30 Haziran 2009

Karadut

Bu eller Füsun'cuğumun. Kendini feda etti, sabah sabah karadut ağacının altına girdi. Böyle cefaya can kurban. Dut da dut hani. Habbele'deki bahçede. Kocaman. Arılar vızır vızır. Ağızlarının tadını biliyorlar. Üzerinizde koyu renk bir şeyler olması şart. Kandan daha kırmızı suyu. Akıveriyor üzerinize. Ama bir tatlı ki. Tadına doyum olmuyor. Sapı kalın. Bir tarafa doğru koparmak istediğinizde direniyor, inatlaşıyor, kopmuyor. Öyle olgun ki, suyu bileklerinizden aşağıya akıveriyor o zaman. Ancak işin kolayı var, kendinize doğru çekeceksiniz sapı. O zaman pıt diye kopuveriyor. Ağzınıza atıyorsunuz. Kurabiye sanki. Ağızda dağılıveriyor. Ne haz ama. Sonra bir tane daha. Bir tane daha. İşte o gün Füsun'cuğum da güzelim bir dut yaprağına koyduğu dutları getirdi, kahvaltıya altlık niyetine. Erhan'la biz makineleri kaptık, aman Füsun, şöyle avucunda tutuver. Dur dur bir poz daha. Manken mübarek. Dutlar yani. Bir pozlar verdiler, aklınız şaşar. Ertesi sabah ağacın dalları arasında saklanma sırası bana geldi. Mor şalımı örtündüm, gözlerimi kararttım ve başladım yemeye. Dur durabilirsen...

29 Haziran 2009

Bozcaada'da bir kahvaltı

Adadan derlediğim, öykülemek istediğim pek çok anı oluyor, her dönüşümde. Ancak hiç biri, şu sofranın renkleri kadar canlı değil zihnimde. Anlatımda kullanılacak sözcükler ise bu sofranın etrafında edilen sohbetler kadar tatlı değil. Hele bir de can dostlar varsa yanıbaşınızda, daha da tadına doyulmaz oluyor kahvaltılar. Neler olmuyor ki bu unutulmaz sofralarda; bahçeden zeytinler, aromatik ot ve baharatlı zeytinyağı, peynirler, Kösedere domatesi (yazın ilerleyen dönemlerinde ada domateslerine geçiş olacak tabii), salatalık, bahçeden aromatik otlar, baharatlı salça, simitler, peynirli ekmekler, mısır ekmeği, kek, reçel çeşitleri, mevsim meyveleri (Ağustos başından itibaren bahçenin üzümleri de ekleniyor tabii listeye)... Sofrada o kadar çok şey var ki, hepsinden tatmak istiyor insan. Ah tabii, yumurtanızı nasıl yersiniz diye soruyorlar, çaylar sıcak sıcak geliyor, ardından isteyenlere Türk kahvesi ve ev likörü. Yani sohbet sürdükçe sofradan kalkılamıyor, kalkılamadıkça yemek devam ediyor. Kalkılabildiğinde denize gidiliyor veya bağlar geziliyor, şarap tadılıyor, vakit akşama döndüğünde ışıklar kapatılıyor, mumlar yakılıyor, müzik hafiften karışırken doğanın sessizliğine, yıldız yataklarına seriliniyor, yıldızlar ve samanyolu seyrediliyor. Adaya gelmek ve gitmek hep yeni heyecanlara, yeni dostluklara vesile oluyor. Cahit amcayı yeniden görmek, dostlarımız Füsun ve Erhan'la birlikte olmak, Öngün, Aydan hanım, Bülent bey, Çamlıbağ'dan Haşim bey, Talay ailesinden Mehmet ve Ahmet Talay, ah nasıl unuturum, Aralların keyifli mekanı Kasaba'da biricik Arzu'nun sıcacık sarılması, dünyanın merkezi Çınaraltı'nda içilen çaylar, Cahit amcayla Nejat beyin birlikte geliştirdiği salçalı, kekikli, domates ve beyaz peynirli tost... Çınaraltı dünyanın merkeziyse, benim için de Habbele öyle. Siz de tatmak isterseniz bu güzellikleri, gerekli bilgileri şuradan alabilirsiniz. Cem'ciğim de olaydı daha tam olacaktık ya bu sefer onsuz geçti ada günleri. Ben yine eli kolu dolu döndüm. Ümit'le Nejat bey her zamanki dostluklarıyla ağırladı, Füsun'la Erhan ev yapımı şarap ve ahududu sirkesi getirdi, Cahit amcam mis kokulu zeytinyağlarından, Haşim bey Çamlıbağ'ın bu yıl en beğendiğim Merlot-Kuntra kupajından armağan etti. Yakında Çamlıbağ etiketiyle satılacak olan kırma yeşil zeytinlerden, yine Çamlıbağ'ın şaraplarından satın aldım (ada şarapçılığı son yıllarda büyük aşama kaydetti gerçekten, hepsine emekleri için teşekkürler), çantamı yüklendim ve eve döndüm.

24 Haziran 2009

Yemek kursu ve nohutlu salata

Ektir. Bu haftasonu Bozcaada'da şarap tadım günleri var. Hem de beşinci kez düzenleniyor. Güzel olur tadım günleri. Her şarap firması müzik dinletileri düzenler. Bir yerde klasik müzik, öte yanda çigan orkestrası, gitar dinletileri... Ada şarapları tadılır, şarkılara eşlik edilir. 26-28 Haziran 2009 tarihlerinde. Ayrıntılı bilgiyi şuradan alabilirsiniz.
*
Bir ay kadar önce yemek kursu hakkındaki fikirlerinizi sormuştum, sizler de yüce gönüllülükle düşüncelerinizi paylaşmıştınız. Bir kez daha teşekkürler. Bu kurs projesi Berna Tunalı'nın telefonuyla başladı. Datça Domuzçukuru'nda yeni açılan bir kampingde yaz boyu kurslar yapılacaktı. Benden de yemek kursu istiyorlardı. Neden olmasın dedim ve şu programı hazırladım (sağ tarafta kamp alanı, yaz boyunca düzenlenen aktiviteler ve hazırladığım "Mutfağım da Sağlıklı Ben de!" başlıklı kurs programının bağlantı adreslerini görebilirsiniz.) Sizden ricam bu bilgiyi ilgileneceğini düşündüğünüz dostlarınızla da paylaşmanız. Şimdiden teşekkür ederim. Nohutlu salataya gelince, tahminimden de güzel oldu. Börülcelerim çok körpe diye fazla haşlamadım, bir kaç dakika daha haşlansalar olurmuş. Azıcık suda önce börülceleri haşlayıp çıkardım, sonra nohutları. Sosumu zeytinyağı, limon suyu, sarımsak ve deniz tuzuyla hazırladım. Börülce ve nohutlar sosla buluştu. Onları tabağa aldım, üzerine de doğradığım sepet peyniri, kiraz domates, körpecik uçlarını kopardığım semizotları ve hafifçe kavurduğum çam fıstıklarını koydum. Bayıldım bu işe. Haftaya pazardan demetlerce taze nohut alıp ayıklayacak ve donduracağım. Sevgili ailem geldiğinde onlara da sunmak istiyorum bu leziz salatayı. (Bir demet nohuttan bir ufak kase kadar nohut çıkıyor, bilesiniz.)

23 Haziran 2009

Elbette taze nohut

Evet bildiniz. Bu da soyulmuş hali taze nohutun. Ne güzeller değil mi? Her biri birer mucize. Seyretmeye doyamaz insan. Çocukken ben de pek yerdim taze nohut. Pazardan alırdık demet demet. Çekirdek çitler gibi oturursun merdivenlere (yahut bir duvar tepesine) teker teker içlersin. Bu sefer ise başka bir iş için aldım. Meltem arkadaşım sormasa aklıma düşeceği yok. Tijen'ciğim dedi, bizim bahçede bir sürü taze nohut var. Öyle yiyoruz ama başka bir şey yapılmaz mı? Yapılır elbet dedim, neden yapılmasın. Ona tarifler buldum internetten sonra da ben neden yapmıyorum ki dedim. İşte fotoğraftaki nohutlardan bir salata yaratacağım. Bahçeden körpe semizotları topladım. Dün pazardan incecik, ip gibi taze börülceler almıştım. Onlar da yakışır diye düşündüm. Hazır tarifi neyleyim, elimdeki malzemeyle yeni bir lezzet kavuşması yaratmak varken...

Bilin bakalım bu nedir oyunu

Bilin bakalım bu nedir oyununun yeni halkası bu güzel yeşiller. Önce tahminleri alayım, sonra hakkında demeç vereyim dedim. Sıcak bir yaz günü, ofisteki ortamda bunalmış, patrona kızmış, tatil özlemiyle yanıp tutuşan birileri vardır mutlaka (keşke olmasa!) Belki bir nebze olsun sizi o ortamlardan alıp çıkarırım bu mini oyunla. (Bu seferki fotoğraftan memnun kaldım. Doğru ışığı yakalamaya başlıyorum sanki???)

22 Haziran 2009

Ah kayısı sen nelere kadirsin

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre "kadir" sözcüğünün birden fazla anlamı var. Birincisi değer, kıymet, itibar. İkincisi gökbiliminde bir yıldızın parlaklık bakımından bulunduğu basamak, üçüncü anlamı güçlü, gücü yeter, erkli, son olarak da din biliminde her şeye gücü yeten anlamında kullanılıyor. Neden yazdım bunları? Kayısıyı her şeye kadir edebilir miyim merak ettiğimden. Bir kayısı ağacımız var, bu sene coşmuş iyice. Dallar yerlere değecek neredeyse. Komşular kızıyor deniz manzaramızı kapattı diye. Sabredin diyorum, bir haftası daha var, sonra hepsi dökülmüş olacak. Hakikaten patır patır dökülüyor olgunlaşanlar. Konu komşuya dağıtıyoruz, kurutuyoruz. Annem marmelat yapıyor, ben yemem tabii, bir dolu şeker. Birazını Maya'cığım için şekersiz püre yapıp buzluğa koyacağız. Bu mevsim -yani kayısı mevsimi- ben de çeşitli şekillerde kullanmaya çalışıyorum kendisini. Örneğin yağsız şekersiz kekimi bu sefer elma yerine kayısıyla yaptım. Fotoğrafta gördüğünüz salatada da var kendileri. Bizim Hasan (her sabah siteye bahçesinden ürün getirir) bahçe radikası yetiştirmeye başlamış. Geçen gün bir tane alıp haşladım. Aynı gün haşlanmış kuru fasulyem de olunca ikisi bir salatada birleşti. Bademlerimi suya koymuştum, kabuklarını soyup yemek için. Onlardan da doğradım üzerine. Kayısı ille de gerekliydi, renk lazımdı renk. Üzerine de susam gezdirince pekala güzel bir salata oldu. Bir tek pozu güzel değil. Burada henüz güzel bir ışık yakalayamadım, biraz çalışmam gerek.

19 Haziran 2009

Urfa-Balıklıgöl

Urfa'ya ilk gidişim 2000 senesindeydi. Antalya'dan düzenlenen bir tura katılmıştık annemle. Toplam 17-18 kişiydik, ben tabii en aykırısı grubun. Herkes çarşılardan kumaşlar, elbiseler alırken, ben fileme -evet o zamanlar da bir filem vardı- maş fasulyesi, kabuklu mercimek, pirinç, şifalı otlar doldurup gelirdim. Hanımların pek hoşuna giderdi getirdiklerim. Bu ne, bu ne diye sorar dururlardı. O gezide kendimi en iyi hissettiğim yer Urfa olmuştu. En güvende, en huzurlu. Sabah erkenden kalkıp kimseler uyanmadan kaçmış, bir dolmuşla kent merkezine gitmiş, bal-kaymak ve taze pideyle kahvaltı etmiş, sonra Balıklıgöl'de almıştım soluğu. Taziye odalarını anımsıyorum. Mırra ikram etmişlerdi, içmiş, gençlerle sohbet etmiştim. Hepsi candan, hepsi içtendi. Gözlerindeki pırıltıyı bugün dahi hatırlıyorum. Aradan geçen yıllarda Urfa gelişmiş, büyümüş, şıklaşmış ancak Balıklıgöl büyüsünü yitirmemiş. Eflatun örtülü kadınların allı güllü, simli fistanları, gümüş kemerleri, yüzlerdeki çizgiler, sırtlarındaki feraceler (yerel dilde ne denir ki o örtülere? ferace de yanlış betimleme) hepsi, ama hepsi büyüledi beni. Bir kez daha. Çok kısaydı Urfa'da geçirilen zaman ancak Urfa Müzesi, ardından gittiğimiz, henüz kazılmakta olan görkemli mozaiklerin evi Halepli Bahçe ve öğle yemeği sonrası çıktığımız, insanlık tarihinin ilk ibadet yeri olduğu söylenen, tarımın başladığı çağlardan eski (12 bin yıllık olduğunu belirtti rehberlerimiz) Göbekli Tepe gerçekten görülmesi gereken yerlerdi. Bir etyemez Urfa'da ne yer? Cevahir Konukevi'ndeki öğle yemeğinde önden gelen bostana salatası ve lebeni çorbasını kaşıkladım (hatta ikinci kaseyi de istedim), ardından közde pişirilmiş patlıcan ve domatesleri soyup doğradım ve bir nevi patlıcanlı, domatesli pilava dönüştürdüm yanında gelen sade pilavla karıştırıp. Masadakiler şıllık tatlısı istemişlerdi, tadımlık. Bir parça da ondan attım ağzıma, tamam işte, doydum. Yedim hepsini afiyetle.

18 Haziran 2009

Teras bahçeleri

Biliyorum sadece İngilizcesi olanlar okuyabilecek ama bir kaç resim de var, herkese ilham verebilir:
http://www.nytimes.com/2009/06/17/dining/17roof.html?_r=2&ref=dining
The New York Times'dan, teras bahçeleri haberi. (Bizde de balkonda, terasta ürün yetiştirenler var. Eminim aranızda da ufalak tefelek saksılarda yeşillikler, otlar yetiştiren dostlarımız bulunuyordur.) Amerika'nın her tarafında teraslarda, balkonlarda yetiştirilen ürünleri anlatıyor. Bu haberi bahçemizin ilk biberini koparttıktan hemen sonra gördüm. Daha da anlamlı geldi. Bir tanecik biberim büyümüştü. Rokalar, maydanozlar, semizotları da kopardım, salatamı renklendirmek için. Kayısılar dökülmeye başladı, biz de kurutmaya. Oh be dedim, dünya varmış. Bir kaç tane de gök kayısı varmış düşenlerin arasında, onları salataya doğrayacağım. İnsanın bahçesi olması gibisi var mı? Küçücük bir bahçe bizimki ve önceden yetişmiş ağaçlar yüzünden (bir tarafta bir kayısı ve bir meyve vermez mandalina, öte tarafta bir kayısı daha) istediklerimi bir türlü yapamadım ama olsun, şu nimetleri toplamak bile ne güzel şey. Kiraz domateslerimiz de çıkmaya başlamış, yakında kızardıklarını görürüz. Keyfim yerine geldi resmen. (Fotoğraftakiler geçen yılki domateslerimiz. Yakında yine bu güzelliğe kavuşacağım için pek mutluyum.)

Gaziantep Deyince, Nilhan Aras

Gaziantep dedik, Urfa dedik ama bu geziye neden gittim, bunu henüz söylemedim. Fotoğrafta gördüğünüz kitabın tanıtımı idi Gaziantep ve Urfa'ya gidişimin nedeni. Kişiliğine de yaptıklarına da hayran olduğum, Metro-Gastro dergisini gün be gün geliştirişini (tabii Nilhan'la birlikte Ayla'yı da anmalıyım, Ayla Ceyhan'ın da emekleri yadsınamaz. Derginin iki neferi Ayla ve Nilhan) izlemekten -bu dergiye emek verenlerden biri olmaktan gurur duyuyorum- sevinç duyduğum bir isim Nilhan Aras. Bunu tüm kalbimle ve hiç bir abartı olmadan söylüyorum. Metro Group'a da Türk mutfak kültürüne verdikleri katkı için teşekkür ediyorum. Onlar bu işe girişmese ne dergi olurdu ne de bu güzelim kitaplar. Nilhan Aras'ın yazıp hazırladığı Gaziantep Deyince adlı kitabı görmeden biliyordum ortaya muhteşem bir eser çıktığını ancak gördükten sonra daha da büyük bir heyecan duydum. Gaziantep deyince akla gelen herşey var bu kitapta. Antep fıstığı var, Zeugma var, Tahmis kahvesi var, dokumalar, yemeniler, firik, maş, katmer, Alanazik, kebaplar, tatlılar, baklavalar... Gaziantep'e yapılan bunca ziyaret, kentin yerlileriyle yapılan söyleşiler, toplanan bilgiler, çekilen birbirinden güzel fotoğraflar. (Laleper Aytek'e de bu güzel fotoğraflar için teşekkürler) Gaziantep Deyince, D&R mağazalarında ve Metro Gross Marketlerde -yıl sonuna kadar 30 TL fiyatla- satılacak.

17 Haziran 2009

Halfeti'nin büyüsü

Yolcu yolunda gerek dedim yollara düştüm. Bir kez daha. Bu sefer eve dönüş içindi. Ya da eve varış. Bu sefer yollarda en çok neyi sevdim biliyor musunuz, sapsarı saçaklarıyla etrafına bakınan ayçiçeklerini. Belki kuşların getirdiği, belki yoldan geçen arabaları seyreden çocukların düşürdükleri ayçiçeklerinin kendi kendilerine büyüyüp serpilmesi bana hep evrenin olağanüstülüğünü düşündürmüştür. Sevinç duymuşumdur onları gördüğümde. Yine onları seyrederek geçtim o yollardan. Yazacak, anlatacak çok şey birikti ya şimdi yine acelem var, işler beni bekliyor. Hiç değilse Halfeti'nin büyülü atmosferinden bir enstantane ile buluşturayım sizi istedim. Devamını da anlatacağım elbet, sadece şu anda değil. Bugün günlerden çarşamba, haftanın en ortası. Güzel olsun devamı.

16 Haziran 2009

Buluşmamız çok güzel geçti

Hemen yazamadım affedin. İstanbul benim tempomda yaşamıyor, fettan bir kadın o, insanı zorla kendi temposuna uyduruyor. Eh köyden gelmişsin, şehir seni ne yapsın? Bebek şenlikleri mi istersiniz, sergi gezileri mi... Üç güne herşey sığar mı? Sığmaz. Dost ziyaretleri aksadı tabii. Neyse ki kazasız belasız buluşmamızı gerçekleştirdik. Gelirim diyen herkes gelemedi ama gelenlerle pek güzel vakit geçirdik. Kıskandırmak gibi olmasın ama NuNu'nun şımşık (kendisi gibi) pastası, Işıl'la Münevver'in muhteşem makaronları ile Fenerbahçe parkında Marmara denizine karşı püfür püfür sohbetler ettik. Artık yazıların devamı eve varınca. Yolcu yolunda gerek.

14 Haziran 2009

12 Haziran 2009

Yarın geliyorsunuz değil mi?

Sevgili dostlar, Delfina'cığım çok hoş bir öneride bulundu. Birbirimizi kolay tanıyalım diye yaka kartları hazırlayacakmış. Benden yarın buluşmaya geleceklerin isimlerini bildirmemi istedi ancak çok yoğun ve yorucu (ama bir o kadar da keyifli) bir geziden geceyarısı bir arkadaşıma misafir olarak döndüğüm için henüz kendime gelmiş değilim. Becerebilirsem şu ana kadar bende olan isimleri kendisine ileteceğim ama olmadı boş kart getirirsen herkes kendisi doldursun dedim. Katılmak isteyenler için iki aşağıdaki yazıya bakınız diyorum, yer, gün, saat bilgileri orada var. Yarın görüşmek üzere. Antep-Urfa resimlerini bilgisayara yüklediğimde elbet geziyi de anlatacağım. Halfeti'yi, Halepli Bahçe'yi, Göbekli Tepe'yi, katmeri, sevgili Nilhan'ın ellerinden çıkan muhteşem kitap Gaziantep Deyince'yi...

11 Haziran 2009

Dün Urfa, bugün Antep, yarın İstanbul

Urfa'dan, Antep'ten lezzetler anılar gelecek tez zamanda. İstanbul buluşmasına katılacak dostlarla buluşmak için sabırsızlanıyorum. İşi olup da gelemeyen, başka kentlerde, ülkelerde olup da katılamayanlar için de keşke birlikte olabilseydik ama üzülmeyin, yaşadıkça bir şansımız hep var nasılsa.

08 Haziran 2009

İstanbul buluşması bilgileri

Olur da yollarda fırsatım olmaz diye İstanbul'da yapacağımız gayrıresmi imza günü ama daha da çok tanışma, sohbet buluşması bilgilerini kesinleştireyim, hem de kimler gelebilir sorayım istedim. Böylece tahmini sayımızı biliriz, ben de ona göre telefon edip yer ayırıp ayırmayacaklarını sorarım, ya da en azından ilk gelenler ona göre yer tutarlar. Şu ana kadar gelebileceğini belirtenler: Zerrin, NuNu, Işıl, Yasemin, Gül, Sevgi, Tubikko, Hayat, Yeşim, Hilal, Dilek, Özlem, Funda, Delfina, Ayşegül, Münevver.

13 Haziran 2009 Cumartesi
14:00-17:00
TURING Romantika Cafe
Fenerbahçe Parkı
(216) 336 38 28

Radikal kitap ekibi mutfaktaydı bu hafta

Ben de. Son aylarda çıkan yemek kitaplarından tarifler denendi, yazıldı. Yetişip eki alamadım. Daha doğrusu bulamadım iyi mi? Antalya'ya o kadar az sayıda geliyor ki Radikal, cennetten dönüp de sokağa çıktığımda etraftaki gazete bayilerinde hiç kalmamıştı. Ben de internetten okudum. Okumak isterseniz işte burada:
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=939140&Date=08.06.2009&CategoryID=40

07 Haziran 2009

13 Haziran-İstanbul buluşması

Pazartesi günü eklentisidir:
NuNu, Gül, Yasemin ve Işıl demiş ki Fenerbahçe Parkı'nda olursa gelebiliriz. Onlar da olsun istediğim için yeri Fenerbahçe Parkı içindeki Romantika olarak belirleyelim diyorum. Saat olarak da öğleden sonra çay saati diyelim ne dersiniz? 14:00-17:00 arası uygun mudur? Belki şehir dışından konuklarımız da olabilirmiş. Olabilir mi acaba? Hatta Başak hatun taaa Boston'lardan duymuş, ah diyor ben de gelmek isterim. Gel, gel hatuncuğum, sen de gel. Boston-İstanbul nedir ki? Bak taaa Sofyalardan gelecekler bile var (!?!?) Güzel ve keyifli bir gün olsun. Kitap olarak yeni, eski farketmez, ne kadar çok kullanılmış olursa o kadar iyi olur, hani şöyle sos lekeli, unlu falan. Şaka şaka, nasıl istiyorsanız öyle getirin, dedim ya, kalemler yanımda olacak. (Yarından itibaren yollardayım, kısmetse perşembe akşamı İstanbul'a varacağım, arada gelen yorumlara, notlara cevap vermek için elimden geleni yapacağım söz! Cuma son güncelleme mesajını eklerim. Kesin yer, saat, tarif bilgileriyle. Şu adresten Romantika Kafe'nin bilgilerine ulaşabilirsiniz ama Fenerbahçe Parkı'nı bulduktan sonra çok kolay:
http://www.turing.org.tr/tr/tesisiletisim.asp?tid=30)
*
Sevgili İstanbullular, İstanbul'da yaşayan komşular, İzmir imza gününü duyunca buraya da buraya da dediniz. Resmen imza günü yapan yok bu ara ya olsun, ona ne gerek, biz kendi kendimize buluşuruz, isteyen kitabını getirir, imzalarım. İstanbul'da sadece bir kaç gün kalacağım. Haftasonu da olması nedeniyle cumartesiyi öneriyorum. 13 Haziran'ı. İki teklifim var, ya şöyle püfür püfür bir yerde (tabii kolay ulaşılabilir olmalı, mesela benim arabam yok, olmayanların da gelebileceği bir yer olmalı) piknik yapalım ya da Fenerbahçe Parkı'ndaki Romantika kafede buluşalım dedim. NuNu'cuğuma söyledim bu kafe işini, onun da hoşuna gitti. Kalabalık saatlere kalmadan 11 gibi buluşabiliriz mesela, ne dersiniz? Şimdi aklıma bir şey daha geldi, Anadolu Kavağı'na giden çingene vapuru mu olsa yoksa? Gidince orada bir şeyler yenir, geri dönüşte de sohbete devam edilir. Tabii ada gezisi de düşünülebilir. Kimler gelmek ister? Başka önerisi olan var mıdır? Bir kaç gün içinde karar vermeliyiz ki buluşma yer ve saatini duyurabilelim. (Bir kaç gün evde internet bağlantım yok, yanıtlarda, yorum yayınında gecikmeler olacaktır, lütfen kusura kalmayınız.)

05 Haziran 2009

Cennetlerle dolu olsun yaşamınız

Herhalde hasbelkader cennete düşse yolum, oradan da çantalar dolusu yiyecek taşırım. Güzel ne varsa gittiğim yerde, taşımak istiyorum. Taşırken of pof ediyorum tabii. Sonra eve getirip yaydığımda yüzüme bir gülümseme yerleşiyor. Getirdiğim şeyler bana orada yaşadığım mutlu anları genleştirme şansı veriyor. Yine öyle oldu. Midemi dalından koparılmış meyvelerle doldurdum doldurmasına ya, yanımda da bir kısmını getirmeyi ihmal etmedim. Ahududu topladım mesela. Biraz güvey feneri bulmuştum, onları güzel bir kaseye koydum. Kayısılar henüz çok tatlanmamıştı ya o halleriyle bile lezizler. Onları da seramik bir çanağa koyup masanın ortasına yerleştirdim. Enginarlar geçmeye başlamış, biraz kestim, haşlar, soslar yerim diye. Dalından körpecik biberler, kiraz domatesler, salatalık ve fasulyeler topladım. Fasulyeleri zeytinyağlı pişireceğim ve yola çıkana kadar o güzelim lezzetleri tüketmeye çalışacağım. Hepsi birbirinden güzel, geride bırakmak istemem. Nereden mi getirdim tüm bunları? Cennetten. Cennetimden. Hepimizin hayatta bir cenneti vardır ya, orası da benim cennetim. Bir gece bile kalsam bedenimdeki tüm pillerin dolduğu, yaşama sıkı sarılnma enerjisi topladığım yer. Güzel yürekli dostlarımın evi, bahçesi, bahçedeki kuşların cıvıltısı, telaşla koşuşturan tavuklar, anne tavuğun peşindeki civcivler, iki yavru kedi, arılar, kelebekler, olgunlaşan meyveler, dinlenmekteki ağaçlar, büyümekte olan yaz sebzeleri, kışın yine ürün vermek için güç toplayan bitkiler. Ve deniz. Akdeniz...

02 Haziran 2009

Hangisi dondurma?

Çarşamba-Cumartesi günleri arasında yorumların yayınlanması biraz zaman alabilir. Sabır rica ediyorum tüm dondurmasever Mutfakta Zen okur ve komşularından.
*
Fotoğraftaki bey Antalya'nın en büyük dondurma zinciri Akdeniz Dondurma'da çalışıyor. Ne zaman misafirim gelse, onlara Antalya'nın ünlü yanıksı dondurmasını tattırıyorum. Sadece Akdeniz değil, Zamora ve Nur Pastanesi de yanıksı dondurma yapıyor. Eski zamanlarda Antalya'da dondurma keçi sütüyle yapılırmış. Food&Travel dergisindeki yazıda da anlattığım gibi artık keçi sütü kullanılmasa da eskiden kazanın dibi tuttuğu için ortaya çıkan yanıksı lezzeti tutturabilmek için bugün de sütler kaynatılırken dibi tutturuluyor ve tadına doyulmaz bir dondurma çıkıyor ortaya. Dondurmanın malzemeleri süt, salep ve şeker.

Bir de diğerleri var, kendini dondurma zanneden veya firmalarınca dondurma olduğu iddia edilen, hani bugünlerde blog komşularımızı davet edip reklamlarını yaptıran. Yoruma gerek yok. Sadece kabın altında, okunması zorlaşsın diye olabildiğince küçük harflerle yazılan "içindekiler" listesini vereceğim, tabii büyüteçsiz okuyabilirsem: Su (%16.2), karamel sos (su, glikoz şurubu, şeker, karamel şurup, yağsız süt tozu, peyniraltı suyu tozu, renklendiriciler (sade karamel, annatto), emulgatör (mono ve digliseridler), kıvam artırıcı (keçi boynuzu gamı), doğala özdeş aroma (kahve)), şeker, glikoz şurubu, tereyağ, yağsız süt tozu, peyniraltı suyu tozu, karamel şurup (glikoz şurubu, şeker, su, sitrik asit), tarçın tozu, kıvam artırıcılar (guar gum, sodyum karboksimetil selüloz, keçi boynuzu gamı, karragenan), emulgatör (mono ve digliseridler), doğala özdeş aromalar (sütlü krema, vanilin). Bu ürünlerde domuz yağı ve katkıları yokmuş. Ama dikkatinizi çekeceğim, süt de yok! Sütten başka herşey var. Bu malzemelerin bir kısmı hani o kaçındığımız E ile başlayan katkı maddelerinden. Doğala özdeş aromalar da sütlü krema ve vanilyanın kendisi değil, kremaymış veya vanilyaymış gibi yapan yapay malzemeler. Bazı malzemeler birden kez yazılmış. Hata mı yoksa özellikle mi yazıldı bilmiyorum. İsterseniz bu malzemeleri teker teker yazıp internette arama yapabilirsiniz. Ne menem şeyler olduklarını anlarsınız. Ne dersiniz, hangisi gerçekten dondurma?

01 Haziran 2009

Antalya'nın geleneksel lezzetleri

Neyi özlemişim biliyor musunuz, benim incirli, elmalı keki. Bir süredir yapmamıştım, öğleden sonra çaylarım öksüz kalmıştı. Bugün yine pişirdim kekimi ve çayıma katık ettim. Günlük ihtikakım olan iki dilimi (beheri 105 kalori, tarifini okuyanlar bilir, okumayanlar da aşağılara giderlerse bulabilirler) yedim ya doymadım, doyamadım. Olsun ne yapalım, gerektiğinde kendini frenlemeyi bilmek gerek.
Size Antalya'nın geleneksel lezzetlerini tanıtmak istedim bugün. Daha doğrusu Food&Travel Türkiye ekibi benden Haziran sayısı için istedi bunu. Taktım makinemi koluma, başladım Antalya'nın lezzetçilerini dolaşmaya. Kimileriyle sohbet ettim, kiminin yemeğini, tatlısını tattım, kiminin fotoğrafını çektim ve ortaya fotoğraflarıyla birlikte sekiz sayfaya yayılan bir Antalya yazısı çıktı. Derginin Haziran sayısında yazı ve fotoğrafların tümü var ancak şu sayfada yazının kısa bir özeti ve bu lezzet duraklarının ad, telefon ve web sitesi adresleri var. Derginin bu ayki eki "Bütçe dostu tatil rehberi". Aralarında benim de olduğum yazar, gezgin, fotoğrafçılara bazı sorular yöneltmiş Food&Travel ekibi. Malum yaz tatili geliyor, çok paralar ödemeden gezmenin ipuçları ve kalınacak yerler, tadılacak lezzetler üzerine yararlı bir ek. (Aralarında bana göre pahalı olan oteller de var. Hani bakıp da bizimle alay mı ediyorsun demeyin, onları balayına saklayıp keseye uygun olanları seçin.)
Yan tarafta gördüğünüz fotoğraf Antalya yazısını hazırlamak için Kaleiçi sokaklarını turladığım gün çekildi. Antalya'nın portakalı, narı meşhurdur ve Kaleiçi'nde sıkça karşınıza çıkar meyve suyu sıkanlar. Şu basit kollu aletle anında sıkar tutuştururlar elinize. Siz de yudum yudum içersiniz şifayı ve kendinizi Akdeniz'in koynuna bırakırsınız...