23 Ekim 2012

Evde hiç bir şey yok derken

Kimileriniz duydunuz çoktan. Minik bir Leylamız var artık. Maya'cığımın kardeşi. Yeni, tazecik yeğenim. Işıl ve Cem'in ikinci kızları. 11 günlük kızımız. Daha yeni yeni alışıyor evine, ailesine. Herşeyden öte bu dünyaya. Ona kalsa geleceği yoktu ya artık zamanı geldi diye kapısını çaldık, bu tarafa davet ettik. Kırmadı geldi. Anneciğinin kucağında uyuyor kuzucuk. Karnı tok, altı temiz, sıcacık bir kucakta. Daha ne istesin. Ben de elimden geldiğince onlara yardım etmeye çalışıyorum. Akşamları sağlıklı yiyeceklerden oluşan bir sofra kurmaya çalışıyoruz. Koca bir çanak salatamız mutlaka oluyor. Bazen çeşidimiz çok olsa da kimi zaman evde yemek yapacak pek malzememiz olmuyor. Öyle zamanlarda eyvah ne yapacağız derken aklıma kıyıda köşede kalmış malzemeler geliyor. Dün de öyle oldu. Bir anda kavanozda bekleyen kinoayı anımsadım. Sebzelikte maydanoz vardı. Hmmm... kinoadan kısır olmaz mı? Olur elbet. İyi de sadece kinoa ve maydanoz mu kullanacağım? Susam kavurdum biraz. İki havuçla dolapta bekleyen yarım jicama'yı rendeledim. Jicama Latin Amerika ülkelerinde kullanılan sulu, elmamsı tadda bir kök sebze. Salatalara ayrı bir tat katıyor. Çok seviyorum tadını. Kinoayı haşladım. Kasede tuz, zeytinyağı, limon suyu ve bir diş rendelenmiş sarımsağı karıştırdım. Kinoayı ekledim, sosu çeksin diye biraz beklettim. Havuçla jicamayı rendeleyip ekledim. Maydanoza biraz da yapraklarıyla körpe kereviz sapı ilave ettim. Hepsi karışınca susamlar da karıştı diğer malzemeye. Hepimiz pek sevdik. Sık sık kinoa yiyelim dedi Işıl. Cem dedi neden? Çok besleyici de ondan dedi Işıl. Tamam dedim, ben size değişik şekillerde hazırlarım. Burada olduğum sürece tabii...

10 Ekim 2012

Tatlı bir buluşma

Ne çok oldu yazmayalı. Ne çok şey oldu yazmayalı. Aslında pek bir şey olmadı yazmayalı. Yani ben hala aynı benim. Kilo almadım, kilo vermedim, biraz yaşlandım evet ama sağlık durumumda bir değişiklik olmadı. Yürüdüm, yedim, içtim, yeni yerler gördüm, yeni dostlar edindim, yeni anılar ekledim gitgide büyüyen anılar kutusuna, fotoğraflar çektim ve işte yine buradayım. Bu zaman zarfında yazacak hiç mi zamanım olmadı? Oldu elbet ya ne yazacağımı bir türlü bilemedim. Kelimelerim bitti demiştim. Geri geldiler aslında. Yine buluştuk çok şükür ama o kelimelerin hangilerini biraraya getirip Mutfakta Zen ipine dizeceğimi bilemedim. Fotoğraflardan da bana seslenen olmadı. Hey sen, beni sitene koy demedi hiç biri. İşte bu akşam oturmuş son zamanlarda çektiğim fotoğraflara bakarken bu tatlı bütün diğer arkadaşları adına öne çıktı ve cılız bir sesle, "benimle merhaba diyebilirsin dostlarına" dedi. Bir arkadaşım var, çok güzel bir kadın. İçi de güzel dışı da. Zaten yüreğinin güzelliği yüzüne yansıdığı için ne kadar iyi ve tatlı bir insan olduğunu görür görmez şıp diye anlıyorsunuz. Adı Hülya. Muhteşem fotoğraflar çekiyor. Fotoğraflarının olduğu bir kitabı almış dahi olabilirsiniz. İşte bir gün Hülya ile buluştuğumuzda bu nefis Nutellalı krep pastasını paylaştık. Ben çay içtim o kahve. Çünkü kahvemi zaten içmiştim. İkinci bir kahve çekmiyordu canım. Ne güzel sohbet ettik. Doyamadık sohbete ya onun gitmesi gerekiyordu. Yeniden buluşalım dedik, kucaklaştık ayrıldık. Bir ayrılış anısı bir buluşmaya vesile oldu. Pamuk şeker renginde bir fotoğrafla merhaba diyorum size. Yeni bir güne başlarken pamuk şeker gibi hülyalı bir gün de dileyebilirim böylece dedim. Bir taşla iki kuş... Merhaba!