
Onu gördüğümde gözlerinde korku vardı. Yalnızdı, üşüyordu, açtı. Hepsinden öte korkuyordu. İnsanlardan korkuyordu. Çünkü insanlar ondan korkuyordu. O minicik candan. Küçüktü ama "öteki"ydi. İnsanlar bilmediklerinden korkarlar, bilirsiniz. Onu ötekileştiriverirler. Hepimiz böyleyiz biraz. Bizden olmayandan korkarız. Biz kimsek artık. Bu küçücük can, yuvasından uzaklaştırılmıştı. O küçücük yaşında acıların en büyüğüyle tanışmıştı. Yuvasında kalamamıştı çünkü ailesinin can güvenliği yoktu. Paraları yoktu. En temel ihtiyaçları için dahi. Göçmek zorundaydılar. Daha insancıl bir yaşam için. Binbir zorluğu yenip göçtüler. O rüya gibi şehirde yaşam nasıl olacaktı? Devasa binalar, filmlerden fışkırmış gibi bakımlı, güzel kadınlar, şık erkekler. Hepsi hızla yürüyordu. Kimse görmüyordu onu. Kimsenin vakti yoktu çünkü. Hepsi bir yerlere yetişme derdindeydi. Karınları toktu, güvenceleri vardı belki ya hiç birinin yüzünde yaşam pırıltısını göremedi o minik kız. Sanki yaşamıyorlardı. Köyündeki insanları düşündü. Karnı yarı aç da olsa mutlu insanları, çıplak ayakla tarlalarda koşuşturan arkadaşlarını. Anneleri uyarmak zorunda kalmazdı hiç, bilirlerdi ki çocukları güvende. Peki ya şimdi? Şimdi o bir "öteki". Yaşama yeniden tutunmak zorundalar ve bu kez şartlar çok daha çetin. Çünkü artık onlara benzemeyen, onları sevmeyen, onları istemeyen insanların arasında yaşam savaşı vermek zorundalar. Herkesin birbirinden korktuğu, kimsenin kimseye güvenmediği, kimsenin aslında kendini bile sevmediği bu koca kentte...