
27 Şubat 2008
Kırmızıya dönüş

22 Şubat 2008
Dünyanın Bütün Baharları

Şimdiii, bu güzelim bahar çiğdemi resminin yanına güzel bir bahar anısı koymak gerek. Yine eski, çok eski günlerden bir anı. Hollanda'daymışım, Keukenhoff'a gitmişiz. Öyle bir baharmış ki, etraf sümbüllerle, nergislerle doluymuş. Bahçelerin devamında tarlalar dolusu laleler varmış; sarısı, kırmızısı, beyazı, alacalısı... Bir gölet varmış, üzerinden atlayarak karşıya geçebileceğiniz kütükler varmış gölün içinde. Bir de kraliçenin serası varmış, içinde binbir çeşit orkide varmış. Bu orkideler öyle güzel vazoların, saksıların içindelermiş ki, dönüşümde camlar kestirip ben de böyle vazolar yapacağım demişim. Güzel, güpgüzel bir baharmış. Gökte güneş parlıyormuş ve ben çok hafifmişim. Hadi siz de anlatın güzel bir bahar anısı. Belki baharı gelmeye ikna ederiz.
20 Şubat 2008
Öyleyse biz de bahara gideriz

18 Şubat 2008
Madem kar yağıyor...
Bu bir rüyadır. Bir yaz düşüdür. Böyle biline. Bu makarna, sıcacık bir yaz günü, güneşin altın damlalarından sebeplenmiş gıcır domateslerle yapılmıştır. Kışın seralarda yetişen güneşsiz, sevgisiz, sevinçsiz domateslerle değil. Diyorum ya, böyle biline.
*
Ne komik, Elvan'la Serpil'e arka arkaya sizde kar var, bizde de sadece soğuğu dedikten beş dakika sonra (kızlar, bu neye delalettir?) dışarıya bir baktım aaa kar yağıyor! Antalya'da kar yağıyor. Şaka mı bu? Ben hiç görmedim burada. Bir komşumuz taşınalı 16 yıl oldu, sadece ilk geldiğimiz yıl görmüştüm dedi. Hem de kocaman kocamanlar. Gerçek kar yani, fasulyeden değil. Fesupanallah! Eh madem dışarısı soğuk, buzzz gibi, gönlün sıcaklığını bir yaz lezzetiyle paylaşalım: domatesli spagetti ile. Daha doğrusu domates soslu tagliatelli ile. Yassı spagetti yani. Bunu daha çok severim ben ötekinden. Bir yaz günüdür, pazarda domates ganidir. Kıpkırmızıdır. Taptatlıdır. Mis kokuludur. Yerli tohumdan üretilmiştir. Alınmaz mı? Alınır elbet. Sepete doldurulur (ezilmesinler diye), eve getirilir. Sonra bir güzel rendelenir, zeytinyağı, sarımsak ve tuzla suyunu çekene kadar pişirilir. Makarnamız da haşlanmıştır. Üzerine bahçeden bir dal fesleğen koparılır. Fotoğraf nerede çekilsin? Yan bahçede. Fare kulaklarının üzerinde. Ay ne yeşil, ne kırmızı, ne taze, ne mis kokulu. Git kış git, yaz gelsin.
*

15 Şubat 2008
Bugün canım yeşil istedi

*
Dört şey var ki def eder kaygıyla üzüntüyü,
Dördü de panzehirdir hem bedene, hem ruha.
Tadını çıkarmalı insan bütün bunların:
Su, çiçek bahçeleri, şarap ve güzel yüzler.
Ebu Nuvas (Zevkten dört köşe, Arap şiiri)
Kaynak: Eski Anadolu ve Ortadoğu’dan Şiirler, Talat S. Halman
13 Şubat 2008
Sevginin gücü
Sevgili dostlar, hepinize teşekkürler, bu iki güzel insanın sevgisini paylaştığınız için. Dün cenaze törenleri yapıldı. Orada olamadım bedenimle ama kalbim yanlarındaydı. Akşam CNN'deydiler. Daha önce çekilmiş ve yayınlanmış bir programla. Tesadüfen dün sabah aramışlar, yeniden göstermek istiyoruz diye. Aile vefat haberini vermiş. Akşam her ikisini de karşımda görünce, ölenin sadece ten olduğunu, kişinin aslında hiç ölmediğini ve arkasında mutlaka iz bıraktığını gördüm. Onlar yaşıyordu aslında, capcanlı karşımdaydılar. Bunu kozmik bir şaka olarak nitelendirdim. Evrenin bize sunduğu güzel sürprizlerden biriydi. Paylaştığınız tüm dilekler Küçüktaş ailesine gitti, bilesiniz.
*
Sevgililer günü yarın. Ama ben zaten sevgililer günü kutlamak için yazmıyorum. Sadece çok büyük bir sevgiyi paylaşmak için yazıyorum. Sevdiğinin ardından mezara girecek kadar büyük bir sevginin ardından... Salih Dede bugün Nuriye Sultan'ın yanında gömülecek. Yetmişbeş yıllık hayat arkadaşını kaybediverince, onun da o yorgun kalbi duruverdi. Sevgili eşinden 24 saat sonra. Canım arkadaşım Fatma'cığımın biricik babaannesi ve dedesi onlar. Öyle hikayeleri var ki, anlatsam mendiller yetmez. Öyle hikayeleri var ki, her dinleyişimde ben durduramıyorum yaşları. Bir 60. yıldönümü yemekleri var mesela, en büyük torun olarak Fatma'dan düzenlemesi istenen. Daha nice öykü. Bugün belki yan yana toprağa girecekler. Yetmişbeş yıl aynı yastığa baş koyduktan sonra. Güniz dedi ki, ben buna sevginin gücü diyorum. Hakısın arkadaşcığım. Bu sevginin gücü. Başka bir şey değil. Nur içinde yatın ikiniz de. Dostunuz melekler olsun.
*

12 Şubat 2008
O keki ben yapmadım

10 Şubat 2008
Suçlu bulundu!!!!!!!!

Evet suçlu sizsiniz!
Sizsiniz evet.
Etrafınıza bakınmayın.
Sitenizde tatlı resmi yayınladıysanız,
yahut pasta,
yahut kek,
yahut cicili bicili kurabiyeler,
Suçlunun ta kendisisiniz siz.
Her gün bakmasam yaptıklarınıza,
tırım tırım ortalıkta dolanmam elbet.
Her gün yapmasanız yaptıklarınızı,
ben de kendi güzelim tatlarımla yaşayabilirim.
Ama siz,
siz büyük bir suç işlediniz.
Cezalandırılmalısınız.
Sizi prangalara vurmalı.
Dağları delmeye göndermeli.
Sizi bu keklerin hepsini yemeye mahkum etmeli.
***
İsimsiz yorumları yayınlamayacağımı daha önce söylemiştim. Bugünlerde yine çoğaldılar. Sahipleri kusura bakmasın, onları kendilerine iade ediyorum, isimleriyle gönderene kadar.
08 Şubat 2008
İştah açan tatlar

06 Şubat 2008
Sarılar, maviler, yeşiller

04 Şubat 2008
Ordan burdan şurdan
Bu yazıya bırakılan yorumlar gösterdi ki bu konular pek çoğumuzun canını sıkmış, sıkıyor. Yine de rahatsızlıklarımızı dile getirirken "bize nasıl davranılmasını istiyorsak öyle davranmak/konuşmak" daha doğru olur gibi geliyor, ne dersiniz?
*
Bugün belli bir başlığımız yok. Olabilirdi aslında ya canım ordan burdan yazmak istedi. Nicedir aklımda olan şeyler vardı, onları dökeyim eteğimden dedim. Birincisi bloglardaki yazı, tarif ve fotoğrafların basında görülmesiyle ilgili. Geçenlerde bir arkadaşımda dergileri karıştırırken blogda yayınladığım bir fotoğrafı bir moda dergisinde gördüm. Öyle tezattı ki, doğal bir salata resmi, en şık mankenlerin arasında! Bir yanda fotoğrafçısına binlerce dolar ödenerek çektirilmiş moda fotoğrafları, öte yandan bir blogdan alınma bir salata fotoğrafı. Baktım, fonu tamamen silmişler ve öyle kullanmışlar. Arkadaşım da o derginin yazarı. Dedi ki özellikle yemek resimleri için bir ajansla anlaşmışlardı. Bir ajans blogları dolaşıp resim arşivliyor ve bu resimleri satıyor olabilir mi dersiniz? (Sağolasın sevgili Seda, yol gösterdiğin için. Damgalanmaya başladı bizim resimler de...)
İkinci konu bloglardaki müzikler. Bu ara pek çok komşumuz sitesini müzikli hale getirdi. Çoğu hoş müzikler, buna bir itirazım yok da bazen bilgisayarın sesi açık oluyor, bir anda sessizliği yırtan bir müzik. İyi ki diyorum, evdeyim. Ya işte olsam? Bilmem sizler ne düşünüyorsunuz sitelerin sesli olması konusunda, merak ettim, sorayım dedim.
Üçüncü konu yine sitelerle ilgili. Yorum bırakırken karşıma çıkan parola/şifreyi okumakta zorlanıyorum. Bazen iyice yamuk yumuk RSLSEOFQSDG... tren gibi bir dizi çıkıyor. O anda yorum bırakmaktan vazgeçip geri dönmek istiyorum. Vallahi yoruyor bu harfler beni. Hani diyorum, eğer zaten yorumları elden geçirip öyle yayınlıyorsanız ne gerek var bu şifreye? Artık eskisi gibi reklam amaçlı yorumlar da gelmiyor. Bu yine her blog sahibinin kendi bileceği bir iş elbet, karışmak ne haddime de diyorum ya, o harfleri görünce elimde olmadan "yine mi, ufffff" dökülüveriyor ağzımdan. Hele de arka arkaya bir sürü yorum yazmak isterseniz, iyice bir arapsaçına dönüyor işler. Yoksa tek huysuz ben miyim bu alemde? Ne olur kimse alınmasın, gücenmesin. Sadece düşüncelerimi paylaştım, insanlık hali. (Fotoğrafın yazıyla ilgisi ne? Yok vallahi bir ilgisi. Elif Ana'nın otlu, zeytinli bazlamaları incecik dilimlenmiş, kızarıyor, afiyetle yenmek üzere. Ben ekmekleri kızartırken siz yazıyı okuyun dercesine...)
*

İkinci konu bloglardaki müzikler. Bu ara pek çok komşumuz sitesini müzikli hale getirdi. Çoğu hoş müzikler, buna bir itirazım yok da bazen bilgisayarın sesi açık oluyor, bir anda sessizliği yırtan bir müzik. İyi ki diyorum, evdeyim. Ya işte olsam? Bilmem sizler ne düşünüyorsunuz sitelerin sesli olması konusunda, merak ettim, sorayım dedim.
Üçüncü konu yine sitelerle ilgili. Yorum bırakırken karşıma çıkan parola/şifreyi okumakta zorlanıyorum. Bazen iyice yamuk yumuk RSLSEOFQSDG... tren gibi bir dizi çıkıyor. O anda yorum bırakmaktan vazgeçip geri dönmek istiyorum. Vallahi yoruyor bu harfler beni. Hani diyorum, eğer zaten yorumları elden geçirip öyle yayınlıyorsanız ne gerek var bu şifreye? Artık eskisi gibi reklam amaçlı yorumlar da gelmiyor. Bu yine her blog sahibinin kendi bileceği bir iş elbet, karışmak ne haddime de diyorum ya, o harfleri görünce elimde olmadan "yine mi, ufffff" dökülüveriyor ağzımdan. Hele de arka arkaya bir sürü yorum yazmak isterseniz, iyice bir arapsaçına dönüyor işler. Yoksa tek huysuz ben miyim bu alemde? Ne olur kimse alınmasın, gücenmesin. Sadece düşüncelerimi paylaştım, insanlık hali. (Fotoğrafın yazıyla ilgisi ne? Yok vallahi bir ilgisi. Elif Ana'nın otlu, zeytinli bazlamaları incecik dilimlenmiş, kızarıyor, afiyetle yenmek üzere. Ben ekmekleri kızartırken siz yazıyı okuyun dercesine...)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)