25 Kasım 2009

Bir sanatçıyla tanışın

Tanıştırayım, yandaki kolaj çalışmasını yapan sanatçının adı Nuran Ataylan. Çok sevgili bir dostumun yengesi. Üretken bir sanatçı Nuran Ataylan. Pek çok alanda eser veriyor. Malum yılbaşı yaklaşıyor. Belki sevdiklerinize Nuran hanımın kolajlarından, eldiven, başlık, çanta, şal, yastık veya kolajlı ahşap eserlerinden satın almak ve üretimini desteklemek istersiniz düşüncesiyle tanıştırdım sizi. Ben aradan çekiliyorum. Kendisine eserleriyle ilgili soru sormak isterseniz oğlu tarafından hazırlanan sitesinde iletişim bilgileri, ögzeçmişi ve eserlerinden kimilerinin fotoğrafları var.
(Bu vesileyle sizlere iyi bayramlar dilemiş olayım. Dayanamıyor ve çok yemeyin, tatlıyı abartmayın ama sevgiyi gani gani tadın, paylaşın diyorum. Geçen sefer radyo programı konukluğunu neden duyurmadın, hiç değilse sesini duymuş olurduk diyen dostlara duyuru: Cumartesi sabahı 9:30-9:40 civarında TRT FM'de olacağım.)

23 Kasım 2009

Yeni haftaya turuncu başlangıç

Bir not: Dünyanın çeşitli yerlerine kartpostal yollayıp sürpriz kartlar almak ister misiniz? Biraz İngilizce istiyor, sistemi anlamak için. Özellikle çocuklar için harika bir etkinlik olduğunu düşünüyorum, hem İngilizcelerini geliştirmeleri hem de postayla olan ilişkilerini kaybetmemeleri, sadece internetin kölesi olmamaları için. İçinde bir çocuk olan, posta kutusunda faturalardan başka şeyler bulmak isteyenler için de çok güzel olduğunu düşünüyorum. İlgileniriz diyenler bana yorumla e-posta adreslerini gönderebilirler mi, onlara bir davetiye yollayacağım. (E-postalarınızı yayınlamam merak etmeyin.)
*
Günler nasıl kayıp akıyor ellerimden. Zamanın mantığını çözemedim. Çözsem içine girip ayarlarıyla oynayacağım. Yavaşlatacağım (gerçi bazen hızlı geçmesini istediğim de oluyor, mesela Maya'nın geleceği zamanlarda günler göz açıp kapayıncaya kadar aksın, kuzuma bir an önce kavuşayım istiyorum) ki yapmam gereken işlerin hepsini yapabileyim. (Ayşen görse şimdi bu yazıyı, "zamanı esnet" der. Dersin değil mi Ayşen'ciğim?) İşte benim blog yazıları da zamanın bu dört nala akışının kurbanı oluveriyor bazen. Neyse ama, bugün için capcanlı bir fotoğrafım var. Dün çektim. Tazecik daha. Kesme tahtasının pisliğine bakmayın, salatamın yeşilliklerini henüz kıymıştım üzerinde. Geçen hafta aldığım ama ekşi diye yenmeyen (ekşi meyvelerle aram yoktur pek) mandalinaların suyunu salataya koyuyorum. Yani kendilerine limon muamelesi yapıyorum. Eh ziyan olmasınlar değil mi? Ama pek turuncuydular kesme tahtasının üzerinde. Onları öyle parıl parıl bakarken görünce fotoğraflamadan edemedim ve öylece (temizlemeden, duruşlarını değiştirmeden) basıverdim deklanşöre. İyi etmişim değil mi? İyice bakın onlara ve şifa olmalarını dileyin. Bazen bakmak da yemek kadar etkili olabilir -diye düşünmekteyim.

16 Kasım 2009

Haftaya sağlıklı başlangıç

Öğlen ezanı okunuyor. Yankılanıyor ses. Sanki dağlara çarpıp geri geliyor. Sokaktan bir araba geçiyor, ardında homurtusunu bırakarak. Uzaklardan bir matkap sesi ulaşıyor odama. Beyni oyan bir ses değil neyse ki. Güneş giremese de içeri, varlığını hissettiriyor. Ilık bir sonbahar günü Antalya'da. Çıkıp bakışları denize daldırmalı, güneşe dokunmalı, dağları seyretmeli. Ama ondan da önce haftaya sağlıklı bir başlangıç yapmalı. Ne dersiniz? Körpecik bir lahana alınır. İhtiyaç kadarı kesilir, güzelce yıkanıp incecik doğranır, koca bir salata kasesine alınır. Üzerine 2-3 havuç rendelenir. Varsa kereviz sapları, aroma versin diye. Bol maydanoz, taze soğan, turp. Limonu bol sever lahanayla havuç. Zeytinyağı sızma olacak, alasından. Demiştim ya, bu ara ben Zeytin İskelesi'nin organik zeytinyağını kullanıyorum. Kaşık hesabı. Limon gibi yağı da bol sever bu salata ama mızıkçılık yok, yağ işi abartılmayacak. Deniz tuzunu elle serpelemeli. Ne hikmetse onu da bol sever. Oysa ben tuzu da az koyma taraftarıyım. Üzerine -varsa- biraz kavrulmuş susam. İyice karıştırmalı ki tüm lezzetler birbirine sarılsın, aşka düşsünler birlikte, öpüşüp koklaşsınlar. Onların aşkı size sağlık olsun, şifa olsun. Haftanız sağlıklı, güneşli, ılık, verimli, sürprizli, gülmeli, sevmeli geçsin.

13 Kasım 2009

ACİL BİR RİCA: Bildiğiniz çok iyi bir turşucu var mı?

**** Yardımcı olan herkese teşekkürler. Evde yapamayacak olup da güzel turşu yemek isteyenler sanırım yorumlarda verilen adreslere uğrayabilirler. Ben de bugünlerde salatalık turşumun tadına bakarım artık. ****

Yarın sabaha kadar yanıtını bulmam gereken bir soru. Şehri önemli değil, var mı bildiğiniz çok iyi bir turşucu? Varsa İli, telefonu ve en büyük özelliği nedir söyler misiniz? Yardımcı olan arkadaşlarımıza şimdiden teşekkürler. (Not: Vallahi hamile falan yok etrafımda. Benden ise çoktan geçti. Canım turşu çekiyor diye de değil -çünkü kendi turşumu kurdum- bu bir "ennn" listesi için. Acil turşu yardımı yapılır diyen biricik Işıl ve Hadiye'ye çooook çok teşekkürler!)

12 Kasım 2009

Ekmek yoğuran eller

Bu fotoğrafı geçen yıl (yok yok evvelki yıl) Cenova'da çekmiştim. Güzel bir hal binası vardı, içinde her tür yiyeceğin satıldığı. Binanın koridor gibi bir yerinde gördüm bu ahşap kabartma resmi. İnce bir sızı oturdu içime ona bakarken. Dünyanın bütün emekçi kadınlarını anımsadım. Bıkmadan, usanmadan, of demeden ekmek yoğuran, tarla süren, inek sağan, peynir mayalayan, çocuk doğuran, bakıp büyüten ve acıların en büyüğü hep kendisine reva görülen kadınları. İçe ata ata kalbi de, ruhu da derisi gibi buruşur kadının. Gözlerinin feri söner, yaşama sevincini yitirir ve belki de zamanından önce ölür gider. Geriye kala kala anılar kalır. Soba üzerinde kızartılmış ana ekmeği, anamın tarhana çorbası, ah anacığım bayramlarda ne güzel baklavalar açardı... Böyle cümlecikler, içine özlem katılmış. Ne diyecektim nereye geldim. Oysa benim amacım sadece son yaptığım ekmeğin içindeki kişnişin ne kadar yakıştığını söylemekti. Meltem arkadaşım bahçesinde yetiştirdiği kişniş tohumlarından getirmişti evvelki hafta. Ben de son ekmeğimi yoğururken içine kişniş ve fındık koymuştum. İncecik dilimleyip kızarttığımda verdiği koku kişnişin, yüreğimi ferahlatıyor. Fındık ise pek işveli, her daim. Ufacık bir ayrıntı hayattan. Sadece bir anlık karar ve yoğuran ellere verilen komut: kişniş ve fındık da ekle! Hepsi bu.

09 Kasım 2009

Kek ye ama sağlıklısını ye!

Maurice Messegue'nin kitaplarından birinde okumuştum sanırım. Hani bizde "güneş girmeyen eve doktor girer" derler, o da "her gün bir elma doktoru evinizden uzak tutar" diyordu. Tam böyle olmayabilir ama anladınız değil mi ne demek istediğimi? Kekten bahsederken ne alakası var diyeceksiniz. Konuya uygun bir atasözü ararken aklıma geldi, e kekte de elma var diye yazdım. (Elma püresi muhteşem bir kek malzemesi, son zamanlarda vazgeçemediğim bir şey bu. Tabii kek için ayıklarken birazını da ağzıma atmayı ihmal etmiyorum!) Bir bağlantı var yine de. Şimdi bu yazıya neden gerek duyduğumu söyleyeyim. Dün gezdiğim neredeyse tüm bloglarda birer kek tarifi çıktı karşıma. Hepsi pek albenili, gel beni ye dercesine bakıyor ama çoğunun tarifini okuduğumda ister istemez yüzüm buruştu. İster istemez diyorum çünkü kek tariflerinde margarin falan gördüm mü dayanamıyor, oradan kaçıp gitmek istiyorum. Hele de 250 gram gibi dudak uçuklatan miktarda olunca yağ ölçüsü (kurabiye ve poğaçalar için de geçerli bu), daha da bozuluyor moralim. Bir dolu da şeker tabii. Nasıl nesiller yetişiyor diyorum. Besin değerinin çoğunu yitirmiş, beyazlatılmış unlar, rafine edilmiş, dişe zarar, bedene zarar şekerler, içinde ne olduğunu bile bilmediğimiz (öyle ya margarinin içinde her tür bitkinin rafine edilmiş, daha da sağlıksız olsun diye doyurulmuş -katılaştırılmış- yağı olabilir) yağlar, rengini korusun diye kükürtle kurutulmuş üzümler, kayısılar... Keklerin, kurabiyelerin içinde bunları gördükçe çok bozuluyor, bir anne çocuğuna bunları neden yediriyor, yazık değil mi o çocuklara diyorum. Ya da bir kadın sevdiği insanlara, komşularına, misafirlerine nasıl sunar bunları? Veya sağlık için programına doktorlar davet eden, onlardan bilgiler alan bir televizyon sunucusu neden programında sağlıksız yemek tarifleri sunulmasına izin verir? Hem de hemen her yetişkinin kolesterol, şeker vb ilaçlar yuttuğu, her gün yüzlerce insanın hayatını kaybetmesine, olmadı hayat kalitesinin düşmesine neden olan hastalıklar hakkında bugün artık pek çok şey biliyorken, doktorlar basbas bağırıp daha iyi beslenmemiz gerektiğini öğütlüyorken. Ha tabii o keki yapmayıp hazır kekleri, bisküvileri yedirse daha mı iyi diyeceksiniz, elbette değil ama kullanılan malzemelerin çok daha sağlıklı olanları varken, onlarla da pekala leziz tatlılar, tuzlular yapılabilirken neden? Neden gerçekten? Siz söyleyin, neden? (Bu yazıyı neden yazdığım meselesine bir ek daha: Bugünlerde domuz gribi ve GDO'ların serbest bırakılmasına takıldık. Her ikisi de çok önemli, daha çoook konuşacak, tartışacağız ancak evimizin içindeki zararları unutmayalım istiyorum. Ki bu zararlılar domuz gribinden de, GDO'lardan da daha uzun zamandır evimizdeler ve onlar hakkında çok az kişi patırtı çıkarıyor -ne yazık ki! Gerçi bakanımız güveniniz demiş ama şüpheci olmakta her zaman fayda var diyerek sözü sonlandıralım. Neticede biz bakanlarının Çernobil faciasından sonra radyasyonlu çaylar için "güvenli" dediği bir ülkenin insanlarıyız. Güven dediğiniz şey kalpten değil cepten geçer bizim coğrafyada. Şüpheci olmakta her zaman fayda var.)

06 Kasım 2009

Mutfakta geçen günler

Bazı günler mutfakta geçiyor zaman. Bir bakmışsın akşam oluvermiş, sen hiç çıkmamışsın mabedinden. Gerçekten, mutfak bir mabeddir. Bir tapınak, bir kutsal mekan. Duyularınızın bilendiği, elinizin işlediği ama zihninizin dinginleştiği, ortaya birbirinden leziz, birbirinden sağlıklı yemeklerin, ağzı tatlandıran, guruldayan mideyi sakinleştiren, ruhunuzu şenlendiren güzellikte mucizelerin çıktığı bir yerdir umarım sizin mutfağınız da. Benimkinin öyle olduğunu düşünüyorum. Elimden geldiğince mevsimin her rengini, her dokusunu bulundurmaya çalışıyorum buzdolabında, kavanozlarda ve kilerdeki raflarda. Sonbaharın ortalarındayız artık ya bizim pazarda yazın son tarla salatalıklarını görmüşken kış hazırlıklarında eksik kalan tek şeyi de halledeyim, biricik kardeşimi anarak bir koca kavanoz turşu kurayım dedim. Cem'ciğim Eylül'de geldiğinde turşu istemişti ya evde turşu yoktu o zaman. Olaydı keşke. Ya da ilk geldiği gün söyleyeydi de yapıvereydim. Şimdi olan turşudan ona hayır yok. Aklımızın bir köşesi uzaklarda kalarak yiyeceğiz artık, çaresi yok. Salatalık, havuç, bir kaç soğan (soğan turşusunun harika olduğunu ben Feryal'den öğrenmiştim), bol sarımsak, bir avuç nohut, kaya tuzu, sirke ve su var benim turşu kavanozunda. Üzerine ise bolca kereviz yaprağı koydum, hem güzel koksun hem de turşuyu korusun diye. Saplarını da yıkadım kökü henüz oluşmamış iki kerevizin, karmakarışık bir sebze çorbası kaynatacağım bugün, içine evdeki bütün renklerden dolduracağım. Yarın annem geliyor, onu da doyurabileyim diye "çakıldaklı fasulye"den pişireceğim bir kere daha. Kekim bitmişti. Dün elma, incir ve üzümleri haşladım. Keki yapmak bugüne kaldı. Evet bugün mutfakta geçen günlerden biri. Yani zihin dingin, huzur keka.

02 Kasım 2009

Ohhh iyi ki!

Ohhh iyi ki diyenlerden misiniz siz de? İyi ki tarhana yaptım diye düşünüyor musunuz bu soğuk günlerde? Bu ne ki, daha ne soğuklar gelecek ya dolabımda tarhanam var, hiç bir şey olmasa ondan pişiriveririm diyor musunuz eşe dosta? Ben diyorum doğrusu. İyi ki tarhana yapmışım bu yaz diyorum. Emek vermişim iyi ki. Bugün hava Antalya'da bile soğuk. Tam zamanı deyip tencereye koydum tarhanamdan. Biraz su ekledim, erisin iyice. Akşam karnım acıktığında pişireceğim. Haşlanmış nohutum var, sarımsağım, yazın kuruttuğumuz bahçemizin nanesi, yine yazın yaptığım biber-domates karışık salçam, sütüm, yanında kızartıp yemek için ev ekmeğim. Çok şükür herşeyim var. Çayımın yanına elmalı, cevizli yağsız-şekersiz kekim, meyvelerim, salata malzemelerim. Bereketin tam ortasındayım. Bu kadar güzel yiyecekle çevriliyken insan, içini karartmamalı diye düşünüyorum. Ne bileyim durduk yerde yarattığım küçük mutluluklardan biri işte. Yine küçük sevinçlere ihtiyacımız var galiba. İçimizi ısıtacak bir kase tarhanaya, çıtır çıtır kızarmış ekmeklere, sıcak yuvalara...