26 Ağustos 2011

Bu hafta Bozcaada'dayız

Bu haftaki bölümümüzden cımbızla çekeceğim bir kaç konudan bahsedeceğim. Bozcaada bölümünde ön plana çıkan konulardan biri -en baştaki belki-"şirden" mayasıyla yapılan keçi peyniri. Adada -bildiğim kadarıyla- sadece Selahattin Balcı'nın yaptığı geleneksel mayalı peynir öyle başka bir lezzette ki. Keçilerine gözü gibi bakıyor Selahattin amca. O yüzden de verimi yüksek. İyi süt alıyor ve o sütleri oğlak şirdeniyle mayalıyor, peynire dönüştürüyor. Nasıl yapıldığını öğrenmek isterseniz sizi bu akşam (26 Ağustos Cuma) 21:00'de Kanal 24 ekranına bekliyoruz. Programın tekrarı cumartesi günü 20:20'de. Diğer bir konu da aslında yine "kaybolan" tatlardan. Bu seferki bir lezzet değil dostluk. Size dört emekli öğretmenin dostluk hikayesini anlatacağız.Çocukluklarından beri birlikte olan, içtikleri su ayrı gitmeyen, acısıyla tatlısıyla yaşamı paylaşan dört kadın. 4 Hanımeli'nin ortakları. Adalı dört kadın onlar aynı zamanda ve 4 Hanımeli'nde sadece ada yemekleri sunuyorlar. Mönüleri zengin değil, sadece ada mantısı, zeytinyağlı ve etli yaprak sarma (100 yıl önce nasıl yapılıyorsa bugün de öyle yapıyoruz diyorlar) ve mafiş tatlısı. Hepsi bu. Başka konular da var tabii. Çavuş üzümü üzerine grup üyelerimizden Öngün Sanlı ve adalı üretici birliğinin başkanı Mustafa Kırlı ile yaptığımız söyleşi var, Ümit Hamlacıbaşı ile ada mutfağı ve yemekleri üzerine söyleşimiz var, Türkiye'de örneğine az rastlanan Bozcaada Yerel Tarih Araştırma Merkezi gezisi var, Ayazma Panayırı var...
Bekleriz.
(Not: Tire bölümümüz de Facebook sayfasına yüklendi. Izlemek isteyenler için:
https://www.facebook.com/taksepeti)

24 Ağustos 2011

Var mı ev gibisi

Tak Sepeti Koluna hayatımı öyle bir değiştirdi ki burada anlatmakta zorlanırım gibi geliyor. Yaşama sevincim, heyecanım geri geldi. Öğrenme aşkım depreşti. Her yeni insan, her yeni konu bir başka sevindiriyor beni. İçim ürperiyor bazen o insanları düşününce. Sevgiden. Onları korumak, kollamak istiyorum. Pala'yı, Leyla teyzeyi, Türkan teyzeyi, İlhan'ı, Bibileri, Mustafa abiyi, eşi Kıymet'i, Şükran hanımı, Filiz hanımı, Cahit amcayı, Selahattin amcayı... Tattığım yiyecekleri, bağlarda bahçelerde gördüğüm sebzeyi, meyveyi, üç kuşaktır, beş kuşaktır sürdürülen gelenekleri, anlatılan hikayeleri... Hepsini seviyorum. İçime sinmeyen, gönlüme girmeyen hiç bir şey yok izlediğiniz bölümlerde. Sadece gönül rahatlığıyla gideceğim adresleri anlatıyorum size, gerçekten özel insanları, lezzetleri tanıtıyorum. Bu gezimizde de yine yukarıdaki satırları doğrulayan insanlar, anlar, tatlar çıktı karşıma. Dostlarla buluştum, yenilerine yönlendirildim yahut yolda karşıma çıktılar. Sevindim, gülümsedim, kalbimi açtım. Onlar da açtı evet. Bazen gözyaşları paylaşıldı, bazen kucaklaşıldı. İşte böyle dostlar. Geleneksel olanın, adil olanın, iyi olanın, sağlıklı olanın, doğal ve doğru olanın peşine düştük. Resimdeki gibi tombul acurlar çıktı, susuz domatesler, ne zaman başlatıldığı bilinmeyen mayayla yoğrulan ekmekler, eğrilmiş omurgasıyla tarlasını çapalayan ninelerin yetiştirdiği bamyalar, açtığı börekler... Her seferinde onlarla kucaklaşıp eve döndüm. Eve, alıştığım, bildiğim yere. Bir yanım onlarla olmayı istedi, öte yanım eve varmayı. Elimden geldiğince dengelemeye çalıştım bu arzuları. Hiç unutmadım kim olduğumu, nerede durmam gerektiğini. Dilerim hep öyle devam eder.

19 Ağustos 2011

Bu akşam 21:00'de

Kazdağı bölümünün yayın saati 21:15 olarak görünüyor ama bir kere başıma geldi, ne olur ne olmaz 21:00'de tv başında olmakta fayda var. Tekrarı cumartesi 20:20'de, Kanal 24'te.

16 Ağustos 2011

Bu hafta Kazdağı'ndayız

Şu anda fotoğraf yükleyememek ne kötü. Ruhsuz bir otelin lobisindeki bilgisayarı kullanmak zorunda olunca (benimkinden internete bağlanmayı beceremedim) fotoğrafsız bir yazı olacak. Evet bu hafta Kazdağı'ndayız. Size tanıtmak istediğimiz harika insanlar var yine. Yine lezzetler, yine el sanatları, yine dostlar, yine güzel insanlar... Ben hala Ayvalık bölümünü izleyemedim. Dolayısıyla nasıl olmuş bilmiyorum ancak beğenisini belirten dostların çokluğu doğru yolda olduğumuzun bir ifadesi galiba. Çok teşekkürler. Facebook sayfasına fotoğraf yüklemeyi (ve tabii buraya da) dönüşte sürdüreceğim. Programın yayın saatlerini biliyor herkes artık: Cuma 21:00. Tekrarı için kanalın web sitesine bakabilirsiniz, önceki haftalar pazar 18:15'te idi, geçen haftasonu 20:40'a alınmıştı. Ege'nin sıcak bir kasabasından (artık kentleşmiş gerçi ya) hepinize selam ve sevgiler.

12 Ağustos 2011

Bir rica

Gezgin bir arkadaşım için küçük bir ricam olacak sizden. Vakit ayırıp (sadece 30 saniye) yardımcı olursanız ben de Engin adına size minnettar kalacağım. Dünyanın tüm gezginlerine açık olan bir yarışmaya katıldı Engin Kaban. İlk 20'ye girenler finale kalıyor. Şu anda 23. sırada. Biraz oya ihtiyacı var. Şu adresten sayfasına girip "vote" tuşuna basacaksınız. Bazı e-posta adreslerini anında kabul ediyor, bazılarına konfirmasyon mektubu yolluyor, gelen e-postadaki "confirm" kısmına basacaksınız o kadar. Çok çok teşekkürler:
http://www.epicworldtravel.com/leaderboard.aspx?ID=152

10 Ağustos 2011

Bu hafta Ayvalık'tayız

Bu hafta bölüm tekrarı pazar akşamı 20:40'a alınmış. Değişikliği ayrıca bildireyim istedim. Cuma kaçırıp pazar izlemek isteyen olursa diye.
*
Sabah 07:45. Poyraz var. Esiyor. Hem de soğuk soğuk esiyor. Deniz masmavi. Dalgalı ama olsun. Karşımda Kazdağı. Ağaçların arasından birazcık görüyorum. Çoğu insan henüz uyanmamış. Erkenciler de var tabii. Kimi kapılar açılıyor yavaştan. Gün başlıyor. Bense işe girişmeden önce (ki müjdeli günlerdeyiz, Mayam burada. Birazdan "halasııı" diye gelebilir) salim kafayla Ayvalık haberini vereyim istedim. Evet bu hafta Ayvalık'tayız. Programı açarken "Ayvalık'a her gelişimde beni dostlar karşılar" demiştim. Gerçekten de öyle olur. Her seferinde de yeni birileri eklenir dost dağarcığıma. Bu sefer de işte bu leblebileri yapan tatlı karı koca eklendi. Onlar hakkında fazla bilgi vermeyeceğim çünkü sürpriz olsun istiyorum. İkisinin de çok özel, çok güzel yürekli olduğunu ben söylemeden siz şıp diye anlayacaksınız, görür görmez. Ve yaptıkları işin ne kadar saygıyı hak ettiğini, alın teri denen şeyin ne kadar önemli olduğunu, onları görünce bir çoğumuzun aslında ter dökmeden para kazandığımızı fakat doğrusunun onların yaptığı olduğunu da anlayacaksınız. Ayvalık'ta gerçekten çok güzel dostlarım var. Onların bir çoğunu göreceksiniz zaten. Cuma 21:00'de, Kanal 24'te. Tekrarı bu hafta yine cuma gecesi 02:15 sanırım. Pazar 18:15'te de var. Televizyondan izleyemeyenler yayın saatinde kanalın web sitesinden izleyebilir demiştim. Bir de facebook sayfamız var, ona da yandaki linkten girebilirsiniz zaten. Oraya da eski bölümleri yüklüyor arkadaşlarımız. Ben bir kez de buradan emeği geçen, destek veren, yorum yapan, izleyen, eleştiri ve önerisini, beğenisini ifade eden herkese teşekkür edeyim ve işimin başına döneyim. Siz Ayvalık bölümünü izlerken biz yeni bölümlerin çekimi için yola düşmüş olacağız, şans dilekleriniz yanımızda olsun ne olur.

05 Ağustos 2011

Bu hafta Tire'deyiz

Tire'ye ilk gidişim hangi yıldı diye düşünüyorum. Daha önce iki kere gitmiştim. İkisinde de Tire Pazarı'na denk gelmişti, öyle istemiştim. O yüzden Tire'ye dair anılarım hep pazarlıdır, hep rengarenktir. İki seferinde de hemen hemen aynı adreslere uğramıştım. Cön Keçecilik'ten keçe terlikler, çantalar almıştım mesela. İncecik keçe şalları görüp bayılmıştım ancak o zaman bütçemi aştığından alamamıştım. (Artık fiyatları daha makul ancak ben keçe şal yerine güzel bir masa örtüsü almayı tercih ettim.) Her iki seferinde de Kaplan Dağ Restoran'da yemek yemiştim. Birini Radikal Cumartesi'ye yazmıştım, Lütfi beyin resmiyle. Diğerini de sanırım Lezzet dergisine. Bu sefer ise farklı bir heyecanla ziyaret ettim Tire'yi. Çekim yapacaktık. Bahtsızlık oldu, Gülcüoğlu Konakları'nı keşfedemedim rezervasyon yaptırma aşamasında. Onun yerine artık iyice eprimiş, yıpranmış Tirem Otel'de kaldık. Bir dahaki seferi olursa bu işin, mutlaka Gülcüoğlu Konakları'nda kalırım. Tire'nin zengin ailelerinden birinden alınmış konak, restore edilmiş ve otel olarak hizmet veriyor. Fiyatları da gayet makul. Tire'de iki gece kaldık. Üçüncü gün akşamüzeri dönüş yoluna geçtik. Salı sabahı ilk sabahımızdı ve erkenden Lütfi beyle buluştuk, pazar duasını kaçırmayalım diye hemen pazara koşturduk. Pazar duası çok özel geleneklerinden biri Tire'nin. Her hafta belediye hoparlöründen hocanın okuduğu bereket duasıyla başlar. Sonra dalarsınız o serin sokaklara. Çiçekçiler, sebzeciler, meyveciler, zeytinyağı, sabun, peynir, şifalı ot satıcıları... (Hatta mevsimiymiş, taze tarhana otu vardı bolca. Alıp kurutaydım ne güzel olurdu. Bu sene tarhanama koyardım ondan. Kısmet.) Artık ne ararsanız bulursunuz. Ayrılamazsınız bir türlü. Biz de epey bir dolandık, güzel çekimler yaptık. Sonra sokaklarında dolandık Tire'nin, zanaatkarlarıyla sohbet ettik, at ressamı nalbantın yeteneğine hayran kaldık... Geriye güzel anılar kaldı elbet. Şimdi sıra o gün derlediklerimizi izlemekte. Sizi de bekliyoruz ekran karşısına. Tak Sepeti Koluna bu akşam (5 Ağustos Cuma) 21:15'de, Kanal 24'te. Tekrarı bu gece 01:45'te, ardından pazar 18:15'te. Pazar gecesi bir tekrarı daha oluyordu ya bu hafta yok sanırım. Televizyondan izleyemeyenlerin yayın saatinde kanalın web sitesinden canlı olarak izleyebileceğini, hiç seyremeyenlerin önümüzdeki hafta programın Facebook sayfasına uğrayabileceğini hatırlatayım. Sevgili yönetmenim Tunahan sağolsun gösterimden sonra bölümleri Facebook'a yüklüyor. İşte böyle. Hepinizi bekleriz. Tire'yi bir de bizim gözümüzden görün.
Son bir not: Tire'de bulunduğumuz süre içinde yardımlarını esirgemeyen, her sorumuzu sabırla yanıtlayan, bize yardımcı olacak kişileri bulan, onlarla görüşmemizi sağlayan Lütfi Çakır'a teşekkürler.

02 Ağustos 2011

Yaz, sıcak, açlık, tokluk, hırs, talan

Bir sürü şey düşünüyorum şu günlerde. Utanç duyuyorum bazen. Karın doyurmak utanç veriyor. Binlerce, milyonlarca insan açken. Dünyanın adaletsizliğine lanet ediyorum. Bir yandan da o adaletsizliğin suçlularından birinin ben olduğumu bilmenin huzursuzluğunu taşıyorum. Ben, sen, o. Biz, hepimiz. Hepimiz suçluyuz. Suçsuz olan, masum olan var mı? Henüz yürümeyi öğrenmemiş bebeler bile suçlu. Size garip gelecek bu düşünce ama öyle. İstemeden tabii. Bilmeden. En basitinden tuvalet eğitimi alana kadar tükettiği bezi düşünün. Evlerimizde kullandığımız su, elektrik, yakıt, deterjanlar, satın aldığımız ürünlerin yetiştirilirken maruz kaldığı kirlilik, fabrikaların dumanı, arabaların egzozu, tıbbi ya da öyle, böyle, şöyle ortaya çıkan atıklar. Kirlenen sular, bir gıdım elektrik daha üretebilmek için dereleri kurutacağını bile bile her yere inşa edilen HESler, biraz daha yeşil dolar için, euro için kıyıma uğrayan yeşillikler, vatan toprağı. Ne için olduğu artık çoktan unutulmuş olan bir savaşa verilen şehitler. İşte bütün bu duygular, düşünceler kemiriyor beynimi ve ben kendimi suçlu ilan ediyorum. Ben de sorumluyum hepsinden. Bir gül goncası koparıp masama koyuyorum. Koparmasam daha iyi biliyorum. Onun suçluluğunu da içimde yaşıyorum. O gül goncasına bakmak, onu koklamak biraz olsun rahatlatır belki diyorum ama yok, işe yaramıyor. Hiç koparmasam daha iyiymiş. Yine de solacak biliyorum. Olsun, dalındayken koklayabilirmişim. Güllerin arasında bir sürü semizotu. Körpecik. Onlardan topluyorum. En azından yıkarken kullandığım suyu çiçeklere veriyorum diye bir nebze rahatlatıyorum kendimi. Ama sadece bir nebze. Sonra onları salatalık, yoğurt, tuz, sarımsak ve dövülmüş cevizle karıştırıp başka türlü bir cacık yapıyorum. Sıkılmıyorum bu tattan. Her gün yiyebilirim. Yanında susamlı galeta. Simit fırınından aldığım. Soframdakilerin basit ve ucuz ve kolay bulunabilir olması da rahatlatmıyor içimi. Ben suçlu olduğumu bilir ve bunun huzursuzluğunu yaşarken vatanını, toprağını, insanını, mineralini, çocuklarının geleceğini satanlar horul horul uyuyorlar biliyorum. Nefs mücadelesini sadece gırtlaklarından geçen yiyecek ve içeceğe indirgiyorlar, onu da biliyorum. İşte asıl anlayamadığım bu. Benim içim içimi yerken onlar tıkınmayı nasıl sürdürebiliyorlar?