla birlikte henüz mangosteen ve kino’yu tatmadım, atemoia’nın özellikle yenme şeklinden pek hoşlandım. Bizde de var diye elma, armut, karpuz, kavun, üzüm, Trabzon hurması, mandalina, portakal gibi meyvelere pek yüz vermedim. Bu liste ne ki, daha Brezilya’nın meyvelerinin çoğunu tatmadım. Sadece portakal ve şekerden yapılmış “doce de larenje”, yoğunlaştırılmış ve karamelize edilmiş sütle yapılan “doce de leche”, balkabağı, mor patates ve hindistan cevizi püresiyle yapılmış tatlılar da zevkle yenilebilecek tatlılar listeme girdi bile.
Evet, sorunun cevabı kahve. Hiç aklınıza gelir miydi?
*
Yok yok söylediklerinizden hiç biri değil. Tabii biz bazı şeyleri meyve olarak görmüyoruz, bu yüzden şaşırtmacalı gibi oldu bu soru. Aslında hepimize yakın olan bir şey, çoğumuzun hayatında önemli yeri var desem???
*
Yani kimse merak etmedi mi fotoğraftaki meyvenin ne olduğunu?
*

Sao Paulo, 2005 yılında dünyanın mutfak merkezi seçilmiş bir büyük metropol ve başta Portekiz, İspanyol, Japon ve Arap mutfakları olmak üzere pek çok ülkeden yiyecekleri bir arada bulabileceğiniz, her gelir grubuna hitap eden restoranları, atıştırmalık yiyecek satan büfeleri ve sokak satıcıları ile gerçek bir lezzet başkenti. Özellikle meyvelere meraklı iseniz Brezilya’da pek çok yeni meyve ile tanışacaksınız. Her tür meyvenin tazesini tatmanın yanı sıra, püresinden yapılmış içecekler, dondurmalar ve tatlıları deneyebilirsiniz. Etseverler için bizim mangalda pişmiş yahut döner tarzı pişirilmiş etlerimizi andıran ve her tür etten hazırlanan “churrasco”lar var ve bu etler de özel lokantalarda servis ediliyor. Et lokantalarında ya baştan sabit bir ücret ödüyor ve sofranıza şişlerle getirilen etlerden tadıyor, yahut mönüden dilediğinizi seçip sipariş edebiliyorsunuz.
Brezilya’da en çok tüketilen yiyecekleri sayacak olursak, pek çok çeşidi ve farklı pişirme yöntemleri ile “feijao” denen baklagiller, pek çok yemek, tatlı ve içecekte yer almasının yanı sıra tek başına da tüketilen “coco”, yani hindistan cevizi, çoğu yemeğe özel bir renk ve tat katan, Afrika kökenli Brezilyalıların çok kullandığı ve bir tür palmiyeden çıkarılan dendi yağı (azeite de dendi), Portekizlilerin yanlarında getirdikleri geleneklerden biri olan “bacalhau” yani tuzlanmış ve kurutulmuş balık, “camarao seco”, kurutulmuş karides, bizdekinden farklı olarak yeşil olan ve yine pek çok tarifte yer alan limon, Brezilya’da çoğunlukla biraz kavrulmuş sarımsakla birlikte (kimi zaman soğan, domates gibi ek malzemeler de kullanılabiliyor) pişirilen pirinç listenin en başında yer alıyor.
Süt tüketiminin çok yüksek olduğu Brezilya’da uzun süre kaynatıldıktan sonra yoğunlaştırılan süt kreması pek çok tatlı yapımında kullanılıyor ve marketlerden hazır olarak satın alınabiliyor. Dünyanın başlıca şeker kamışı üretici ve ihracatçılarından biri olan Brezilya’da, tatlı tüketimi diğer tatlısever kültürlerden hiç de aşağı değil. Hatta arkadaşlarımın söylediğine göre çoğu fakir insan şeker kamışının kaynatılıp yoğunlaştırılmasından oluşan “rapadura” ile besleniyormuş, ben onların yalancısıyım!
Bir meyvesever olarak şu ana kadar karşıma çıkan, kimiyle Türkiye ve Amerika’da tanıştığım meyvelere ne kadar hayran olduğumu, pazar ve marketleri gezerken hepsinden alıp tatmamak için kendimi zor tuttuğumu bilmem söylememe gerek var mı? Kimilerini beğenmediysem de pek çok lezzetli meyve tatma şansım oldu. İlk günümde bir alış veriş merkezinin yanıbaşındaki satıcıdan şeker kamışı suyu aldım ve içerdiği şeker miktarını azaltmak için epeyce limon suyu ekledim. Ertesi gün pazara gittiğimizde pazarcılar çilek (bizimkilerden çok daha lezzetli) ve yıldız meyvesi ikram ettiler. Koskocaman ve çirkin kılıfının altından çıkan tatlı mı tatlı jaca’ya bayıldım, maracuja (çarkıfelek meyvesi) ve acerola’yı ekşi buldum, caju meyvesinden çok hoşlanmadım, satın almakla birlikte henüz mangosteen ve kino’yu tatmadım, atemoia’nın özellikle yenme şeklinden pek hoşlandım. Bizde de var diye elma, armut, karpuz, kavun, üzüm, Trabzon hurması, mandalina, portakal gibi meyvelere pek yüz vermedim. Bu liste ne ki, daha Brezilya’nın meyvelerinin çoğunu tatmadım. Sadece portakal ve şekerden yapılmış “doce de larenje”, yoğunlaştırılmış ve karamelize edilmiş sütle yapılan “doce de leche”, balkabağı, mor patates ve hindistan cevizi püresiyle yapılmış tatlılar da zevkle yenilebilecek tatlılar listeme girdi bile.
20 Kasım 2008
Brezilya'dan tatlar, renkler-II

Brezilya mutfağı beş ana bölgeye ayrılıyor. Bu gezide göremeyeceğim için oldukça hayıflandığım -Amazonlar olarak adlandırılan ve yedi eyaleti kapsayan- kuzey bölgesi mutfağı ağırlıklı olarak Amazon Nehri’nin suladığı topraklarda çoğu kendiliğinden yetişen bitkiler ile deniz mahsullerinden oluşuyor. Brezilya’nın hemen her yöresinde kullanılan “mandioca” (manyok) ve yine bir tür kök bitki olan “yam”, yer fıstığı ve tropik meyveler kuzeyde en çok kullanılan ürünler. Bu bölgenin en önemli yiyeceklerinden biri kurutulmuş karides, bamya, soğan, domates, taze kişniş ve ülkede çok kullanılan ve bir tür palmiyeden çıkarılan “dende” yağı ile hazırlanıyor.
Kuzeydoğu Brezilya mutfağında, bölgede çokça yetiştirilen şeker kamışı ve kakaoyu ağırlıklı olarak görebiliyoruz. Görülecek yerler listemde olan ve Brezilya’nın önemli turistik bölgelerinden biri olarak kabul edilen Bahia, bölgenin yerlileri ile göçle gelen Afrikalılar ve Portekizlilerin mutfağını bir arada görebileceğiniz eyaletlerden biri. “Bahiana” denen ve kendilerine has yerel kıyafetleri içinde sokaklarda yiyecek pişirip satan kadınlarla sohbet edebilmeyi arzu ederdim doğrusu, Portekizce bilseydim eğer. Bu eyalette de deniz mahsulleri ve tropik meyveler mutfağı oluşturan temel malzemeler. İç bölgelerde ise et tüketiminin yanı sıra pirinç, bakliyat, mısır unu ve manyok çokça tüketiliyor. Batıya doğru gidildiğinde bu sefer tatlı su balıkları ile av etlerinin tüketildiğini, ayrıca soya fasulyesi, pirinç ve mısırın da mutfak dolaplarının en önemli malzemeleri arasına katıldığını görüyoruz.
Seyahatimin ayaklarını oluşturan eyaletleri içeren Güneydoğu bölgesi ise Brezilya’nın endüstriyel merkezi olmasının dışında pek çok etnik mutfağın özelliklerini taşıyan örnekler sunuyor ziyaretçilerine. “Feijoada”, siyah veya kırmızı fasulye, yahut kuru börülceden birinin etle pişirilmiş hali. Mutlaka pirinç pilavı ve sarımsakla kavrulmuş manyok unu ile servis ediliyor. Özellikle çarşamba ve cumartesi günleri pek çok restoranın mönüsünde yer alan bu “milli” yemekle birlikte karalahanaya benzer bir yeşilliğin kavurması sunuluyor. Yanında manyok kızartması da geldiyse değmeyin keyfinize! Patatesten daha lezzetli olan bu kök sebze Brezilyalılar için çok ama çok önemli. Pek çok kentte yiyeceklerin tartılarak satıldığı ve yöresel özellikler taşıyan yemek ve salataların sunulduğu “kilo” lokantalarında sadece burada saydıklarımla değil, farklı etnik mutfakların bileşiminden oluşan pek çok yemekle tanışacaksınız. Brezilya’da fast-food restoranlarının fazla tutulmamasının nedeni söylendiği kadarıyla bu lokantalar çünkü pek çok farklı yiyeceği bir arada tadabiliyorsunuz buralarda. Yapmanız gereken tek şey girişte elinize verilen fişi cebinize koymak, büfeden yiyeceklerinizi seçip tarttırmak ve fiyatını fişe yazdırmak. Genellikle 10 Brezilya lirasından (real) fazla ödemiyorsunuz, yani beş dolar, yani 7.5-8 liraya karnınızı krallar gibi doyurabiliyorsunuz.
19 Kasım 2008
Brezilya'dan tatlar, renkler-I

Brezilya denince aklınıza ilk Rio de Janeiro, kentin plajları ve her yıl dünyanın her tarafından binlerce turist çeken karnaval gelir herhalde. Sırada plajlarda sere serpe uzanmış esmer tenli Brezilyalılar ve elbette futbol tutkusu var ancak Brezilya bunlardan ibaret değil. Doğaseverleri de deniz severleri de, kent tutkunlarını da ağırlayan bu Güney Amerika ülkesi kültürü ve tarihiyle ziyaretçilerini büyülüyor her yıl. Ben ona “güzel gülüşlü insanlar ülkesi” diyor ve tabii ki gözümü dört açıp mutfak kültürünü tanımaya çalışıyorum. Ete, denizden çıkan her tür canlıya, kahveye, süte ve tatlıya ne kadar düşkün olduklarını eminim çoğunuz biliyorsunuzdur.
Dünyanın beşinci, Güney Amerika’nın ise en büyük ülkesi Brezilya. Anadili Portekizce ve tam adı Brezilya Federal Cumhuriyeti. Güney Amerika’da Şili ve Ekvator dışındaki tüm ülkelerle sınırı olan ülkenin batıdan doğuya uzunluğu 2700 mil. Güney Amerika’nın neredeyse yarısını kaplayan ülkenin en büyük kentleri 16 milyon nüfusla Sao Paulo, 11 milyon ile Rio de Janeiro, 3.8 ile Belo Horizonte. Toplam 26 eyaletten oluşan ve başkenti Brasilia kenti olan ülke nüfusunun çoğunluğu doğu eyaletlerinde yaşıyor.
Geçmişte bu koca ülkede sayıları bir milyonu bulan yerli halklar yaşarken, 16. yüzyılda başta Portekizliler olmak üzere zengin olma hayaliyle, yahut mevcut koşullardan kurtulmak, yeni bir hayal kurmak için pek çok ırktan insan bölgeye akın ediyor. Portekizlileri Almanlar, İtalyanlar, Suriye ve Lübnanlılar takip ederken çoğu Japonya’dan olmak üzere Asyalıların gelişi 1930’ları buluyor. Afrikalılar ise 1500’lerde gelen ilk etnik gruplar arasında. Bunca farklı kökenden insanın yaşadığı ülkede haliyle mutfak kültürü de oldukça değişken. Bir de ülkenin büyüklüğünü eklerseniz farklı toprak ve iklimlere sahip olan bölgelerin ortaya koyduğu ürün zenginliğini tahmin etmek hiç zor değil. Yani Brezilya’da bir yandan bitki örtüsüne göre değişen geleneksel ve yerel mutfaklar söz konusu iken bir yandan da ülkeye farklı dönemlerde gelen etnik grupların getirdikleri mutfak kültürü zenginliği var. Bu da demek oluyor ki, ülkenin her yöresinde farklı yiyecekleri tatma şansına sahipsiniz, tabii bütün ülkeyi gezecek zamanınız ve paranız varsa. Çünkü birbirine yakın görünen kentler bile uçakla birbirinden saatlerce mesafede olabiliyor Brezilya’da.
18 Kasım 2008
Bahia'nın kıymetlisi: Acaraje

17 Kasım 2008
Bugün Brezilya'dayız

16 Kasım 2008
Ana haber bülteninde yemek tarifi
Günlerden pazar. Saat 20:07. Star TV'de, ana haber bülteninde yemek tarifi veriyorlar. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacağım. Ayva tatlısı yapılacakmış. Töbe töbe. Bayram değil seyran değil... Muhabir önce elindeki ayvayla görüntüleniyor. (Ayvayı yedik mi demek istiyor acaba?) "Sayın seyirciler, şimdi ayva tatlısının nasıl yapıldığını öğreneceğiz," diyor ve aşçının yanına gidiyor. Elinde mikrofonu, sorular soruyor ve uzun uzun çekiyorlar tatlının yapımını. Sonra haber spikeri, "sizlere afiyet olun diyoruz, ustamıza da ellerine sağlık diliyoruz" diyor (bu sözcüklerle!) Ardından da, "şimdi kısa bir reklam arası," diyor. Bu gerçekten ana haber yayını mı? Yakında spiker haberleri verirken arka tarafta kurulan mutfakta aşçı yemek yapar, sonra spiker aşçının yanına gidip ee ustam şimdi ne yapıyorsun anlat bakalım seyircilerimize derse şaşırmayın!
15 Kasım 2008
İki yazı
Bugünkü Hürriyet Cumartesi'den iki yazı.
Birincisi Figen Batur'dan "yemekteyiz" yarışması yorumu, doğru söze ne denir:
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/10363767.asp?yazarid=88
İkincisi ise yazılarını her zaman çok severek okuduğum Ayşe Özek Karasu'dan
Avrupa'yı sarmalayan (ekonomik krizle bağlantılandırılmış) sakatat merakına dair.
Özellikle Yunanistan, İtalya ve Fransa'nın kimi bölgelerindeki sakatat merakını biliyorsunuzdur belki ya Ayşe hanım ilginç şeyler yazmış, okumak isterseniz burada (sakatat yemek ama bu tür yazıları ilginç bulurum doğrusu):
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/10363765.asp?yazarid=233
Birincisi Figen Batur'dan "yemekteyiz" yarışması yorumu, doğru söze ne denir:
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/10363767.asp?yazarid=88
İkincisi ise yazılarını her zaman çok severek okuduğum Ayşe Özek Karasu'dan
Avrupa'yı sarmalayan (ekonomik krizle bağlantılandırılmış) sakatat merakına dair.
Özellikle Yunanistan, İtalya ve Fransa'nın kimi bölgelerindeki sakatat merakını biliyorsunuzdur belki ya Ayşe hanım ilginç şeyler yazmış, okumak isterseniz burada (sakatat yemek ama bu tür yazıları ilginç bulurum doğrusu):
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/10363765.asp?yazarid=233
14 Kasım 2008
Ooo madlen madelen!

13 Kasım 2008
Göldağı'nın Güldestesi: Arapgir
Size sevgili Müjgan Üçer'in H. Suna Ertekin Akkaya ile birlikte hazırladığı "Göldağı'nın Güldestesi: Arapgir" adlı kitaptan bahsetmiş, hatta kitaptan güzel bir hikayeye burada yer vermiştim. Artık kitaba ulaşmak daha kolay. Kitapyurdu'nun sitesinden sipariş edebilirsiniz. (Hatırlatayım, kitabın geliri -masraflar çıktıktan sonra- Arapgir'deki bir okula verilecek. Bunu özellikle belirtiyorum çünkü Müjgan hanım ve Suna hanım bu kitabı hazırlamak için onca emek vermekle kalmadılar, matbaa masraflarını da kendileri ödediler ve gelirini eğitim için bağışlamaya karar verdiler. Belki bilirsiniz, arkanızda bir yayınevi yoksa kitabınızı yayınlatmak da dağıtmak da zordur. Bütün engelleri aşıp bu kitabı bizlerle buluşturdukları için kendilerine bir kez daha teşekkür ederim. Dilerim nice okuru olur bu kıymetli eserin.)
Mutfakta terör
Dağarcığımda mutfaklı anılar var, bir sürü. Onlara bakarak kendimi analiz etmeye çalışıyorum. Bir nevi karakter tahlili. Bir tanesi, daha doğrusu iki tanesi eski zamanlardan. Mutfakta birlikte çalışmaktan zevk aldığım iki kadın var. İkisiyle de pek görüşemiyorum artık, heyhat. Biriyle yıllar önce Bodrum'da, kadehlerde Kavaklıdere Kalecik Karası ile, diğeriyle İstanbul'da, Cihangir'de. Kadehlerde ne var bilmiyorum. Belki kadeh yoktu da, onu da hatırlamıyorum, çok zaman geçti üzerinden. Ama ikisiyle de mutfakta çok keyifli çalıştığımı hatırlıyorum. Sonra Bodrum'da aşçılık günleri. Mutfakta çalışırken her aşamada kirli şeyleri toplar, yağsız olanları yıkar, yağlı olanları kaldırır, tezgahı siler, bıçakları, kesme tahtalarını yıkar, kurularım, yeniden, yeniden kullanacağımı bilsem dahi. Oysa mutfağı paylaştığımız bir arkadaş hiç böyle değil. Bilakis, salata yaptıysa mesela, rendede havuçlar yapışmış duruyor olur. O ise işini bitirmiş, önlüğünü atıp bahçeye çıkmıştır. Arkasını kim toplayacak? Oysa hemen yıkansa hiç sorun olmaz. En büyük tartışmamız mutfaktaki temizlik. Sonra bazen bizim deli öğretmen kız gelir, haftasonları. Restoran kapalıdır. Mutfakta kendimize yemek yaparız. O hep benim dibimde durur, kollarımız birbirine çarpar. Şuleeee biraz uzağa git derim, koca mutfakta gelip benim dibimde durma. Sonra annem. Ne hikmetse ne zaman mutfağa girsem, onun da giresi tutar. Sonra misafir ettiğim bir arkadaşım. Ben kahvaltı hazırlıyorum, o yanımda tezgaha yaslanmış duruyor. Oysa o orada durduğunda ben dolaplara ulaşamıyorum. Veya çekmeceden bıçak alamıyorum. O sürekli yer değiştiriyor, ben sürekli bir yerlere uzanmaya çalışıyorum. Bir kaç kere ima ediyorum ama anlamamakta direniyor. Bu beni daha da rahatsız ediyor. Sonra anlıyorum ki ben bir mutfak teröristiyim. Özgürlüğüm elimden alındıysa mutfakta, elim kolum bağlanmış gibi oluyor, geriliyor, mutlu, mesut, kendi tempomda çalışamıyorum. Aranızda başka mutfak teröristleri var mı merak ettim. Yoksa bir ben miyim mutfak delişmeni? (Yalnız olmadığını bilmek ne güzelmiş. Üzerimden büyük bir yük kalktı. Yoksa kendimi huysuz belleyeceğim iyice. Demek ki insanlık hallerinden biriymiş bu da.)
12 Kasım 2008
Yine geldi o mevsim

Ala gözlü mestim seni
Sözünden özün tanırdım
Fehmederdim dostum seni"
diyor şair Seyrani. Ve ben, günün şanslısı, günün mutlusu, yılın ilk nergisleriyle poz veriyorum hayata. İşte pazara gitmeyi bu yüzden seviyorum. Her şeyin bir mevsimi var. Hoş Antalya pazarlarında mevsimler şaşıyor çoğu zaman. Yaz bitti ama mesela ortalık domates kaynıyor. Seraların ilk ürünleri çıkmış. Zebil (yoksa sebil mi?*) gibi ortalık. Ama Saklıkent'ten gelen biri var ki hala -belki artık son haftası- çıtır çıtır tarla salatalığı satıyor. Dayanamayıp 3 kilo salatalık alır mı insan? Alıyor. Sonra bütün kış yenmeyecek çünkü. Özlenecek. Bitene kadar, hiç değilse iki hafta daha kahvaltı sofraları salatalıkla çıtırdayacak. Sonra minik kahvaltılık biberler, tarlaymış, yaylaymış, hakikaten öyle gibi ama canım pembelerden değil, domatesler, patlıcan, kabak ve fasulye, kırmızı biberler, közlemelik. Artık sonu hepsinin. Sonra sıra otlara, kereviz, brokoli, yerelması (ah evet, yerelması alacaktım bugün ben, daldım, o eksik kaldı), lahana, ıspanak... Sıra onlara gelecek. Sırayla. Hepsinin bir zamanı var çünkü.
* Demet TDK sözlüğüne bakmış, sebil mi zebil mi diye. Zebil diye bir sözcük yokmuş. Ben de sebile baktım, o da şu demek: "Kutsal günlerde karşılık beklemeden hayır için dağıtılan içme suyu" Yani benim kullanımım her anlamda yanlış! (Bu sabah anneme sordum, yazıda kullandığım örneği vererek. Annem 33 yıl eğitmenlik yapmış bir öğretmendir, sözüne güvenirim, hele de konu dilbilgisi olunca. Meğer halk dilinde "zebil" diye kullanılan bir söz varmış, tam da benim kullandığım şekilde kullanılırmış. Halk dilinde kullanıldığı için sözlüğe girmemiş olabilir dedi. Ali Püsküllüoğlu sözlüğüne baktım, orada da zebil sözcüğüne dair bir bilgi yok. Bir de en sıkı eleştirmenime, kardeşime mi sorsam ki?)
11 Kasım 2008
Okullardaki yiyecek satışları
The New York Times gazetesindeki bir yazı okullardaki yiyecek satışlarıyla ilgili olunca merak ettim. Meğer Kaliforniya'da okullarda satılacak yiyeceklerle ilgili önemli bir karar alınmış. 2005 yılında alınan karar 2007 Temmuz'unda işleme konmuş. Buna göre okullarda satılan yiyecekler ağırlığının %35'inden fazla şeker, toplam kalorinin %35'inden fazla yağ ve %10'undan fazla doymuş yağ içeremezmiş. Bu yüzden okul kantinlerinde damla çikolatalı kurabiye satılamıyormuş mesela. Pek lezzetli ama pek de yağlı olan bu kurabiyeler olmadan da yaşanır elbet. Onun yerine daha az yağlı kurabiyeler yapılamaz mı? Yapılır. Sadece Kaliforniya'da değil, Amerika'nın çeşitli bölgelerinde (600 kadar okul bölgesinden bahsediliyor) okullarda satılan ürünlerin yağ, trans yağ, sodyum ve şeker içeriklerine sınırlamalar getirilmekteymiş. Amerika'da hızla büyüyen şişmanlık sorununun biraz önüne geçmeye çalışıyorlar elbet. Dilerim başarılı olurlar. (Yine de %35 oranında yağ ve şeker içeren bir besinin sağlıklı olduğunu söylemek ne kadar mümkün bilemiyorum. Yani bu önlemlerin yeterli olduğunu söylemek zor bana kalırsa.) İngiltere'de de Jamie Oliver önderliğinde bir kampanya başlatılmıştı. Peki bizim okullarımızın kantinlerinde neler satılıyor? Neler yiyip içiyor çocuklar okulda?
10 Kasım 2008
Hızlı, ucuz, lezzetli: Pelmeni

09 Kasım 2008
Dünyayı takip etmek/Tatlılar/Yemekteyiz programı
Dün takip ettiğiniz yabancı yemek bloglarını sormuştum. Gelen yanıtlara bir bakın, belki sizin de seveceğiniz, yaratıcılığınızı geliştirecek siteler çıkacaktır aralarından. Her zaman vaktim olmuyor ama olduğunda tastespotting'e bakıyorum. Orada blogunuzda yayınladığınız fotoğrafları yayınlama şansınız var. Fotoğrafı beğenenler de üzerine tıklayarak sitenize gelip o yemeğin tarifini alabiliyor. Hepsini yayınlamıyorlar tabii. Gözden geçiriyorlar. İyi olanları yayınlıyorlar. Bakıyorum, oradaki fotoğraflardan çoğu tatlı, pasta, kurabiye cinsi şeyler. En çok onlara mı meraklıyız yoksa onlar mı daha çok izleyici topluyor bilemedim. Siz ne dersiniz? (Dünkü yorumlardan birinde tastespotting'e benzer bir site önerilmişti ya tekrar baktığımda bulamadım. Belki siz verilen adreslere tıklayarak bulursunuz.)
Yemekteyiz programı için not: Bu programa bakıyor bakıyor, bir türlü sevemiyorum. Sevemediğim şey sanırım Türklerde sıkça rastladığım bir özellik. Elbette hepimiz böyle değiliz ama kimsenin yaptığını beğenmeme, kendini üstün görme, başkası başarılı olmasın diye alavere dalavere yapma, tartışma, aşırı eleştiri... Yarışmaya katılan Ayşen Tekin'e sormalı, o daha iyi bilir ama sanırım format gereği özellikle isteniyor dozu kaçmış eleştiri. Ki daha çok izleyici toplasınlar. Bir zamanların kavgalı dövüşlü gözetleme, evin içinde birbirini yerden yere vurma programlarının benzeri yaratılmış. (Geçenlerde blog komşularımızdan biri bu program Almanya'da da yayınlanıyor ama orada hiç bu şekilde sorunlar yaşanmıyor demişti.) Ayrıca yaratıcı, özel ve özenli yemek yapıldığına da çok rastlamıyorum sanki. Ama her gün ve tamamını izlemediğim için geneli için yorum yapmam doğru olmaz. Bunlar içimden geçenler.
Yemekteyiz programı için not: Bu programa bakıyor bakıyor, bir türlü sevemiyorum. Sevemediğim şey sanırım Türklerde sıkça rastladığım bir özellik. Elbette hepimiz böyle değiliz ama kimsenin yaptığını beğenmeme, kendini üstün görme, başkası başarılı olmasın diye alavere dalavere yapma, tartışma, aşırı eleştiri... Yarışmaya katılan Ayşen Tekin'e sormalı, o daha iyi bilir ama sanırım format gereği özellikle isteniyor dozu kaçmış eleştiri. Ki daha çok izleyici toplasınlar. Bir zamanların kavgalı dövüşlü gözetleme, evin içinde birbirini yerden yere vurma programlarının benzeri yaratılmış. (Geçenlerde blog komşularımızdan biri bu program Almanya'da da yayınlanıyor ama orada hiç bu şekilde sorunlar yaşanmıyor demişti.) Ayrıca yaratıcı, özel ve özenli yemek yapıldığına da çok rastlamıyorum sanki. Ama her gün ve tamamını izlemediğim için geneli için yorum yapmam doğru olmaz. Bunlar içimden geçenler.
08 Kasım 2008
En sevdiğiniz yabancı yemek blogu hangisi?
Biraz önce National Geographic'te "Damak Tadını Bilenlerin Dünya Rehberi" adlı programı izledim. Her hafta cuma günü 22:00'de yayınlanan programın tekrarı cumartesi günleri 17:00'de. Bu hafta ilk yarım saatlik bölümde ABD'nin güney eyaletlerinden örnekler vardı. (Bol bol domuz eti, ilgi alanım değil. Geçen haftaki bölüm harika idi, dünyanın çeşitli yerlerinden ekmekler!) İkinci bölümde ise yemek blogları. İlk konuk San Fransisco'da yaşayan Chez Pim'in sahibi Taylandlı Pim idi. Bir baharat dükkanına, Hindistan'dan gelen özel bir kahvenin kavrulup kahveye dönüştürüldüğü bir kafeye, erik peltesi yapan bir şefin restoranına idi yolculuk. İkinci konuk Vietnam'da yaşayan bir Avustralyalı, Sticky Rice'ın kurucusu. Onunla Hanoi'de bir tavuk çorbası restoranına gittim. Sırada Hong Kong'da yaşayan bir Çinlinin blogu vardı. Josh Tse'nin blogu. Sadece yazın, o da iki ay yenebilen bir "hasta" yengeç yemeğinin yapımına şahit oldum. Son konuk geçen gün browni tarifi nedeni ile bahsettiğim David Lebovitz idi. David Paris'te yaşayan bir Amerikalı. Çikolata ve dondurma üzerine kitapları var. Yemek blogu yazmayı çok sevdiğini, internet bağlantısı olduğu sürece bunu sürdüreceğini söyledi. Günde yedi bin kişi ziyaret ediyormuş sitesini. Daha çok olmasını beklerdim, şaşırdım. Türkçe yazdığımız ve çoğunlukla sadece Türkler ziyaret ettiği halde günlük okuyucu sayısı buna yakın olan yemek blogları var. Böyle bir programda bildik isimleri görmek hoştu. Ben de burada programdan bahsetmek ve sizin en sevdiğiniz yabancı blogu hangisi diye sormak istedim. Takip ettiğiniz yabancı yemek blogları var mı?
07 Kasım 2008
Yemek: Damak Tadının Tarihi
Bugün Radikal kitap ekinde Yemek: Damak Tadının Tarihi adlı kitap için yazdığım tanıtım yazısı var. Buradan okuyabilirsiniz.
06 Kasım 2008
Yolda olmak

05 Kasım 2008
Paylaşmak istediğim bir haber
Bakın bu haber harika:
http://www.bugday.org/article.php?ID=2711
Buğday Derneği'nin son bülteninde gördüm. Evinizde kullanmadığınız eşyaları değiştirmek için kurulan kent gruplarından bahsediyor. Dünyadaki örneklerinden haberdardım ama Türkiye'deki grupları duymamıştım. "The Freecycle Network" (Ücretsiz Geridönüşüm Ağı) dünyanın pek çok ülkesine yayılmış durumda. Şu anda toplam 4,620 grupta 6 milyonun üzerinde üyesi varmış. Bültenin tamamını görüntülemek isterseniz burayı tıklayın.
http://www.bugday.org/article.php?ID=2711
Buğday Derneği'nin son bülteninde gördüm. Evinizde kullanmadığınız eşyaları değiştirmek için kurulan kent gruplarından bahsediyor. Dünyadaki örneklerinden haberdardım ama Türkiye'deki grupları duymamıştım. "The Freecycle Network" (Ücretsiz Geridönüşüm Ağı) dünyanın pek çok ülkesine yayılmış durumda. Şu anda toplam 4,620 grupta 6 milyonun üzerinde üyesi varmış. Bültenin tamamını görüntülemek isterseniz burayı tıklayın.
04 Kasım 2008
Browni tarifini Türkçe'ye çevirdim
Kısaca aşağıdaki browni'nin Türkçeleştirilmiş tarifi
(İngilizcesine güvenmeyenler için):
115 gr bitter çikolata ve 85 gr tereyağını bir tencerede karıştırarak eritin, içine 2/3 cup (tarifte öyle olduğu için maalesef Amerikan ölçüsüyle veriyorum, ölçü kabınız yoksa 2/3 su bardağı ölçüsünü deneyebilirsiniz) toz şeker koyup karıştırın, sonra da iki yumurta kırıp karıştırın. Ayrı bir yerde 1 çorba kaşığı kakao, 1/2 cup (veya bardak) un, biraz vanilya ve çok az tuz koyup karıştırın ve çikolatalı karışıma ekleyin. Yarım bardak damla çikolatayı ekleyip karıştırın ve yağlı kağıt serdiğiniz 23 cm'lik kare bir kek kalıbına yayın. Üzeri için 200 gr krem peyniri 1 yumurta sarısı ve 5 çorba kaşığı toz şekerle pütürsüz hale gelene kadar çırpın (ben burada kullandığım yumurtanın akını da keke ekledim, ziyan olmasın garibim) ve diğer hamurun üzerine dökün. Bıçakla üzerine desen yapın, 180 derecede ısıtılmış fırında 35 dakika pişirin, iyice soğuyana kadar kesmeyin! (Ufak bir detay: Eti'nin badem ve portakallı bitter çikolatasını kullandım.)
(İngilizcesine güvenmeyenler için):
115 gr bitter çikolata ve 85 gr tereyağını bir tencerede karıştırarak eritin, içine 2/3 cup (tarifte öyle olduğu için maalesef Amerikan ölçüsüyle veriyorum, ölçü kabınız yoksa 2/3 su bardağı ölçüsünü deneyebilirsiniz) toz şeker koyup karıştırın, sonra da iki yumurta kırıp karıştırın. Ayrı bir yerde 1 çorba kaşığı kakao, 1/2 cup (veya bardak) un, biraz vanilya ve çok az tuz koyup karıştırın ve çikolatalı karışıma ekleyin. Yarım bardak damla çikolatayı ekleyip karıştırın ve yağlı kağıt serdiğiniz 23 cm'lik kare bir kek kalıbına yayın. Üzeri için 200 gr krem peyniri 1 yumurta sarısı ve 5 çorba kaşığı toz şekerle pütürsüz hale gelene kadar çırpın (ben burada kullandığım yumurtanın akını da keke ekledim, ziyan olmasın garibim) ve diğer hamurun üzerine dökün. Bıçakla üzerine desen yapın, 180 derecede ısıtılmış fırında 35 dakika pişirin, iyice soğuyana kadar kesmeyin! (Ufak bir detay: Eti'nin badem ve portakallı bitter çikolatasını kullandım.)
Zerrin'in projesi, Esra'nın kütüphanesi
İyi yürekli Zerrin'ciğim (Ayça'nın yardımıyla) blog okurlarının candan sevdiği, geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz sevgili Esra öğretmenin anısını yaşatmak için bir proje başlatmıştı, kütüphane projesi. Esra'nın öğrencilerine kitaplar yollayalım, bir Esra kütüphanesi kuralım dedi. Blogda duyuracakken projeyi tam, siteler kapandı, bir telaş onunla uğraştık ve unuta unuta bugünü bulduk. Bu haftasonu kampanya bitecek, istedim ki bir son dakika hatırlatması yapayım. Bizde pek çocuk kitabı kalmadı ama Zerrin'ciğim internet üzerinden kitap satışı yapan yerlerden kitap satın alabileceğimizi söylemiş ki bu çok mantıklı. (Ben Tübitak Popüler Bilim Kitapları arasından seçim yaptım ve kitapları doğrudan Zerrin'in belirttiği adrese yönlendirdim. Beş dakika bile sürmedi seçimi yaptıktan sonra.) Dilerim Esra'nın sevgili öğrencileri severek okurlar hepsini ve her biri birer kitap kurdu olarak yetişir. Sizler de hala katılmadıysanız ve katılmak istiyorsanız bilgilere buradan ulaşabilirsiniz. Zerrin'ciğim, onca işinin arasında böyle anlamlı projeler düzenlediğin ve sevginden hepimizi sebeplendirdiğin için sana ne kadar teşekkr etsek azdır. Sen çok yaşa.
03 Kasım 2008
Sonunda browni ama bu farklı

31 Ekim 2008
Madem mantardan bahsediyoruz

*
Yabani mantarları tanımak isteyenler için İstanbul'da mantar semineri var biliyor muydunuz? İşte gerekli bilgiler (Eğitimlerin çoğu tamamlanmış ancak hala 4 Kasım'dakine katılma şansınız var.)
Ücretsiz olan Amatör Mantarcılığa Giriş seminerlerine katılımınız çok önemlidir. Bunların tarihi ve yeri aşağıdaki gibidir:
- 19 Ekim 2008 15:30 - 17:30 Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi
- 20 ve 27 Ekim 2008 19:00 - 21:00 Yıldız Teknik Üniversitesi
- 04 Kas¹m 2008 19:00 - 21:00 Yıldız Teknik Üniversitesi
detaylı bilgiler grup sayfasında bulunmaktadır.
Arazi çalışmaları için rezervasyonlarınızı Bemet Tour'a info@bemettour.com adresinden ve 0216 467 83 66 (pbx) nolu telefondan ulaşarak yaptırabilirsiniz.
Jilber Barutçiyan
Mantar uzmanı
İsviçre Sağlık Bakanlığı mantar kontrol uzmanları (VAPKO) serbest üyesi
0532 761 4961
Grup adresi: mantardostu@googlegroups.com
*
Şu anda Jilber Barutçiyan Kanal 24'teki "Doğanın Çığlığı" programında. Tam da konudan bahsederken izlemek ne güzel. Dilerim tekrarı olur bu programın ve siz de izlersiniz. (Cumartesi 18:39'da ilave edildi.)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)