
iş günü diye bir ayrım yok hayatımda. Kuşlar cıvıldıyor. Arada insan sesleri duyuyorum. Bazen sokaktan bir araba geçiyor. Bir de simitçi. "Simitçeeee... Taze simiit vaaaar" diye bağırıyor. Bu hangisi acaba? Her üstü sende kalsın deyişimde abla helal et diyen utangaç gülümseyişli çocuk mu? Annem uyuyor. Ben her sabah 7:26'da açıyorum gözlerimi bugünlerde. Neden bilmem. İki gündür uyandığımda saatin 7:26 olduğunu bildiğim için dönüyorum öte tarafa. Her gün aynı saatte uyanma fikrinden hoşlanmıyorum galiba. Biraz oyalanıyorum. Düşünceler akıp gidiyor zihnimden. Aynı zaman gibi. Hızla. Birazdan kahvaltı hazırlayacağım. Sonra işe dönme zamanı. Yazılacak yazılar var. Bugünlerde hep sade yiyecekler hazırlıyorum. Hazırlaması mı yoksa düşünmesi mi zaman almasın, uğraştırmasın diye henüz karar veremedim. Fotoğrafta gördüğünüz gibi şeyler yiyorum. Haşlanmış tam buğday ve taze kelle soğanla (bu mevsim soğanı çok seviyorum, sulu olduğu için ateşe koyunca hemencecik eriyiveriyor) pişirilmiş bezelye. İkisini karıştırıp koca kaseme koyuyor, kaşıklıyorum. Ya da quinoa ve iç bakla. Veya haşlanmış enginarlı salata. Yahut birlikte pişirilmiş, neredeyse yağsız esmer makarna ve brokoli. Öyle bir zaman işte. Hızla akıp giden hayatımızda, belki sonradan anımsayamayacağımız -bir anlamda sıradan- zaman dilimlerinden sadece biri.