25 Nisan 2006

Kitap tanıtımı


Kitaplar ve yeni dünyalar

Antalya’da hemen her apartmanin bahçesinde yeni dünya agaci vardir. Iste onlar simdi günesin de etkisiyle bir sürü kizarmakta olan meyveye ev sahipligi yapiyorlar. Ben de dayanamayip fotografladim bir kismini. Bizim arka bahçede de var yeni dünya agaçlari ve geçen gün bir kaç tane kopardim. Pazarda da vardi ya turfanda idi, yarisi olmussa yarisi da göktü. Seçtirmeyince satici ben de almaktan vazgeçmis idim. Nasilsa bir iki haftaya kadar bollanir, ben de bol bol yerim.

Iste Dr. Nermin Işık’in bulgur kitabi. Daha önce Duru Bulgur’un sponsorlugunda çiktiginda haberim olmus ve kendisinde bir kitap istemistim. O zaman da duyurmus, tanitmistim ancak yaygin olarak bulunabilen bir kitap degildi. Simdi ise Alfa Kitap’tan yeniden basildi. Kitap geldigi gün çok sevinmis, hemen gruplara duyurmustum. Iste gruplara yolladigim nottan kesitler: “Kitabin yeniden yayinlanmasina çok sevindim çünkü hem bulguru gida maddesi olarak çok
önemsiyorum (Anadolu'ya has olan ve pek çok kullanim alani bulunan bulgur hemen her yörenin beslenmesinde büyük önem tasir, çok saglikli ve dengeli bir besindir), hem de bu kitabi çok sevmistim. Çorbalardan tutun da sulu yemeklere, pilavlardan salata ve tatlilara bulgurun kullanildigi pek çok yöresel tarifi derlemis Dr. Isik bu kitap için. Tabii ki bulgur yapimi, bulgurun besin degerleri gibi bilgiler de var. Kitapta Gaziantep'ten Konya'ya, Artvin'den Çanakkale'ye pek çok ilimize has tarifler var. Örnek isterseniz topalak, yumurtali köfte, anali kizli, ayva dolmasi (Nermin Hanim'in izniyle bu tarife 'Meyve Agacindan Hikayeler' kitabimda
yer vermistim), sam tiridi, kulak çorbasi, pancar cacigi, iskevteli bulgur pilavi, kesme bulamaci, dügülü hashas tatlisi... Nermin Hanim'i bu güzel eseri için kutluyor, Alfa Yayinlari'na da bu degerli eseri mutfakseverlere kazandirdigi için tesekkür ediyorum.”

Bugün Alfa Kitap’tan bir yeni kitap daha geldi. Bursali sanal dostum Ramis Dara’nin Vefalı Dostlarım Şifalı Otlarım adli kitabi. Sanal dostum diyorum çünkü kendisiyle hiç tanismadik. Radikal’de Bursa’nin ünlü mekanlarindan Ulus Pastanesi için yazdigim yaziyi görüp Bursa dergisinde yer vermek istedigini söylemis, ben de ona izin vermistim. Daha sonra bana Bursa Defteri dergilerinden, Bursa Sözlügü’nden ve bir de yine kendisinin çikardigi edebiyat dergilerinden göndermis idi. Bursa’yi gönülden seven bir doga asigi edebiyatçi olarak tanimlayabilirim kendisini. Daha önce yayinlanmis eserleri arasinda sair-siir incelemeleri, deneme, günlük, çeviri ve Bursa denemeleri var. Ben de ona Bir Ot Masalı’ni göndermistim. O aralar kendisinin de bitkilerle ilgili bir kitap hazirliginda oldugunu söylemisti. (Kitabin sunus yazisinda Eylül 2002’de basladigini söylüyor.) Aradan herhalde 2 yil geçmis olmali. Epeydir haberlesmemistik kendisiyle ki geçenlerde kitapçiya gittigimde bir de baktim ki kitabi çikmis. Benim kitaplarima da kaynakçada yer vermis, sagolsun, varolsun. Iste bu kitapta 841 adet bitkinin tanimi var. Abanoz’dan zulumba’ya... Çiçekler, otlar, kaktüsler, ağaçlar, bunlarin latince isimleri, familyalari, yerel adlari, özellikleri var kitapta. Elinize saglik sevgili dostum Ramis Dara. Kitabinizin yolu açik olsun. Tabii sizin de. Umarim Bursa gezileriniz güzel geçiyordur. Yeni eser ve sohbetlerde bulusmak dilegiyle.

19 Nisan 2006

Başkadır bozkırda baharlar

Afyon’dan dün aksam döndüm. O ne yorgunluktu öyle. Güzeldi bir yandan. Yetiskin olmak demek, çocuklara karsi toleransli olamamak demek bazen. Iste sinirlarin zorlandigi günlerden bir kaçi yasandi. O gencecik yüzlere bakip hüzünlenmemek elde degil. Bir kaçini kenara ayirirsaniz, çogu için gelecek var mi? Televizyonlarda gördükleri sarkicilara ve futbolculara özenip, ezbere dayali bir sistemde egitim görüp, batinin üzerimize boca ettigi ve bizimkilerin de taklit ettigi bir garip çöplük yiyecekleri grubuyla karnini doyuran, susuzlugunu kesen, tektiplestirilerek hayata atilacaklar bir dolu ‘deli’ kanli çocuk. Ya sonra? Zor zamanlar. Bazen “iyi ki vakti zamaninda okulu bitirmisim” derim. Demeye de devam ettim. Gittigimiz okullarda biçakli saldirilar olmamistir herhalde, sormadik. Aralarinda dünya kadar fark olan çocuklar tanidik. Ilk günün son duragi olan Aydın Doğan Bilim ve Sanat Merkezi’nde gördügümüz çocuklar mesela, piril pirillar. Zeki bakislari, ilgili halleri, duruslari, özgüvenleri insana “yasasin, iyi ki böyle çocuklar da var” dedirtiyor. Sanatla, müzikle ilgililer, annelerine siir yaziyor, duygularini öyküyle ifade ediyor, müzikle, resimle ugrasiyorlar. Yakinda siir ve öykü kitaplari çikacakmis. Kimileri yazmis, kimileri resimlemis. Bir de dergileri var. Tıfıl adinda. Pek hoslar. Mesela ‘kakarakikiritür’ kösesi pek eglenceli. Çizgileriyle, sözcükleri kullanislariyla bu çocuklarin ileride de özel insanlar olacagini farkediyorsunuz.

Içlerinden biri vardi ki, o kocaman güzel gözleriyle etkiledi beni. Adini sordum Hasan Hüseyin’mis. Fotograflarini çektim, poz verdi bana. Daha pek çok resmini çekmek isterdim ya üçünün arasinda en iyisi buydu. Ne mutlu ailesine, Hasan Hüseyin gibi bir evlatlari oldugu için. Bu karsilikli bir duygu olmali. Ne ekersen onu biçersin diye bosuna söylememis herhalde atalarimiz.

Programi sirali olarak anlatacak olursam söyle: Pazar sabahi Antalya’dan yola çikip, bahari yavas yavas arkamda birakarak yol aldim Afyon’a dogru. Kibris akasyalarinin bir resmini yayinlamistim ya geçenlerde, iste onlarla doluydu yol. Ne güzeldi rüzgardaki salinislarini görmek. Yükseldikçe, bahar gerçekten de geride kaldi. Yer yer bahara durmus agaçlar aylardan nisan oldugunu animsatsa da, bildigim, alistigim bahar daha yeni patlamaktaydi yükseklerde. Afyon bozkirin en orta yerindedir, bilirsiniz. Anadolu’nun pek çok yerinin kesisme noktasindadir. Yol boyu mermer fabrikalari, hashas tarlalari ve Afyon’a yaklastikça da alisveris merkezleri, mola mekanlari karsilar sizi. Hayiflandigim bir sey varsa, o da hashas tarlalarinin beyazla mora büründügü bir zamanda girememis olmak Afyon’a. Mayisi, mayisin belki de sonlarini beklemek gerek onun için. Öyle dediler. Hashaslar seyreltilmekte bu aralar. Ilçelere giderken yol boyu tarlalarda gördügümüz kadinlar, seyreltme isiyle mesguldü. Ne de güzel salatasi olur o hashaslarin! Çocuklar bana hashasla yapilan yiyecekleri siraladilar, istedigimde. Lokul, agzı açık, mantı (ama bildigimiz manti gibi degilmis), ‘gatmer’ (siz ona katmer diyor olabilirsiniz), hamursuz, haşhaş karması. Bu pekmezle yapilan bir tür tatli. Hashasla pekmezin karisimi. Peki hashas sürtmesi mi (yani ezmesi) yoksa hashasin kendisi mi karistiriliyor pekmezle? Bence hashasin sürtülmüs hali. Ki pek güzeldir. Yiyenler bilir. Tabii bunun için elimdeki kaynaklara bakacagim. Ama simdi degil. Önce bu yaziyi bitirip yayinlamak, sonra hal bulabilirsem pazara gitmek istiyorum. Yoksa cumaya mi devretsem hakkimi?

Konaklama tesisi Oruçoğlu Termal Tesisleri. Kütahya yolunda, yine bozkirin ortasinda kurulmus kocaman bir merkez. Brosürünü almadim, ancak eminim internette Oruçoglu yazdiginizda pek çok bilgi bulacaksiniz. Günlerden pazar ya, Afyon’dan da günübirlik banyolara gelenler var. Bileydim tek sansim oldugunu, kür merkezinden hiç çikmazdim. Yine de akillilik edip bir masaj yaptirip bir de bitki banyosuna girebildim. Iyi ki de yapmisim. Sonra bir daha firsatim olmayacakti çünkü. Bana göre bütün diger büyük ve çok yildizli otellere benziyor Oruçoglu. Çok bayildigim bir sey degildir kalabaliklarin, açikbüfe yemeklerin, çoluk çocuk gürültüsünün oldugu yerler. Her yastan insan var. Kimi sifa bulmaya gelmis, kimi dinlenip tatil yapmaya, kimi de bizim gibi festival konugu. O aksam sadece ben varim otelde. Açilis konseri için birinin beni almaya gelecegini aksam yemegine indigimde ögreniyorum. Öyle de basim agriyor ki. Söylenilen saatte asagida, lobideyim ama gelen giden yok. Meger bir araba gelmis ve beni göremeyip dönmüs. Firsat bu firsattir deyip erkenden yataga. Sabaha dinç kalkmak gerek. Bileydim ki program gün boyu ordan oraya kosusturmayla geçecek, bir saat daha ekleyebilirdim uykuma. Kahvaltidan sonra Afyon’un Sinanpaşa ilçesine yol alacagiz. Kimler var? Yazar ve sinema elestirmeni Rıza Kıraç. Onu Doğan Kitap’tan çikan roman ve öyküleriyle, belki de Zaman gazetesinde ve zaman zaman Radikal’de yazdigi sinema elestirileriyle taniyorsunuz. Rıza çocuklara ‘Hikayemizi kim anlatıyor?’ baslikli bir konusma yapacak.

Fotografini gördügünüz Aydın Yavaş benim hemsehrim. Eskisehir’de egitmenlik yapan Aydın, Türkiye’nin tek panflüt sanatçisi. Dünyaca ünlü panflütçü George Zamfir’in ögrencisi olmus, onunla sahne almis bir sanatçi Aydın. Rus piyanist Alexander Mekaev’le birlikte çocuklara küçük bir dinleti sunuyorlar Sinanpaşa Çok Amaçlı Lise’de. Ayrica Aydın onlara panflütün tarihini anlatiyor. Binlerce yil önce Anadolu topraklarinda kesfedilen bir müzik aleti panflüt. Tanri pan’i biliyorsunuz tabii. Peki ya esek kulakli kral Midas’i? Iste Aydın Yavaş çocuklara panflütün tarihini ve onun nasil da en iyi müzik aleti seçildigini anlatiyor. Arada bir kaç parça da çaliyor. Ne güzel o duru sesi dinlemek.

Ögle yemegimiz Sinanpaşa’dan Afyon yoluna dogru çikildiginda yol kenarinda bir otel ve benzinligin yanina kurulu bir cennet bahçede. Baska olur Anadolu bozkirlarinda bahar. Bir baskadir gökyüzü. Resim bunun ispati degil mi? Ben yemesem de Afyon’a gidip sucuklu bir sofraya oturmadan olmaz. Izgarada pismis sucuk yaninda izgarada domates ve biberle birlikte geliyor.

Bu tabagi ödünç alip resimledim. Vallahi sirf sizin için! Yemekten sonra tatlidan da tatli gelen panflüt dinletiyisle sarhos olduk. En sansli dinleyiciler bizdik elbet. Bir salona tikilmak zorunda kalmadan, doganin en ortasinda, kus civiltilariyla dinlenen müzik son kalan sinirlerimizi de alip iyice pelte kivamina getirdi hepimizi. Kurbagalar bile seranadi kesip dinledi!

Ögleden sonra bu sefer Sinanpaşa Ortaokulu’ndayiz. Çocuklar bizi sopalarla karsiliyor! Korkmayin canim, dövecek degiller elbet. 23 Nisan hazirliklari. Dün gittigimiz Çay Lisesi’nde ise bu sefer 19 Mayıs’a hazirlanan kizlari görünce ben biraz lise günlerime döndüm dogrusu. Ama öyle uzak ki o günler. Ben miydim onlari yasayan bilemez oluyorum bazen. Liseyi bitireli 24 yil olmus. Böyle söylemek bile bir garip. Çok mudur 24 yil? Yoksa dün mü yasanmistir o günler? Hiç yasanmamis da olabilir mi dersiniz? Aksamüzeri Aydın Doğan Bilim ve Sanat Merkezi’ndeki ögrencilerle karsilasmak, yukarida söyledigim gibi, içimize su serpti. Aksam Alexander Mekaev’in piyano resitali var. Kaç yil geçti resital dinlemeyeli? Bunun da bir pratik oldugunu, aksam aramiza katilan öykücü Ethem Baran (Ethem Baran'la Eşin Cini adli yeni öykü dergisini konustuk. Ikinci sayisini aldigim, farklı ve özenli buldugum dergide Ethem Bey'in de bir öyküsü var. Üçüncü sayida da onunla yapilmis bir söylesi okuyacakmisiz. Öykü sevenler için bir vaha bu dergi. Daha almadiniz mi?) ve Rıza Kıraç’la konusuyor, hemfikir oluyoruz. Ben mesela, kirlarda, yanibasimda bir kadeh sarap ve basit de olsa renkli ve güzel yiyecekler esliginde, doganin renklerine karismis bir dinletiyi bin kere, on bin kere tercih ederim. Aydın Yavaş’ın mini resitali onun için içimize isledi belki. Boston’da gittigim kir konserlerini animsadim. Bizim Charles nehri kiyisindakiler mesela, M.I.T Üniversitesi kampüsünde, Harvard’daki konserler... Yine durup düsünmeden edemiyorum. Ben miydim onlari yasayan?

Peki yemek? Neler yedin? Neler aldin? Pek bir sey yedim diyemem. Açikbüfeleri sevmem pek dedim ya. Afyon’a ait bir tek ufak parça kaymakli ekmek kadayifi var listemde. O da fazla tatli geldi, alisinca az tatli tatlilara. Sabah kahvaltilarinin hit parçasi, Hüseyin Başkadem’in “çocuklugumuzda evde hep yenirdi. Biz eşek zeytini deriz. Limonlu, zeytinyagli salamurada bekler ve evde mutlaka bulunurdu” dedigi iri yesil zeytin. Disarida yesil zeytin yemeyi de pek sevmem, limon tuzu fazla kaçmis olur. Ev zeytini gibi degildir pek. Ama bunlar pek lezizdi. Zaten ikinci gün kahvaltimi simit, beyaz peynir, domates ve esek zeytini ile yaptim. Bakin o güzeldi iste. Ilk günün aksamüstü bilim ve sanat merkezine geldigimizde, merkezin alt katindaki okulda simit satan bir ögrenciyi görünce, onunla sohbet etmeden edemedim. Adi Tuba bu güzel simitçinin. Aslinda simitçi degil tabii. Ögrencilerden biri. Pek güzel bir kizdi Tuba. Nöbetlese simit satiyorlarmis. Pek rastladiginiz bir uygulama degil degil mi? Festivali düzenleyen Hüseyin Başkadem’den bahsetmeden olmaz. Afyonlu bir ailenin çocugu Hüseyin Başkadem. İstanbul’da, Kartal’da bir okulda müzik ögretmenligi yapan bir müzisyen. Yillardir en olmayacak islerden birini basarip Afyon’da klasik müzik ve caz festivali yapiyor. Sadece müzik dinletmiyor, konuklarini ilçe okullarina götürüp çocuklara okulda dinletiler ve konusmalar yaptiriyor. Müzisyenler, edebiyatçilar, modacilar, tiyatrocular... Kimler gelmemis ki bu sayede Afyon’a? Tan Sağtürk’ten Işıl Özgentürk’e, Tilbe Saran’dan Nedim Gürsel ve Tuna Kiremitçi’ye pek çok konuk Afyon’un ilçe okullarinda söylesiler yapmis, sanati, edebiyati anlatmis. Sansli degil mi simdi bu çocuklar? (Hüseyin Başkadem hakkında daha fazla bilgi isteyenler internetteki herhangi bir arama motorunda adını yazsınlar, bakın bakalım neler çıkacak karşınıza? Belki bu çıkmaz ama: Bu adam Nazım Hikmet'e benziyor! Hem de çok. Bence.)

14 Nisan 2006

Tatlı krizi aşk gibidir

Bu not dün aksam geldi. Arkadasim Dr. Umur Gürsoy'dan. Hakli. Lütfen destek olalim. Olmak zorundayiz. Sinop hepimizin degil mi:
www.sinopbizim.org adresine girip "destek olun" menüsüne tıklayıp Sinop'ta yapılması düşünülen nükleer santrala karşı olduğunuzu bizlere açıklayabilirsiniz. Bazılarınızın hâlâ isimlerini göremiyoruz. Kafası karışık olan arkadaşların benimle irtibata geçmeleri rica olunur. Kendinizin, çocuklarınızın ve torunlarınızın geleceğine sahip çıkın. Bu ve bu mesajı lütfen yakınlarınıza ve üye olduğunuz e gruplara çoğaltın . Sinop ve bu ülke bizim.
Sevgilerimle.
Umur Gürsoy
*
Tanitmak istedigim kitaplar vardi. Sevgili Hülya Kolabaş'in gönderdigi 'Butterfly'dan Özel Tatlar' ve Bilesim Yayinevi'nin gönderdigi Eyüp Kemal Sevinç'in 'Sonsuz Mönü' kitabi. Bunlara bir de Dr. Nermin Işık'in 'Bulgur Yemekleri' kitabi eklendi. Alfa Yayinlari'ndan çikmis. Özellikle sonuncu kitaba çok çok sevindim çünkü bu kitap daha önce Duru Bulgur sponsorlugunda yayinlanmis ancak fazla insana ulasmamisti. Simdi bütün kitapçilarda olacak. Ne güzel! Bence çok özel bir kitap bu. Dönüste uzun uzun bahsetmek isterim ama hemen söz etmeden geçemedim. Yarin Afyon'a gidiyorum. Artik dönüste resimlerle ve anilarla burada olacagiz. Bu seferki uzun bir gezi degil. Günleriniz güzel geçsin.

Tatli krizi ask gibidir, geldi mi ondan kaçilmaz. Ingilizce'de 'falling in love' denir, yani aska düsmek. Asik olunmaz, aska düsülür. Bu deyim bana daha dogru gelir hep. Tatli krizi de biraz öyle. Bir anda kendini içinde bulursun. Çirpinir çirpinir bir süre ondan uzak kalirsin ama sonra tüm benligini sardigini farkeder, ona düsersin. Iste geçenlerde böbürlenerek 'hallettim' dedigim, hatta bunun için övgü bile aldigim tatli krizim Çikolata filmindeki rahip/belediye baskaninin sabah dükkanin çikolatalarla dolu vitrininde her tarafi çikolataya bulanmis bir halde uyanmasi misali, kendimi Divan'a attim. Evden çikmamis olsaydim, belki atlatabilirdim evdeki kaynaklarla. Ama çikmistim bir kere ve yolumun neredeyse üzerindeydi. Ekler'leri düsündüm. Sonra badem ezmeli çikolatalar canlandirdim zihnimde... Ve tabii ki yenildim ve içeri daldim. O da ne, ekler pastalar var. O miniminnaciklardan. En sevdiklerimdir. Ille de Divan'in olacak. Sonralari Gezi Pastanesi'ninkileri de çok sevmistim. Öyle her yerin ekler'ini de yemem arkadas! Kötü bir ekler yemektense yememeyi tercih ederim. Bunun lüks tüketim düskünlügüyle ilgisi yok. Sadece kötü ekler'in yenecek bir nane olmadigini düsünmekteyim. Madem ekler ekler diyoruz. Bakalim efendim Larousse Gastronomique ne demektedir bu leziz pasta için?

Ekler (eclair miydi orjinali?) A choux (bizde 'şu' diyorlar) hamuruyla hazirlanan, içi kremayla doldurulan ve fondanla glaze edilen küçük, uzun pasta. Krema torbasiyla tepsinin üzerine sikilan baton biçimli hamurun boyutlari pötifur, tek kisilik pasta ya da dev ekler elde etme istegine göre ayarlanir. Ekler, pisirildikten sonra uzunlamasina ikiye yarilir ve içi genellikle kahveli ya da çikolatali, romlu ya da meyveli (frenküzümü, frambuaz) pastane kremasiyla doldurulur. Üzeri ayni aromalari içeren fondanla glaze edilir. Eklerler krem santiyi, kestane püresi, surupta bekletilmis meyve parçaciklari ya da taze meyvelerle de yapilabilir. (Ansiklopedide kahveli ekler tarifi verilmis.)

11 Nisan 2006

Büyülü bir ışık

Melisa Gürpınar sevdigim, kalbime dokunan sairlerdendir. Düz yazilari da siir tadindaki Gürpinar'in Salkımsöğütlerin Gölgesinde (Can, 1998) adli kitabindan bir kaç satir. Dün aksam okurken yine yüregimi titretti. Asagidaki resme de uyacak sanki:
"Evin taşı, tuğlası, sözcükler. Bunu herkes bilir. Temeli, iğreti bir akıl. Harcı ise, ölümden. Sızdırmaz dünyayı içeri. Yüreği sıcak tutar ısıtır. Ya kapısı? Özgürlük. Penceresi, anılardır. En solgun resimler yansır ötelerden. (...) Şiirin evi bahçelidir dedim ya, işte o bakımsız bahçe, hayattır. Orta yerde kör kuyusu, çiçeği, otu, ısırganıyla, oyalar bedeni, yorar hırpalar."

Gerçekten de öyle degil mi? Oldum olasi agaçlarin dallari arasindan sizan günes isinlarinin yarattigi oyunlara bayilmisimdir. Oturur seyrederim. Bir tür gölge oyunudur. Renkleri bozar, hareket verir, canlilik katar. Gölgesi de serinletir. Geçenlerde fotograflarini çekmek için mimoza agaçlarinin bulundugu bir mini parka gittim. Hangisini çeksem? Bir sürü de insan var agaçlarin arasinda. Sonuçta biraz uzakta kalmis ama tek basina, dallarini yere –salkim sögüt misali- sarkitmis olani seçtim ve basladim fotograflamaya. Içine girip de günese döndügümde ise böyle bir isik oyunuyla karsilastim. O mavi de nerden çikti? Gönlüm onun bir melegin dokunusu oldugunu düsünmek istiyor. Simdi ben bu agaca mimoza diyorum ya (Nazli’yla agaci incelerken Istanbul’daki mimozadan farkli oldugunu söylemistim. Istanbul’daki agaçlarin yapraklari çok daha farkli oldugu gibi dallari da salkim saçak olmuyordu. Sevgili Tuğrul Mataracı arkadasimin (gerçekten! Yeniköy’de apartman komsumuzdu Tugrul ve arka bahçeye bir sürü agaç fidani dikmisti. Oranin bir orman olacagini söyler dalga geçerdi, ormana girip öpüsmek yok diye!) Ağaçlar kitabina basvurunca isin asli ortaya çikti. Meger bizimki Kıbrıs Akasyası adıyla bilinen (bir diger adi da mavi akasya) Acacia cyanophylla imis. Vatani Güney Avustralya olan bu agaç bize Kibris’tan getirildigi için adi öyle kalmis. 1940’larda Antalya ve Manavgat çevresinde kumullari durdurmak amaciyla getirtilmis çünkü sahillerdeki kumullari durdurmakta önemli bitkilerden biriymis. Iste bugünlerde yolu Antalya’ya düsenler için karsiniza çikacak olan bu nefis agacin adini sanini ögrenmis bulunmaktayiz.

Malumunuz, çesitli sitelere girip çikip gördügüm her tatli, pasta ve hamur isine yalanmaktayim bugünlerde. Periyodik olarak gelen bir tatli krizi bu. Ayda bir falan gelir. Aslinda genelde hiç gitmemeyi tercih eder kendisi ama diger zamanlarda bertaraf edilebilse de zamani geldi mi gerçek bir krize neden olur. Iste bu krizde önce cafe wien, sonra bizim pastane, ardindan sibel’in kahvesi ve bilumum pasta/hamurisine yer verilmis sitenin camini kirip elimi uzatasim geldi. Sonra da Çikolata filmindeki belediye baskani gibi vitrinde çikolataya bulanmis bir halde uyurken bulunabilirdim tabii! Bu riski de göze aldim. Neyse ki sanal dünya sanalligini gösterdi de mantigim agir basti, hiç bir vitrine bulasmadim. Seytan çesitli kereler dürttügü halde, Divan’in vitrinine de bulasmadan atlattim gibi krizi. Hos artçil krizler de gelecektir elbet ya onlari da bir sekilde (yalanciktan tatlilar bularak) bertaraf edecegiz, ya da etmeye çalisacagiz diyelim ki daha gerçekçi olsun. Iste yukaridaki resimde gördügünüz findikli dut pestilleri bu krizi asmamda yardimci oldular. Kendilerine buradan tesekkürü bir borç biliriz. Son bir parça kaldi. Onu da acil durumlar için sakliyorum. Sonra gerisi yok!

Beni bu güzeller mahvetti diyorum inanmiyorsunuz. Baksaniza su güzellige? Onlarin resmini çekmekten isimi gücümü yapamaz oldum. Her bakisimda resim çekme arzusuyla dolup tasiyorum da yeterince çektim zaten daha ne? Artik dalga geçecek zamanim kalmadi. Çalismam gerek. Ne konusacagimi tam bilmesem de bir konusma hazirlamam gerekiyor. ‘Yemek ve Sanat’ Ben de sizlere sormaya karar verdim. Sizce yemek bir sanat midir? Bu konuyu bir cümleyle anlatin desem ne derdiniz? Ben baslayayim: “Yemek bir sanattir ancak digerlerinden farki onun yenebilmesidir.” Hakikaten de öyle degil mi? Yenebilen sanat eserleri her yanimizi sarmis durumda. Bizi bastan çikarmaya hazir ve de nazir bekliyorlar! Ayrica sanatta yemege de bakmak mümkün tabii. Sinemada, edebiyatta, fotografta, müzikte... Yeterince genis bir konu bu. Olabildigince basite indirgeyip ilgi çekici bir forma dönüstürmek için sadece 4-5 günüm var. Helppppp! Ben iyisi mi isime döneyim. Sizi de bu yazi ve resimlerle basbasa birakayim.

Son olarak feslegenlerim tabii. Geçen hafta pazarda görüp de almadan edemedigim feslegen fidelerim küserler sonra bana. Henüz onlari saksilara dikemedim ama simdilik iyi durumdalar. Belki hiç kullanamayacagim ama olsun. Seyretmek bile güzel onlari. Yazin Burhaniye’de bol bol feslegenim olur insallah. Elbet oraya da bilumum aromatik otlar ekecegim. Erhan bana söz verdi, yetistirdigi fidelerden verecek. Mine’cigim de domates ve salatalik fidelerimi gönderecek. Daha ne, doldu bile mini bahçe! Bahçe güzelliginde bir gün dileyerek veda edeyim. Kalin saglicakla.
(Son not: Kuşadalı Belma'mizin sitesine de bir bakin. Gününüzü güzellestirecek seyler yazar Belma'cigim!)

05 Nisan 2006

Tanıştırayım: Ahmet Kaya


Tanistirayim: Ahmet Kaya



Dün evden çikarken yanima her ne hikmetse fotograf makinesini aldim. Belki sokaklarda bir seyler çekerim dedim. Iyi ki de almisim. Ahmet Kaya’yla tanistim. Deli mi bu kadin, Ahmet Kaya çoktan öldü diyeceksiniz. Ben de yüzüne öyle saskin saskin baktim tabii. Yok bu baska Ahmet Kaya. Bak inanmiyorsan hüviyetimi göstereyim dedi. Ahmet Kaya çagla satiyordu sokakta. Kesekagidi bir lira. Görüyorsunuz resimde zaten. Pek de güleryüzlü. Beni de çek dedi. Peki seni de çekeyim dedim. Sonra kendine bakti ekranda, “aman sen hep böyle gül Ahmet Kaya” dedi. Nüktedan bir arkadas! Ondan önce ve sonra bodur ve üzeri çiçek dolu turunç agaçlarina zum yapmistim. Onlar da bir güzel poz verdiler. Tanisalim, biz turunçlariyiz Antalya’nin. Mis gibi kokuturuz ortaligi... (Bu satiri yazarken aklima cebimdeki turunç çiçekleri geldi. Her sokaga çikisimda bir kaç turunç çiçegi kopariyor ve yol boyu kokluyor, sonra da cebime atiyorum. Dünkülerle bugünküler çikti cebimden. Hala kokuyorlar iyi mi?)

Taze geldi: TMKÜA


Belki bilmezsiniz. Benim iki harika dostum var. Biri ablam dedigim Nimet hanım. Diğeri de ağabeyim Kamil bey. Bu iki güzel, çaliskan insan pek çok esere imza atmanin yani sira, her yil Türk Mutfak Kültürü Üzerine Araştırmalar üst baslikli bir yillik kitap hazirlarlar. Bu yil 12.si yayinlandi kitabin. Dosya konulari ‘Ot Kültürü ve Yemekleri’, ‘Etnik Mutfaklar’ ve ‘Yöresel Mutfaklar’ Bu yil geçmis yillara göre epeyce kalin olmus. Kimler yok ki içinde, bizim sevgili Victor Ananias’tan tutun Mutfak Solisti Fatma Pekşen, sevgili ablam Müjgan Üçer, en çaliskan yemek kültürü yazari Deniz Gürsoy, sevgili Dr. Eren Akçiçek, İzmir Sefaradlari’ndan Lina Eskinazi, Prof. Dr. Ayşe Baysal... Daha kimler kimler! Ben de varim. Benim tatli mi tatli arkadasim Aslıhan Karay’i bilirsiniz belki. Bizim Mutfakta Zen grubundaydi ve grup sayesinde tanismistik. (Grubun adi sonradan Hayattan Renkler oldu) Bir gün Refik Halid Karay’dan bir alinti yapmistim. Aslihan da demis ki ben Refik Halid’in torunuyum. Baska türlü bir dostluk basladi aramizda. Sonra bir gün evlerine gittim. Aslıhan ve annesi Füsun hanım’la bir söylesi yaptim. Iste o söylesi ve Refik Halid’in yazi ve kitaplarindan yemege dair bölümler var yazimda. Refik Halid’in arsivinden bazi fotograflarla birlikte. Fatma’cigim Divriği yöresindeki çocuk mamalarini, Müjgan hanım ‘Kanunname-i İhtisab-ı Bursa: Sultan II. Bayezid Tarafından Yürürlüğe Konulan Dünyanın Bugünkü Anlamda İlk Standardı’ baslikli bir yazi hazirlamis. Hepsi birbirinden degerli hocalar, profesörlerden pek çok bilgilendirici yazi.. Nereden mi bulacaksiniz? Ankara’da yasayanlarin isi kolay. Sanat Kitabevi’ne gidecekler. Karanfil Sokak’ta, telefonu (312) 418 62 03 Eminim Simurg ve Pandora da bu kitabi satacaklardir. Ayrica internet üzerinden satis yapan yerlerle iliskiniz varsa onlara veya kitapçiniza siparis edebilirsiniz. Sanat Kitabevi’nin de bir internet sitesi vardi ama bu sefer adresini koymamislar. Yukarida verdigim telefondan bilgi alabilirsiniz. Ben de adresini edindigimde buraya eklerim. (www.sanatkitabevi.com.tr imiş!)