30 Mayıs 2010

Ve pencereler

Sadece kapılar değil, pencereler de özeldir. Dilleri olsa neler anlatırlar. Nelere şahit olmuşlardır kimbilir, yaşadıkları sürece. Evet elbette onlar da yaşar, ne sandınız. Etten kemikten yapılmamışlardır ama eski pencereler ahşaptandı, şimdilerde pek kullanan kalmadı ahşap pencereleri ya ben inatla o eve hiç hava aldırmayan içerdeki havayı boğan, dışarı çıkmasına izin vermeyen ve sonu çoğu zaman "pen"le biten o plastik çerçevelerden uzak duruyorum. Sevmiyorum onları. Ne kadar kampanya yaparlarsa yapsınlar bana ne almayacağım işte. Cam şeffaftır ancak çoğu zaman bir perdeyle içeriyi görmeniz engellenmiştir. Kimi perdeler ipucu verir içerideki yaşama dair. Birazcık olsun görmenizi sağlarlar dantellerin arasından. Bazen bir masa vardır hemen camın önünde, bazen bir koltuk. Kimi pencerelerin önünde saksılar vardır, kiminde bir okuma gözlüğü ve belki yanında bir kitap, yarım kalmış bir kahve, belki bir ufak tabakta kurabiye kırıntıları... Ben pencerelere bakarak hayal kurmayı da seviyorum sanırım ve galiba pencereleri kapılardan daha çok seviyorum. İki taraflı görüş var çünkü, hem dışarıdan içeriyi hem içeriden dışarıyı görebiliyorsunuz, açmak zorunda olmadan. Kapıların ise sadece gözleme delikleri size bu imkanı sağlıyor, o da içerideyseniz. Neyse, uzun sözün kısası, bu manzaraya dair bir öykü hayal ettim, yüreğimin bir tarafına kondurdum. Belki bir gün zaman olur, yazarım o öyküyü.

26 Mayıs 2010

Yepyeni bir %100 Ekolojik Pazar: Bakırköy'de!

Sevgili Bakırköylüler ve çevre köylüler, müjde:
28 Mayıs'ta %100 Ekolojik Pazarınız açılıyor. Bundan sonra her cuma sabah saat 11:00'den akşam 21:00'e kadar ekolojik ürünlerinizi bu pazardan alabileceksiniz. Ayrıntılı bilgi için:
http://www.bugday.org/article.php?ID=3959

18 Mayıs 2010

Kapılar

Kapıların nereye açıldığını merak eder misiniz? Ben ederim. Gezdiğim pek çok şehirde aynı merakı duymuşumdur. Sokaklarını yürüdükçe tanırsınız bir kenti. Kimi sokaklar vardır, tekrar tekrar geçersiniz. Bazen ayaklarınız götürür sizi oraya, bazen ruhunuz. Bazen kaybolduğunuz için karşılaşırsınız tanıdık sokaklarla. Her sokakta pek çok kapı vardır ve her kapının arkasında birbirinin -tıpatıp olmasa da- aynısı yaşamlar. Bir yandan da bambaşka hayatlar yaşanır o kapıların ardında. Bazen bir kapıyı çalmak gelir içimden. Ya da tam ben geçerken o kapılardan biri açılmışsa, biri giriyor veya çıkıyorsa sormak isterim, evinizi görebilir miyim? Muhtemelen neden diye sorarlar. Zaten ben de çekinir soramam. Ama bir yandan da merak ederim. En çok da mutfaklarını merak ederim. Her gün yemek pişer mi o mutfakta? Güzel kokular gelir mi? Yoksa yanar mı yemekler sık sık? Pis midir yoksa pırıl pırıl mı? Tabakları, tencereleri, erzak dolapları nasıldır? Özenle mi seçilmiştir malzemeler yoksa karın doyurmak için mi? Daha pek çok şeyi merak ederim ama her kapı açılmaz, açılsa da buyrun sözü duyulmaz.

13 Mayıs 2010

Renk gelsin diye

Bu sabah gözleri normalde pırıl pırıl, cıvıl cıvıl bakan bir genç kadın bana "öfff bugün işe gitmeyi hiç istemiyorum," dedi. Akşamı iple çekiyormuş. "Sana çok hak veriyorum," dedim. Ben de geçtim aynı dönemlerden. Ayaklarımın geri geri gittiği, ofis dışında olmak için her fırsatı değerlendirdiğim, işe gitmekten nefret ettiğim bir dönemi hatırladım. (Şimdi çok şanslısın diyenler olacaktır, bu bir şans değil arkadaşlar, emek vererek yaratıyorsunuz herşeyi. Karar vermek, aradaki zor dönemlere katlanmak, güçlü ve sağlam olmak zorundasınız, yapmak istediğiniz şeyi becerene kadar.) Böyle zamanlarda insan mirasyedi olmak istiyor. Keşke çalışmak zorunda olmasa, keşke para kazanmak için çırpınıp durmasa, keşke yarını düşünmeden yaşayabilse, keşke, keşke, keşke. Ama bu şans herkese verilmiyor (hoş bazen mirasyedi olmanın şanstan çok şanssızlık olduğunu düşünürüm. Öyle insanların çoğunun hayatta belli bir amacı olmaz, dalgalı bir denizdeymişcesine sallanır dururlar.) Yine de bazen hayaller kurmadan edemiyor insan. Ona şöyle dedim: "Dilerim tez zamanda gerçekten en sevdiğin şey neyse hayatta, onu yaparak yaşayabileceğin bir fırsat çıkar karşına, ya da sen yaratacaksın o fırsatı." Öğle yemeğini çantasına koydu, ona verdiğim dut kurularıyla pikan cevizlerini de ve söylenerek ofisine doğru yola koyuldu. Giderken, "haftasonunu iple çekiyorum," dedi. Şunun şurasında iki iş günü kaldı ama belki biraz renge ihtiyacınız vardır diye düşündüm ve bu çok renkli fotoğrafı paylaşmak istedim. Ofislerinde olmak istemeyen tüm dostlara atfolunur...

06 Mayıs 2010

Dut mevsimi ve iki duyuru

Antalya'da dut mevsiminin açıldığını duyururum. Bu dutlar pazarın kıymetlisiydi dün (bu fotoğraftakiler eski ya aynı cinsti aldıklarım). Pazara giderken tek düşündüğüm şey duttu. Girer girmez de ilk karşıma çıkan avokado ile birlikte dut oldu (haliyle). Pek bir sevindim ama ilk gördüğümü almadım. Ufak bir kapta 2 liraya satılıyordu. Dişimin kovuğuna bile gitmez. Yürüdüm, başka dutlar gördüm ama ondan önce nefis yeni dünyalar görüp aldım. Pek bir sevindirik oluyorum ben güzel meyve görünce. Aynı bölgede yürürken 3 kg'lik yoğurt kabı içinde 5 liraya satıldığını gördüğüm duttan almamazlık edemezdim. Şimdi "ye ye bitmez" dutlarımla haşır neşir olmaktayım.
*
İlk duyurum şu: Sevgili dost Arslan Sayman'ın yeni çocuk kitabı Engin Mavi (diğer adıyla "Özgürlüğüne Düşkün Minik Bir Kayığın Açık Denizdeki Serüvenleri") kitapçı raflarını fethetmeye başladı. Tabii gönülleri de. İlk fethettiği gönüllerden biri benimki. İstanbul'da, Kalamış Koyu'na dökülen sığ bir derenin ağzında yaşarken açık denizlere çıkmak isteyen bu özgürlük meraklısı mavi kayığın öyküsünü sevmeyecek çocuk var mıdır bilmiyorum. Ben çocuk yanımla da, yetişkin yanımla da sevdim!
*
İkinci duyurum İzmirlilere. 9. Organik Ürünler ve Çevre Fuarı bugün başladı. 9 Mayıs 2010 akşamına kadar sürecek olan fuarda pek çok dost var. Kybele ve muhteşem lezzetleri Hol 2, Stand 2100'de. Kuşadası'ndaki arazilerinde organik sertifikalı sebze, meyve yetiştiren, bunları inanılmaz yaratıcı lezzetlere dönüştüren Gürsel Tonbul'un markası Yerlim hem stand, hem de kafe kurmuş. Bir de 2092 nolu standda Dutlar Ekoköyü ekibi varmış, biraz önce haber aldım. Fuarla ilgili her türlü bilgiye şu adresten ulaşabilirsiniz. Lütfen giderseniz benim için de gezin, dostlarıma selam edin:
http://www.ekolojifuari.com/

03 Mayıs 2010

Bu sabah kahvaltıda

Bizim minik prenses cumartesi günleri mahallelerindeki koca parkta futbol kursuna gidiyor. Başta pek istekliydi ya bu aralar biraz zoraki gidiyormuş. Onu konuşuyorduk sabah kahvaltıda. Sonra bizim çocukluğumuza geçiverdik. "Sen," dedi annem, "hiç yerinde durmazdın. Mahallenin muhtarı gibiydin. Maya kadarken mahallede herkes seni tanırdı. Yolda yürürken tanımadığım insanlar seninle konuşurdu. Ne zaman tanışırdın, arkadaş olurdun hepsiyle bilmem ki. Gözümüzü ayıramazdık üzerinden, anında kaybolurdun bir yerlere. Otobüs bekleriz durakta, ben gelen otobüslerin numaralarına bakarken sen yok olursun. Bir bakarım otobüsün direğine tırmanmışsın. Ah ne uğraştırırdın beni!" Sonra bir lokma aldı ekmeğinden, bir yudum da çayından. "İnsan çocukken neyse büyüyünce de öyle oluyor, baksana çocukluğundaki gibi alıp başını gitmelere bayılıyorsun." Kahvaltı masamızda kızarmış simit dilimlerinin üzerinde gördüğünüz kuru domates sosundan da vardı. Simit yoktu bu sefer, annem belediyenin ekmek fabrikasında yapılan kepekli ekmeğini, bense kendi ellerimle yoğurduğum tam unlu, ayçiçeği ve kişnişli ekmeğimi yiyordum. (Annem nedense benim ekmeğimi sadece fırından yeni çıktığında seviyor, kenarlarından istiyor, sonra bir daha yemiyor.) Geçen yaz bolca kuruttuğum ve kışın ne hikmetse kullanmayı unuttuğumuz kurutulmuş domateslerin bir kısmını sıcak suda bekletip sıkmadan mutfak robotuna koydum. Üzerine biraz kavrulmuş çam fıstığı, tuz, sızma zeytinyağı, sarımsak. Güzel bir püre haline gelene kadar çekip dolaba kaldırdım. Pek nefis bir şey oluyor, tavsiye ederim.