29 Kasım 2010

Antalya'da yemek kursu

İlk yemek kursumu 1998 yılında Victor Ananias'la birlikte Bodrum'da, o dönem gönüllü aşçılık yaptığım Buğday Restoran'da vermiştim. Güzel dostlarla keyifli anlar yaşamıştık. Ardından 2000 yılında, İzmir'de, sevgili dostum Figen'in davetiyle Alsancak'taki doğal ürün dükkanında bir kurs verdim. Adına Mutfakta Zen dedim bu kursun. Niyetim sadece yemek tarifi vermek değildi. Ne yediğimizin, ne içtiğimizin farkında olalım derdindeydim. Bedenlerimiz ne istiyor, elimizde ne malzeme var, içinde bulunduğumuz mevsimde nasıl beslenmeliyiz, sağlıklı bir yaşam için neleri doğru yapmalıyız... Bunları konuşalım istiyordum. Sonra aynı kursu Ankara'da düzenledim. İşte o kurs 3. kitabım Mutfakta Zen'e ilham verdi. En sevdiğim kitaplarımdan biri ortaya çıktı böylece. 2003 yılında, İstanbul'da, o dönem yaşadığım evin mutfağında kurslar vermeye başladım. Her birinin ayrı bir teması vardı: Kadınların Dostu Soya, Mevsim Sebzeleri, Yabani Otlar, Tahıl ve Baklagiller, Doğal Tatlandırıcılarla Sağlıklı Tatlılar başlıkları altında düzenlediğim kurslara pek çok güzel insan geldi. Birbirimizi tanıdık; bol sohbet ettik; yemekler, tatlılar pişirdik; yeni lezzetlerle tanıştık; işimiz bitince de masanın etrafına geçip pişirdiklerimizi hep birlikte yedik. Hatta bir kursumuz NTV ekibi tarafından kaydedildi, çekimden sonra onları da soframıza davet ettik. (Kazdağı'nda, Zeytinbağı Otel'deki kursumu ise sevgili Cengiz çekmişti. O dönem CNN Türk'te pek çok kez yayınlandı bu program.) İşte şimdi de Antalya'da kurs verme vakti. Yine evde, yine kendi mutfağımda. En fazla 10 kişinin katılımına açık olacak bu kurslarda önce çayımızı içip sağlıklı çerezlerimizi atıştıracak, birbirimizi tanıyıp o günkü kurs konusu hakkında sohbet edeceğiz. Ardından mutfağa geçecek, menümüzdeki tarifleri pişireceğiz. Sonra da hep birlikte yiyeceğiz, afiyetle. Kurs bitiminde katılanlara e-posta ile kurs notlarını ve kursta yaptığımız tariflerin yanı sıra ek tarifler de göndereceğim. Şu anda saptadığım kurs tarih ve temalarını aşağıda veriyorum. Yeterli katılım olması durumunda çarşamba ve cumartesi günleri olacak kurslar. İkisinden birine katılmak mümkün. Kurslar 4 saat sürecek. Kim ev hanımıdır, kim çalışıyor bilemediğim için bir haftaiçi, bir de haftasonu günü saptadım. Zaman içinde taşlar yerine oturacaktır elbet. Kurslarla ilgili ayrıntılı bilgi için lütfen mutfaktazen@gmail.com adresine yazın. Sorularınıza memnuniyetle yanıt veririm.
İşte iki aylık kurs programı:

1 Aralık 2010 Çarşamba veya 4 Aralık 2010 Cumartesi
Mevsim Sebzeleri (Tanımadığınız sebzeleri tanıyacak, tanıdıklarınızla bambaşka tatlarda buluşacaksınız)

8 Aralık 2010 Çarşamba veya 11 Aralık 2010 Cumartesi
Baklagiller ve Tahıllar

15 Aralık 2010 Çarşamba veya 18 Aralık 2010 Cumartesi
Doğal Tatlandırıcılarla Sağlıklı Tatlılar

5 Ocak 2011 Çarşamba veya 8 Ocak 2011 Cumartesi
Kadınların Dostu: Soya

12 Ocak 2011 Çarşamba veya 15 Ocak 2011 Cumartesi
Sağlıklı Anadolu Mutfağı

19 Ocak 2011 Çarşamba veya 22 Ocak 2011 Cumartesi
Yabani Otlar, Yararları, Yemekleri

26 Ocak 2011 Çarşamba veya 29 Ocak 2011 Cumartesi
Ekmekler ve Sağlıklı Atıştırmalıklar

2 Şubat 2011 Çarşamba veya 5 Şubat 2011 Cumartesi
Geleneksel Antalya Mutfağından Örnekler

27 Kasım 2010

Sebze çorbaları

Mehtap dün sitesinde sağlıklı beslenerek kilo vermek isteyen arkadaşlarımız için 3. ve 4. haftanın listesini verdi. Özellikle "vücudunun alt kısmı üstüne göre daha şisman olan kişilerde çok işe yaradığını" söylediği bu listenin en temel özelliği karbonhidratların öğle, proteinlerin ise akşam öğününde yeniyor olması. Akşam yemeğinde tahıl ve baklagiller yenmeyeceği için bu haftaya özel çorbalar üretmek lazım değil mi? Mehtap'ın ricasıyla ona bahsettiğim "yeşil çorba" tarifini veriyorum. Yeşil çorba Mehtap'ın önceki sınıfından olanlar ve eski listeleri görmüş olanların hatırlayacağı bir çorba. Ben de "sebze çorbası" yiyin dediği için girdim mutfağa, bir yandan öğlen yiyeceğim salata malzemelerini ayıklayıp yıkadım, öte yandan yeşil çorbamın malzemesini hazırladım. Evde artık sonuna geldiğimiz tarla biberlerinden ve kabaklarından vardı. Bir irice biberle iki orta boy kabak kullandım. Salatada kullanacağım taze soğanların saplarını, akşam yemeğim için yıkadığım ıspanakların ve çorbalık olarak aldığım köksüz kereviz saplarını, ayrıca bol maydanoz ve su teresini doğradım. Üç bardak suyu kaynatıp sebzeleri, otları tencereye koydum. Çorbaya pul biber, az tuz ve bir tatlı kaşığı zeytinyağı ilave ettim. Çok kısa süre pişirdim, beş dakika, bilemediniz 7 dakika. Selhan'la Ferat yeşil çorbayı limon sıkarak yiyoruz, çok da seviyoruz demişlerdi, aklıma o geldi. Yerken bolca limon sıktım üzerine. Sanki çorba değil sebze suyu içiyor gibiydim ya taneli olduğundan bolca da lif aldım. Kalorisinin çok düşük olacağını bildiğim için koca bir kaseyi doldurdum, kalan yarısını yarın için dolaba kaldırdım. Porsiyon başına kalorisi 95. İçinde neler yok ki? Tamam piştiği için C vitaminlerini öldürdük (neyse ki salatadan bol C vitamini aldım) ya yine de geriye pek çok mineral kaldı: Demir, kalsiyum, manganez, magnezyum, fosfor, potasyum... Sebze çorbası alternatifi arayanlar mevsim sebzelerini kullanarak farklı çorbalar yaratabilirler. Pırasa, brokoli, lahana, karnabahar, ıspanak, pazı, taze soğan, ısırgan, ebegümeci, turpotu... (Mehtap öğle yemeğinde sebze yiyin ama patates, havuç, bezelye ve Brüksel lahanası yemeyin dediği için akşam da bu sebzeleri liste dışı tutun.) Sebzelerinizi az suyla haşlayın. İster bütün halde bırakın, ister püre haline getirin. Üzerine az yağ, az tuz. Bilmem süte izin olur mu? Mehtap olur derse biraz da süt ekleyip zenginleştirebilirsiniz çorbalarınızı. (Çok özel bir çorba tarifi için şu yazıma bakabilirsiniz. Sütle mısır ununu çıkarıp tereyağ yerine de zeytinyağı kullanırsanız neden olmasın? Hadi bu tarifi baz alarak kendi sebze çorbanızı yaratın!)

25 Kasım 2010

Diyetteyiz diye tatlı yemeyecek miyiz?

Yiyeceğiz, neden yemeyelim? Baklavalar, bülbül yuvaları, bol ağdalı kadayıflar, künefeler yemeyeceğiz tabii. Yani sizi bilmem ama ben yemiyorum artık hiç birini. İstesem de yiyemiyorum, ağır geliyor. Hele de o iç bayan şerbetleri düşününce bile içim kalkıyor. Kekler, sütlü tatlılar ötekilerin yanında masum kalır. Yine de şeker yemekten yana değilim ben. Hele de rafine şeker. Şimdi biliyorum çoğunuzun aklına "esmer şeker" geliyor. Diğerinin 2-3 katı parayı acımadan veriyorsunuz sağlıklı beslenme aşkına. Oysa bu bir kandırmacadan ibaret. Melasla (yani pancar küspesiyle) boyanmış beyaz şekerden başka bir şey değil yediğiniz. Beyaz şekerden hiç bir farkı yok yani. Tek farkı rengi ve fiyatı. İlle de şeker kullanacaksanız adam gibi şeker kullanın, bir kaşık da pekmez ekleyin, olsun size esmer şeker. Paranıza yazık. Fotoğrafta gördüğünüz geçen yıl ünlenmiş olan yağsız şekersiz kekimin ta kendisi. Onda biraz ceviz varmış ya artık ceviz de koymuyorum. Bu haliyle bile öyle lezzetli ki! Son seferinde iki yumurta, birer fincan tam un, kavılca unu (artık paketlenmiş olarak organik pazarlarda varmış, aklınızda olsun!) ve yulaf ezmesi, elma ve üzüm püresi (3 elmayı doğrayıp 5 kaşık üzümle, bir bardak da su ekleyerek hafifçe pişirip püre haline getirdim), tarçın ve bir çay kaşığı da karbonat kullandım. Ah evet bir çorba kaşığı da keçiboynuzu tozu. Görüyorsunuz ya içinde akla ziyan, bedene zarar bir şey yok. Pofuduk bir kek değil, öyle olması gerekmiyor zaten. Tatlı ihtiyacımı karşılıyor mu karşılıyor, lezzetli mi lezzetli daha ne. Yağlı kağıt serilmiş mini fırın tepsisine yayıp pişiriyorum. Sonra 16 eşit dilim kesiyor ve kalori hesabına geçiyorum: Beheri 82 kalori. Kekim olduğunda öğle yemeğimden ekmeği çıkarıyor, öğleden sonra çayın yanında iki dilim yiyorum bu zatı şahanelerden. (Tabii Mehtap'ın programındaki arkadaşlar menü değişikliğini ona sormadan yapmasınlar. Mehtap'ın verdiği listede herşeyin bir nedeni var, beslenme düzeniniz etkilensin istemem.) Duyarsa şımarır diye yanında konuşmuyorum ya kekimi çok ama çok seviyorum!

23 Kasım 2010

Bakla ile ilgili yardım ricası

*** İki gündür yardım ricama yanıt veren, annesinden, ninesinden, kayınvalidesinden öğrendiği tarifleri paylaşan tüm dostlara sonsuz teşekkürler. Atalarımız boşuna bir elin nesi var, iki elin sesi var dememişler. Bana yepyeni kapılar, pencereler açtınız, ne desem az! ***
Sevgili dostlar, sizden bir ricam var. Bakla ile ilgili bir yazı hazırlayacağım. Yörenizden bildiğiniz, duyduğunuz farklı tarifler var mıdır baklayla yapılan? Tazesi, kurusu, içlisi, içsizi... Hatta baklayla ilgili gelenekleri de araştırıyorum. Sözler, deyimler... Eğer özel günlerde yapılıyorsa bu tarifler (düğün, bayram, kutlama vs) onu da söyleyin ne olur. Varsa bir bilginiz ve paylaşırsanız çok mutlu olurum. Şimdiden teşekkürler. (Bilgiler size referansla yayınlanacak tabii.)

22 Kasım 2010

Kerevizin ayvalısı

Evcini'nde kerevizin ayvalısını görünce uzun zamandır ayvalı bir tarif yapmadığımı anımsadım. Oysa eskiden ayvalı pilav yapmışlığım da vardı, ayvalı hafif tatlılar da. Hatta sebze kavurmalarına koyduğumu da anımsıyorum ve pek yakıştığını. İşte kafamda tarif yarattığım anlardan birinde bu tariften aldığım hevesle pazardan güzel bir kereviz aldım. Geçen haftaydı, arife günü. Bayram günü pazar olmaz diye bir gün öne çekmişlerdi pazarı. Eskiden kiloyla alırken bu sefer taneyle, salkımla yapmıştım alışverişimi. Bir salkım üzüm (hayatımda yediğim en güzel üzümlerden biri çıktı ya bir haftada bir salkım üzümü bitiremedim) bir kereviz, bir ayva, iki armut, üç kivi şeklinde gitti alışveriş. Hafifleme sevdasına girdim gireli, pazar masrafım epey azaldı. Sadece o da değil, mutfak masrafım tümden azaldı. Bir kere şarap içmiyorum, peynir o kadar az yiyorum ki aldıklarım bir türlü bitmiyor, yoğurdumu mayalıyorum, eskiden günde bir kase yerken şimdi yarım yiyorum, o bile kolay kolay bitmiyor. Yazın Ayşe'ciğimin armağan ettiği bademler tükenemediğinden (e günde en fazla 10 tane yiyince!) yenisini alamıyorum bir türlü. Memnunum, ben hızla hafiflerken cüzdanım çok daha yavaş hafifliyor. Gelelim ayvalı kerevize. Ben nohutla hayal ettim bu tarifi. Soğanları yarım halka halinde doğradım, nohutlar zaten haşlanmıştı. Yağı sadece 1 kaşık, o da en sızmasından zeytinyağı. Tek kusuru kerevizin pişmesini beklerken ayvanın fazla yumuşaması oldu. Bir dahakine (bugün yine yapacağım) kerevizi önce koyacağım tencereye. Ortaya çıkan lezzeti tarife benim sözcüklerim yetmez. Nazım'a sorsam, o anlatsa benim yerime. Ya da Neruda döker mi şiire? Hepsini bir günde yiyebilirdim, tuttum kendimi. Üçe böldüm, üç gün bu lezzetle sarmalandım.

12 Kasım 2010

Bayram öncesi son hafif tarif

Anadolu'nun en kıymetli besin maddelerini say deseniz en başa bulguru koyarım. Tamam aşağıda mercimeğe övgüler yağdırdım ve onun yeri apayrı ancak bulgurun yeri doldurulamaz. Mutfağımızda bulgursuz onulamayan ne çok tarif var bir düşünsenize. Kısırlar, pilavlar, dolmalar, köfteler... Hani şimdi hafifleme sevdasındayız hani bayram geliyor hani yenecek, içilecek (benim hayatımda büyük bir değişiklik olmayacak, baklavalar börekler mideye indirilmeyecek) hani pişmanlık duyulacak. Aç da kalınmaz ama değil mi bir şeyler yemeli. Şöyle bedene iyi gelecek, onu gülümsetecek, rahatlatacak bir şeyler. Bu yemeği dün yaptım. Ispanaklar ölmesin diye ayrı ayrı pişirdim. Bir çay fincanı bulguru iki fincan suyla haşladım. Çok az yağda (benim için her tencereye bir çorba kaşığı zeytinyağı standart ölçü oldu. Bu miktara alıştığınızda aslında ne çok yağ tükettiğinizi anlayacaksınız) kavurduğum yarım halka halinde doğranmış soğanlara sarımsak da ekledim, karabiber de, toz zencefil de ve yarım kilo güzelce yıkanmış ıspanağı da. Bir kaç dakika da birlikte hallolundular. Öldürmeyelim ıspanağı değil mi, rengini kaybetmesin. Ve hepsi biraraya geldiğinde ve yanında da ev yoğurdu varsa. Bu yemeği dört porsiyona ayırdım. Her bir porsiyonu 178 kaloriymiş, büyük patron öyle dedi. Karnesinde şu var bu var demeyeceğim. Çok güzel besliyor diyeyim yetsin gitsin. İyi bayramlar. Çok yemeyin olur mu? (Gerçi bana ne tabii, beden sizin bedeniniz, sağlık sizin sağlığınız.)

10 Kasım 2010

Derler ki mercimek...

Pazarda bir teyzem var. Keçiboynuzu pekmezimi, pırasamı, teremi ondan alırım. Kırmızı toprakta yetişir pırasaları da tereleri, hatta fasulyeleri de. Pek lezizdirler. Baktım kabak da var, sera mı bunlar dedim, yok tarla dedi, benim seram hiç olmadı. Dayanamayıp aldım bir kez daha. Ne de olsa kalorisi düşük bir sebze ve yaza kadar bir daha yemeyeceğim. Niyetim nohutlu olarak pişirmekti ya yeşil mercimeğimi anımsadım. Çok iyi bir demir kaynağı olan, fakirin eti mercimekle pişirmeliydim bu sefer. Fakirlikten değil, çok şükür başımızı sokacak yuvamız, soframıza koyacak aşımız var. Benim derdim etin kendisiyle. Öyle olunca da sebze yemeklerinin besin değerini artırmak, daha doyurucu, daha zengin ve tabii daha renkli bir hale getirmek için baklagilleri sık sık kullandığımı bu sitenin düzenli okurları elbet bilir. Tarıma alınan ilk bitkilerinden mercimek aynı zamanda mükemmele yakın özellikler sergiliyor. Bir kere çok iyi bir lif kaynağı, özellikle hamilelerin çok ihtiyaç duyduğu folik asitten, hepimizin bedenine lazım magnezyum, demir, fosfor, potasyum gibi minerallere, proteinden vitaminlere... Neler yok ki onda. Geçenlerde okuduğum bir yazıda beslenme düzeninizde sadece on yiyeceğe yer vermeniz gerekse bunlardan biri mutlaka mercimek olmalı deniliyordu. Hele de memleketimiz çeşit çeşit mercimeklerin yetiştirildiği bir memleketken. Bu yemeği yarım kilo kabak, yüz gram kadar yeşil mercimek, iki soğan, biraz sarımsak ve 1 çorba kaşığı zeytinyağı ile pişirdim. Bu kadar malzemeyle (ne kadar da ucuz olduğunu düşünebiliyor musunuz?) bir tencere yemek oldu. Dört kişiye rahat rahat yeter, hatta yanında başka şeyler varsa beş kişiyi bile doyurur. Dörde böldüğümüzü varsayarsak adam başı 200 kalori alıyorsunuz, hepsi budur!

08 Kasım 2010

Söyle bana balkabağı

Söyle bana balkabağı, şu soylu dünyada, var mı senden etkileyicisi? Sessiz prenseslere araba oluyorsun, içinin oyulup temizlenmesine izin vererek bir sürü ifadeye bürünüyorsun, besleyip iyileştiriyorsun. Yani bir kabaktan daha ne beklenir ki? Üstüne üstlük alem senin sadece tatlıya dönüşeceğini düşünürken sen çorbaya, etliye, türlüye, böreğe, pideye, pilava keke, ekmeğe... ne çok yiyeceğe lezzet katıyorsun. En azından benim evimde öyle (etliye giremiyorsun tabii, üzgünüm!) Dün akşam Şükran'cığım ve arkadaşı için mükemmel bir çorba yaptım. Mükemmelliği benden değil malzemenin sade uyumundan kaynaklanıyor, her zamanki gibi. Üstelik bunu 400 gram balkabağı, 100 gram kırmızı mercime ve üç ufak soğanla becerdim. Elbette sihirli baharatlarımdan da kattım, onların katkısı yadsınamaz. Bolca köri, biraz toz zencefil ve az biraz taze çekilmiş karabiberle tuz. Hepsi (suyu da unutmayalım) birlikte pişecek, blenderde püre haline getirilecek, üzerine sadece ve sadece bir çorba kaşığı sızma zeytinyağı gezdirilecek. İşte hepsi bu kadar. Sonra altıya böleceksiniz, tabaklara pay edeceksiniz. Herkes payına düşen 120 kaloriyi güle oynaya alacak. Yanına da birer dilim ekmek kızartırsanız işler daha da güzelleşecek. Peki neden balkabağı? Çünkü rengi güzel, kalorisi düşük ve bedenimizin hastalıklarla savaşmasına yardım ediyor. A, C ve E vitaminleri içeriyor, potasyum ve magnezyum açısından zengin. İçerdiği her ne varsa, onu harika bir antioksidana dönüştürüyor. Güzel bakışlı balkabağı canavar toksinlere karşı, heyyyyyt! Alçakgönüllüğünden söylemiyor ama katarakt oluşumunu engelliyor, tümörlerin gelişmesini durduruyormuş. Bunu nasıl yaptığını bana sormayın, ben sadece tarifi verdim, onu bunu boşverin, afiyetle çorbanızı kaşıklayın.

06 Kasım 2010

Buket Uzuner'le Edebi Yürüyüş Turu

Bu sefer de hafiflemek için yürüyelim dostlar. Edebiyatı, yürüyüşü ve Buket Uzuner'i seviyorsanız işte size kaçırılmayacak bir fırsat. 7 Kasım 2010 pazar günü (yani yarın) Kadıkoy-Moda'da iki romanının geçtiği ve yazıldığı mekanları gezdirecek Buket Uzuner. Tur 12:30'da Kadıkoy İskele'de başlayacak.
Ayrıntılı bilgi için:
www.antoninaturizm.com
(Sanırım program bayram sonrasına ertelenmiş, Aslı söylemiş, acentenin internet sitesinde bilgi bulamadım. İlgilenenlere duyurulur.)

04 Kasım 2010

Hafifleten tariflere devam

Hani evvelki gün pancardan bahsetmiştim, onun muhteşemliğini dilim döndükçe aktarmaya çalışmıştım ve demiştim ya sapları ve yapraklarıyla satılan tazecik pancarlardan alın. Bir kere meyve ve sebzeler koparıldıktan/toplandıktan sonra vitamin ve mineral içeriklerini yitirmeye başlarlar. (Yanlışım varsa bir bilen düzeltsin ne olur.) İşte bu yüzden ne kadar tazeyken yersek onları, o kadar çok yararlanırız zengin içeriklerinden. Bedenimiz de bize şükreder, öyle değil mi? İşte bu yüzden pancarın da tazesi diyorum. Nereden anlarsınız tazeliğini? Sapından ve yaprağından tabii. Benim aldıklarım sapı ve yaprağıyla pazara getirilenlerdendi ve en dış yapraklarını attıktan sonra onları bir güzel doğrayıp (tabii önce saplar, sonra yapraklar) soğan ve azıcık sızma zeytinyağıyla kavurmuştum. Daha önce ıspanak yazısında anlattığım gibi yaptım yine, ortasına yumurta kırıp bir hoş pizzaya dönüştürdüm. (Sevgili Muhterem'in sitesinde de aynı tarif var, farkı yumurtayı sebzeyle karıştırmış olması.) Yumurtayı ortasına kırdığınızda (sarısıyla akını ayrı ayrı yiyebilenler çırpmadan da yapabilir tabii, ben yumurtayı öyle yiyemem çocukluğumdan beri) spatulayla kolayca, parçalanmadan alınıp tabağa aktarılabiliyor. Sunumu da güzel oluyor böylece. Gelelim besin değerine bu şirinenin. Efendim kendilerinin porsiyonu (kişi başı bir yumurta ve bir tatlı kasesi kavrulmuş yeşillik hesabıyla)180 kalori gelmektedir. Yanında da bir dilim ekmekle bence harika bir öğle yemeği olabilir. İşin en güzel yanı bu kadarcık şeyden günlük A vitamini ihtiyacınızın neredeyse tamamını, C vitamini ihtiyacınızın yarısını karşılıyor olmanız. Kendileri kalsiyum, demir, magnezyum ve selenyum açısından da zengindirler. Pancar sapı ve yaprağı inanılmaz bir besin deposu. Aklınıza ne gelirse (iyi anlamda) var içinde. Lif dersen lif, vitamin dersen vitamin, mineral dersen mineral, çeşit çeşit. Ah keşke herkes ulaşabilse bu güzelliğe. Büyük kent pazarlarında sapından eser kalmamış pancarları, kerevizleri gördüm mü içim acır. Kimbilir ne zaman çıkarılmışlardır o güvenli, sıcacık yuvalarından (topraktan) diye düşünürüm. İşte bu yüzden diyorum ya organik pazarlara gidin veya üreticisinden alabiliyorsanız onu tercih edin. Afiyetler olsun, hadi hafiflemeye devam. Bilenler de bilmeyenler de haydi Mehtap'ın sitesine, muhteşem beslenme listesini, Mehtap'ın beslenme önerileriyle kısa sürede hem de sağlıklı olarak zayıflayan arkadaşlarımızın hikayelerini okumaya ve ilham alıp yola devam etmeye...

02 Kasım 2010

Salatana bir ufak pancar ekle!

Bugün küçük bir değişiklik yap hayatında. Miniminnacık. Bugün olamıyorsa haftasonunu bekle çünkü bu işi becerebilmek için pazara uğraman gerekecek. Hatta organik pazarlardan birine uğrarsan daha da iyi edersin. Ufalak tefelek pancarlar al. Sapları, yaprakları da olsun üzerlerinde. Tazeliklerini nasıl anlayacaksın yoksa? Saplarıyla yapraklarını yıkayıp kavur. Köklerini ise çiğden salataya koy. Evet, çiğ yiyeceksin, pişirmeden. Yoksa o güzelim tadını nasıl alacaksın ki? Topraktan yeni çıkmış bir pancarın, topraksıdır tadı. Seni rahatsız etmez bu, bilakis bağımlılık yapıcı bir etkisi vardır. Sadece bağımlılık değil, kan da yapar ve cana can katar. Alt tarafı bir pancar değil mi? Hayır öyle değil çünkü 100-120 gramlık bir pancardan öyle çok şey alırsın ki, şaşırırsın. Harika bir demir, magnezyum ve C vitamini kaynağıdır kendisi. Lif de içerir, manganez de, folik asit de, potasyum da. Bir kusuru vardır, o da ellerini boyar. Olsun ne çıkar? Yıkarsın geçer. Bir kaç gündür pancar pancar diye tutturuyordum. Yıllar önce sevgili Bilge'nin yaptığı gibi, çiğ olarak saklayacak ve salatama rendeleyecektim. Pazardan bir de istavrit aldım bugün. Yağsız, tuzsuz pişirdim fırında, yağlı kağıda sarıp. Yanında pancarlı bir çanak salatayla iyi bir öğle yemeği oldu. Balık yediğime sevindim sevinmesine de en çok pancar yedim diye mutlu oldum. Şimdi sırada diğer kış sebzeleri var. Daha brokoli almadım mesela. Karnabahar da. Bugün dikenli kabak gördüm, haftaya bir tane de dikenli kabak ekleyeceğim "haftanın renkleri"ne. Böyle böyle yüreğim de renklenecek. Evet evet, mutlaka öyle yapmalı. Söylemeyi unuttum, pancara antioksidan ve toksin atıcı özelliğini veren iki madde var, betanin ve Türkçeleştirilmiş haliyle vulgazantin. Hani olur a bu aralar bedeninizi içsel olarak temizlemeye ihtiyaç duyarsanız (duyan bazı arkadaşlarımız varmış, öyle duydum!?!?!?) öyleyse hiç durmayın, depara kalkın, pazara koşun, pancarları kapıp eve getirin. Gözler için havuç denir hep, şimdi göz sağlığı için pancara da iş düştüğünü öğrenmiş bulunuyoruz. Alın size bir yararı daha pancarın. Başka özellikleri de var ya şimdi sıkmayayım sizi, bunları bilmek bile yetmez mi bize?
(Not: Fotoğraftaki pancarları iki yıl önce New York'taki pazarlardan birinde çekmiştim. "Golden beet" dedikleri cinsten, yani bizdekiler gibi yoğun mor renkte değiller.)

01 Kasım 2010

Hafifleten bir sonbahar yemeği

Geçen hafta belki de sezonun son kabaklarını almıştım pazardan. Son tarla kabakları. Sera malları çıktı bile Antalya'da. Pek sevdiğim bir manzara değil kış günü dışı güzel ama içi kof sera malı sebzeler. Ben onları kış boyunca protesto etsem de alan memnun, satan memnun, ne diyeyim. Geçen gün yaptığım bir salatayı hazırlamaktı niyetim bu öğlene. Lahana ve havuçları doğrayacak, susuz, çok hafif haşlayacak, azıcık zeytinyağı, tuz ve limon suyu ekleyip yiyecektim. Ancak sonradan fikir değiştirdim, sonuçta ortaya tabakta gördüğünüz renkli ve ahenkli sebze kavurması çıktı. İçinde 3 ufacık havuç, bir ufak lahananın dörtte biri ve iki ufak kabak var. Bolca taze soğan ve sarımsak, azıcık deniz tuzu, bir tatlı kaşığı sızma zeytinyağı, taze çekilmiş karabiber ve tane kimyon da. Yayvan çelik tencereme taze soğan hariç bütün malzemeleri, hiç su eklemeden koydum ve kapağını kapatarak kısık ateşte beş dakika pişirdim, hepsi bu. İşte bu yüzden kabaklar da havuçlar da dipdiri. Bu gördüğünüz bir porsiyonu. Toplam yarım kilo sebze olduğu için ikiye böldüm, yarısını yarın öğlen yemek üzere ayırdım, bugün yiyeceğimi de az biraz haşlanmış siyah pirinçle karıştırdım. Acaba sebze kavurmamı yiyerek ne almış oldum? Şaka gibi gelecek ancak sadece ve sadece 96 kalori, buna karşın günlük ihtiyacımın yüzde 23'ü kadar lif, C vitamini ihtiyacımın tamamı, A vitamini ihtiyacımın üç katı, demir ve kalsiyum ihtiyacımın yaklaşık yüzde 10'u. Doymuş yağ ve dolayısıyla kolesterol içermeyen, A, B6 ve C vitamini açısından çok zengin, lif, manganez, potasyum, riboflavin ve tiamin (B vitamini türleri) açısından zengin bir yemek oldu. Siyah pirinçle birlikte yediğim için de doyurucu bir öğle yemeği idi. Bu yemeği yaptığıma bir de uzun zamandır ilk defa mavi tabağımda fotoğraf çektiğim için sevindim. Bakadurdum tabakla sebzelerin uyumuna. Bu tabağın içine ne koysam güzel dururmuş gibi geldi. Acaba dedim, hayatımı da mı koysam bu tabağa. O da güzel görünür müydü gözüme?

Meme kanserine karşı

Geçen hafta bir yorum aldım. Meme sağlığı ile ilgili bir projenin tanıtımı için gelmişti. "Hikayeni Gönder Harekete Geç" kampanyası Ekim ayında başlamış. Meme kanseri tedavisi gören veya ailesinden meme kanseri yaşayan biri olan kişilerden hikayelerini göndermelerini istiyorlar. Haftasonu dinlediğim bir programda konuk doktor Türkiye'de her 8 kadından birinin meme kanserine yakalanma olasılığı olduğunu anlatıyordu. Bu çok yüksek bir rakam ve hepimiz risk taşıyoruz. Ve hepimiz biliyoruz ki erken teşhis hayat kurtarıyor. Dilerim ki hiç bir kadın bu hastalıkla karşılaşmasın, karşılaşsa bile erken teşhisle daha kolay, daha rahat bir tedavi ile sağlığına kavuşsun. Lütfen sizler de kampanya sitesini ziyaret edip bilgilenin:
http://www.europadonnaturkiye.org/hikayenigonder/