28 Şubat 2013

Balığa altlık

Geçenlerde Ayfer, "neden fotoğraf yüklemiyorsun," diye sorduğunda Facebook'tan bahsettiğini zannettim. "Facebook sayfasında fazla fotoğraf yayınlamak istemiyorum," dedim. Tamam kişisel şeylerin ağırlıklı olarak yüklendiği bir sistem (paylaşım sözcüğüne de kıl olmaya başladığımdan onun yerine başka bir sözcük arıyorum. Ne desem ki?) ama çoğu kişinin en özel, en kişisel fotoğraflarını dünyaya sunması beni şaşırtıyor. Niye şaşırdığıma da şaşırıyorum aslında. Hem üstelik bana ne ki? Çoğu zaman bir şey yazmadan önce bir durup düşünüyorum: "iyi de bundan kime ne?" Vazgeçiyorum yazmaktan. Böyle bir süreçteyim anlayacağınız. Meğer Ayfer blogdan bahsediyormuş. Dedim haklısın, bu ara ben de düşünüyorum yazmayı. Sonra bu sabah, Türkmen'in armağanı muhteşem kahvemi içtikten sonra ilham geldi (tam bir kahve snobu oldum, üstelik hem cahil hem cühela dedikleri snoblardan!) nicedir bekleyen bu fotoğrafı ve hikayesini anlatmaya karar verdim. Işıl (tatlı miniklerimin annesi) çok güzel bir somon yapar fırında. Bir süre sosta beklettiği somon dilimlerini fırınlar, hepimiz bayılırız. Geçenlerde nicedir somon almıyorum hadi bir alayım dedim, soslar pişiririm. Oysa ben somon sevmiyorum. Çok ağır buluyorum. Hele de buralarda taze somon bulmak iyice zor olunca pek sevilecek bir hali de olmuyor balığın. Tamari (aslında o da soya sosu ancak piyasadaki soya soslarından farklı olarak buğday kullanılmamış fermente soya fasulyesiyle yapılıyor), teriyaki sos, susam yağı, sarımsak, az bal ve taze zencefil ile sos hazırlayıp somon dilimini bir kaç saat bu sosta beklettim, yağlı kağıt üzerinde fırınladım. Balık taze olsaymış pek leziz olacakmış. Ama ben bugün balığı değil, altlığını anlatmak niyetiyle söze giriştim. Seviyorum balığı bir yatak üzerinde sunmayı. Evde de bir şey yok. Ne kullansam ne kullansam derken buzlukta bulunan haşlanmış kuru fasulye ve közlenmiş biberleri anımsadım. İkisinden de birer paket çıkardım. Az zeytinyağında bir ufak doğranmış soğan ve bir kaç diş sarımsağı soteledim, fasulye ve közlenmiş biberi ekleyip az pişirdim. Biraz tuz, biraz taze çekilmiş beyaz biber yetti. Blenderden geçirdiğimde balığa yataklık edecek pürem de hazırdı. İş tabaklara pay edip üzerlerine balık dilimlerini koymaya kaldı. Bir de süs olsun diye maydanoz. O kadar.

09 Şubat 2013

Ekmek kokusu

Şu dünyada sevdiğim pek çok koku var ama en sevdiklerimi sorsanız herhalde ekmek ve nergis kokusu derim. Tabii bebek kokusunu da eklemeliyim "en" listesine, hele de ailemize muhteşem bir bebeğin katıldığı şu aylarda. Gerçi Leylacık bizden binlerce kilometre uzakta yaşıyor ve o güzelim kokusunu duyamıyorum ama en azından ilk ayında hep yanındaydım, anılarla avunuyorum. Bir de son dönemde kahve kokusu eklendi sevdiğim kokulara. Kahvelerimin durduğu dolabı her açışımda burnuma gelen koku beni deyim yerindeyse çıldırtıyor, hemen bir kahve yapmamak için zor tutuyorum kendimi ama bugünün konusu ne kahve, ne nergis ne de bebek. Bugün ekmekten bahsetmek niyetindeyim, fotoğrafta gördüğünüz şu ye beni diyen ekmekten. Hikayesi şöyle: Günlerden bir gün arkadaşım Handan kahvaltıya davet etti, Yeşim ve Meltem'in de bulunduğu bu kahvaltıda bize kendi elleriyle hamurunu yoğurduğu mayasız tava ekmeklerinden yaptı, hani şu Hintlilerin "çapati" dediği ekmekten. Aman bir güzeldi ki. Evde ekmeğimizin kalmadığı bir gün annemden erken kalkmış olmanın kazandırdığı zamanla tam undan ufak bir hamur yoğurdum. İçine biraz süt, biraz tuz, biraz da kekikli sızma zeytinyağı kattığım hamurdan el kadar şekilsiz ekmekçikler açtım. Hamuru biraz yumuşak tutmuşum. Evdeki oklavayı da bulamayınca bir şişe yardımıyla açarken bolca un kullanmak zorunda kaldım. Tavayı iyice ısıtıp teker teker pişirdim, pişenleri soğumasınlar diye temiz bir mutfak bezi arasına sakladım. Toplam 5 tanesi bize yetti. Kalan hamuru unladığım bir kapta dolaba kaldırdım, ertesi gün yeniden taze ekmek pişirmek üzere. Bu sefer oklavayı bulduğumdan oklavayla açtım ya hamurun yumuşaklığı başımı epey ağrıttı. Demek ki neymiş, bu tür hamurlar sertçe tutulmalıymış. Bir sonraki tecrübeye hazırım. Ekmeklerin yamuk yumuk olması da beni rahatsız etmiyor doğrusu. Sonuçta önemli olan tadı değil mi?